background img

The New Stuff

P*ç Güveysinden Hallice


Piç Güveysinden Hallice, Dizüstü Edebiyatının ikinci eseri. Yazarımız ise Twitter adıyla samihazinses, gerçek ismiyle Aras Öztürk Çolak. 

Bildiğimiz gibi Dizüstü Edebiyatın ilk eseri Pucca'nın, Küçük Aptalın Büyük Dünyası adlı kitabıydı. Bir kızın iç dünyası tüm komikliğiyle ve gerçekliğiyle anlatılmıştı. Kadınların/kızların, bilmediğimiz, hatta kadınlar/kızlar da hemcinslerinde bilmediklerini öğrendi, güldü. İşte samihazinses de ardından ''Erkeklerin de iç dünyası var! Hatta erkekler hakkında bilmediğiniz o kadar şey var ki, öğrenin bakalım.'' diyerek bu kitabı yazmış olmalı. 

Kitabın özetini kısaca yapacak olursak: Hüsnü adında tam bir 'piç' karakterimiz var. Sürekli karı kız peşinde olan, ''Acaba bugün kiminle sevişsem?'' diyen bir tip. Bu soruyu kendi kendine sorması tabii ki bütün kızların etkileneceği bir yakışıklılığa sahip olmasından kaynaklanmıyor aslında. Hüsnü öyle bir erkek ki, en yapmayacak kızı bile ağına düşürebiliyordu. 

Fakat Hüsnü, tüm bunları yaparken içinde saklı olan o duyguyu fark eder. Hiçbir zaman, hiç kimseye, hiçbir kıza hissetmediği duyguları beslemektedir O'na. İlk defa belden aşağısını düşünmeden, kalbiyle hissetmektedir. Ama o hisler ne yazık ki doğru kişiye duyulmamıştı. Hüsnünün aşık olduğu kişi: en yakın arkadaşıydı. 

Daha fazla anlatmayayım, heyecanı kaçmasın. ''E yeterince anlattın, kime aşık olduğunu bile söyledin.'' diyen olursa eğer, evet söyledim ama zaten kitabın tanıtım bülteninde de yazılı bu. Bu kitap için değil sadece, tüm kitap yorumlarımda tanıtım bülteninde verilen bilgileri kendi cümlelerimle sizlere aktarıyorum. 

Dizüstü Edebiyat severler çok var. Bu kitabı da çoğunun okuduğunu düşünüyorum. Okumayanlara tavsiye edeceğim komik bir kitap. Hani ''Çok mu komik?'' diye soracak olursanız; doğrusunu söylemek gerekirse çok gülerek okuduğum bir kitap değildi. Ama bir iki komik yerler de yok değildi. 

İyi okumalar...

Yedi Kere Sekiz - Onur Gökşen


Evet arkadaşlar; yaz geldi, havalar yavaş yavaş ısındı, ısınıyor. Peki yazın keyfi nasıl çıkar sizce? Bence de. Tabii ki Dizüstü Edebiyat okuyarak.

Bu sezon Dizüstü Edebiyat kitapları arasından açılışı Onur Gökşen'in Yedi Kere Sekiz adlı kitabı ile yaptım. Onur Gökşen'in ilk kitabı olan ''Bizim de Renkli Televizyonumuz Vardı''yı okumadım. Önce bu elime geçti ve bunu okudum fakat Onur Gökşen'i o kadar çok sevdim ki, o kitabı da okumadan yapamam heralde.

Yazar, kitabında bize kardeşi Mert ile yaptığı haylazlıkları anlatıyor genel olarak. O kadar komikler ki. Birbirlerine düşman gibi görünseler de aslında bir o kadar da ayrılamıyorlar ve seviyorlar birbirlerini. O keyif dolu anıları okurken gülmeden edemeyeceksiniz.

Bir-iki bölüm var ki, öncesinde ve sonrasında güleceğiniz bölümlerden bayağı bir uzakta. O kadar iç acıtan ve duygulu. En çok da o mahalledeki kıza olanlar... Hani bölüm belki orada bitmese daha da uzasa eminim ki ağlayabilirdim. Bir de son bölüm var. Okuldaki ilk yılını anlatıyor bize yazar. Çocuksu duygularından bahsediyor. Kitabın son sayfasını okuduktan sonra ''Vay be...'' diyorsunuz ve gülerek kitaplığınıza yerleştiriyorsunuz kitabı.

Kitaptan daha çok bahsetmek tabii ki isterim aslında. Fakat alıp okumanızı daha çok isterim. Alıp okuduktan sonraki yorumlarınızı benimle paylaşmanızı daha da çok isterim. Hadi en yakın kitapçıyı gidin, alın ve okuyun. Ben burada bekliyorum...

Blogum Dergisi'nden Kitap Çekilişi


Merhaba arkadaşlar.

Öncelikle bu sıralar bloglarda çekilişlerin bayağı bir arttığını söylemek istiyorum. Çoğu blog harika çekilişler ve birbirinden güzel hediyelerle bizleri sevindiriyor. Şimdiye kadar ne yazık ki sevinen taraf hiç olamadım ama daha da hırslandım, gördüğüm her çekilişe katılıyorum hemencecik. Fakat şanssız olduğumu her şekilde artık kabul etmeliyim. Bu sebeple ''madem ben sevinemiyorum bari ben sevindireyim'' düşüncesiyle ileri ki günlerde güzel bir çekiliş ile karşınızda olacağımın haberini şimdiden vereyim istedim.

Ondan önce ise Blogum Dergisi'nin düzenlediği çekilişten bahsetmek istiyorum. Harika bir çekiliş ve ben yine umutsuzca katılıyorum. Kitaplar harika! Kazanana bu 5 kitap da yazarından imzalı olarak gönderilecektir.

Bir an önce çekilişe katılmak istiyorsanız buraya tık tık!

Her Zaman Okuduğunuz Hürriyet'i Şimdi İzleyin

Hürriyet TV şimdi yayında.

Hürriyet TV’yi ziyaret edenler, aradıkları her şeyi artık tek tıkla seyredebilecekler. Hürriyet TV, zengin haber içeriğinin yanı sıra konusunda uzman isimlerle gerçekleştirdiği programlarla da dopdolu.

Hürriyet TV’de Berza Şimşek’ten günün mutlaka görülmesi gereken haberlerini izleyip usta gazeteci Sedat Ergin’den haftanın yorumunu alabilirsiniz. Üstelik gündemin özetini, Metehan Demir, 3 dakikada sizin için yorumluyor.

Burcunuzdaki yeni gelişmeleri merak ettiğinizde ise Susan Miller ile yıldızlara bakabilir, Sebla Kutsal ile dilediğiniz zaman, kültür ve sanat dünyasında keyifli bir yolculuğa çıkabilirsiniz.

Uğur Cebeci ise sivil havacılığın geldiği son noktayı size Kokpit’ten anlatıyor.

Magazinden spora, eğlenceden ekonomiye hepsi ve daha fazlası, sürekli güncellenen Hürriyet TV’de sizi bekliyor.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

Kan Gölü - Tess Gerritsen


Cinayetler... Ölümler... Araştırmalar...

Clarie Elliot, oğlu Noah'ı tehlikelerden kurtarmak için Tranquility'nin Locust gölü kenarında bir eve taşınır. Noah buraya bir türlü ısınamamaktadır. Ta ki Amelia ile tanışana kadar.

O sıralarda, cinayetler ve ölümler başlıyor. Bir çok çocuk en yakınlarındakini sebepsiz yere öldürmeye başlıyor. Anneleri, babaları ve hatta kendilerinden küçük kardeşleri bir Kan Gölü'nün içerisinde bulunuyor. Çocukların, bu sebepsiz yere aniden saldırganlaşmasını araştırıyor Clarie. Her defasında yaklaştığını düşünüyor, yaklaşıyor da aslında fakat ortalıkta ters giden başka bir şeyler de var.

Kitabın sır perdesi, Noah'ın bir gece Amelia ile birlikte gezintiye çıkması sonrasında açılmaya başlıyor. Noah da birden bire saldırgınlaşmaya ve diğer çocuklarda olan belirtileri göstermeye başlar. Clarie korkar ve oğlunu korumaya çalışır.

Clarie, aynı zamanda araştırmalarını mutlaka sürdürür. Locust Gölü üzerindeki araştırmalarına devam eder. Max adlı biyoloğun kendisinden bir şeyler sakladığını sanır ve Max'i aramaya başlar. Max'i bulur fakat istediği şekilde değil. Bunun sonrasında Clarie, ölümle karşı karşıya kalıyor defalarca.

Peki Clarie kurtulacak mı?
Bu saldırganlıkların, cinayetlerin sebebi bulanacak mı?
Max'e ne oldu?
Asıl suçlu kim?
Emin olun en beklemediğiniz kişileri aniden Kan Gölü'nün içinde bulacaksınız!

Ve aklınızda oluşan bir çok sorunun cevabı kesinlikle bu kitapta!
...

Tess Gerritsen, gerilim romanlarında tek geçebileceğim harika bir yazar. Gerritsen'in kitaplarını okumak bana çok büyük bir keyif veriyor. Okurken ciddi derecede korktuğum, gerildiğim ve ara sıra da midemin bulandığı kısımlar mutlaka oluyor. Yani o etkileri okurken çok net alabiliyorum. Bu sebeple gerilim romanı okumak istediğim zamanlarda ilk tercihim hep Gerritsen'den yana oluyor.

Tess Gerritsen'in en çok İkiz Bedenler adlı kitabını beğeniyordum fakat Kan Gölü'nden sonra ne yalan söyleyeyim İkiz Bedenler bir adım geride kaldı.

Gerilim romanı sevenlere kesinlikle tavsiyemdir.

My Mad Fat Diary

 

My Mad Fat Diary, Rea Earl tarafından yazılmış My Mad Fat Teenage Diary isimli romandan uyarlanan bir dizidir. Bu romanı yazan da yazarın kendisidir ve yazdıkları ise gerçek günlüğüne aittir.

Dizi, Rae Earl isimli komik ve aynı zamanda zaman zaman içinizi acıtan bir kızın hikayesini anlatıyor. Rae, 16 yaşındadır ve doktorunun tavsiyesi üzerine günlük yazmaya başlar. Aşırı kiloludur ve bunun üstesinden gelmeye, çikolatalardan, pastalardan, şekerlerden uzak durmaya çalışsa da zaman zaman kendine hakim olamamaktadır. Rae'nin bir de annesi vardır. Annesinin ilginçlikleri ve akıl sağlığı sorunları da bitmemektedir ne yazık ki. Tüm bunlarla birlikte ergenliğin getirdiği sıkıntılar da Rae'yi yavaş yavaş bunaltmaya başlar.


Ben bu diziyle Tumblr sayesinde tanıştım diyebilirim. Sürekli giflerine, resimlerine falan rastlıyordum. Gördüklerim kadarıyla hoş bir dizi olduğuna karar verdim ve izlemeye başladım. Sadece dram olarak beklediğim dizi beni şaşırttı ve fazlaca da güldürdü diyebilirim. Oldukça trajik bir konu, mizahi dille ele alınmış ama tabii ki bazı kısımlarda içinizin cız ettiği, gözlerinizin de dolduğu sahneler olmuyor değil.

Özellikle yabancı dizileri sürekli takip eden ve izleyen birisiyimdir. Elimden geldiğince blogumda bunlarla ilgili yorumlarda ve değerlendirmelerde bulunuyorum. Henüz bitirmediğim 5'e yakın dizi var fakat şu an için My Mad Fat Diary'e takılıp kalmış durumdayım. Dizi zaten birinci sezonda 6 bölümlük çok az bir parça ile sonlandı fakat dizinin ikinci sezonunun olacağı da duyurulmuş. Henüz ikinci sezonun ne zaman yayınlanacağına dair bir bilgim yok fakat olduğu anda sizlerle paylaşırım.

İyi seyirler...


Ne Dinliyorum? (3)


















Neler dinlediğimi sizlerle paylaşmayalı çok uzun bir zaman olmuş gibi bir his var içimde nedense. Sanki bu postu yazmasam, sizlerle şarkılarımı paylaşamasam içim rahat etmeyecekmiş gibi hissediyorum. Dinlediğim, dinlerken zevk aldığım şarkıları sizlerin de dinlemenizi istiyorum ve tabii ki beğenmenizi umuyorum. 

Ruh halim bu sefer birazcık daha karışık sanırsam. Rock müzikten pop müziğe kadar ve hatta slow müzikten de vazgeçemediğime az sonra tanık olacaksınız. 


İlk şarkımız, Pink'ten Just Give Me A Reason. Şarkıya aynı zamanda Nate Ruess de eşlik ediyor. Son zamanlarda sıkça dinlediğim şarkılar arasında olmakla birlikte Pink'in şimdiye kadar çok çok beğenerek dinlediğim tek şarkısı diyebilirim. 


X Factor yarışmasında birinci olan James Arthur'un söylediği Impossible şarkısı, dinlediğim andan beri içime öyle bir işliyor ki, bir kere ve bir kere daha dinlettiriyor kendini. 


Geçtiğimiz günlerde, tanımayan takipçilerim için The Pretty Reckless grubunu tanıtmış ve en beğendiğim şarkılarını paylaşmıştım. Grubun, en beğendiğim şarkısı da slow ağırlıklı olan You isimli parçası oluyor. Hatta geçenlerde de ''Sevgilimle bir şarkımız var evet ama ortada bir sevgili yok.'' diye de paylaşmıştım bu şarkıyı. Bir sevgilim olursa ki şayet şarkımız muhakkak bu olacaktır diyorum.


Sertap Erener, Türkiye'de sesi çok çok değerli olan bir şarkıcı bence. Sesine hasta olduğum bayan şarkıcılardandır. Yeni albümünden bir şarkı ile karşımızda şimdi de. Şarkının adı İyileşiyorum. Sözler o kadar güzel ki... ve müzik de sözleri destekliyor kesinlikle. İnsanı duygularına kaptırıp götüren bir şarkı. 


Aslına bakılırsa, Demet Akalın'ı kişilik olarak seviyorum. Yani o şımarıklıkları, kıpır kıpırlığı, sürekli gülüyor olması tam benim kafadan olduğunu düşündüğümden bir sempatim var. Fakat bir türlü şarkılarına bir beğeni hissedemedim. Özellikle hareketli şarkıları çok saçma geliyor ve dinlemiyorum bu sebeple. Ama slow şarkıyı sesine kesinlikle yakıştırıyorum. Bunun en büyük örneği de Ersay Üner'le Yılan şarkısındaki düetidir. Şarkıyı abartısız günde en az 50 kere arka arkaya dinliyorumdur. Ersay Üner'in sesi özellikle hoşuma gitti. Bu şarkı çok iyi be!


Ve Gangnam Style'dan sonra vazgeçilmezler arasında yerini alan Gentleman şarkısı da acayip hoşuma gitti. Bir çok kişi Gangnam Style kadar güzel olmadığını söylese de ben bu şarkıyı daha çok beğendim. Ayrıca şöyle bir haberle karşılaştım dün internette. Klip, Psy'nin kendi ülkesinde yasaklanmış. Televizyon kanallarında yayınlanılmayacakmış. Nedeni ise, klibin başında yolda tekmelediği bir şey için ''devlet malına zarar verme'' olarak gösterilmesiymiş.

Tumblr / Beğendiklerim

Bu ayın başında, Tumblr'dan Seçmeler başlığı altında bir post atmış ve Tumblr'dan seçtiğim, gerek komik gerek duygusal bir kaç fotoğraf ve gif paylaşmıştım. O post için çok güzel yorumlar geldi. Ben de devam ettireyim o halde dedim ve şimdi de sizlerle Tumblr'da beğendiğim postları, bu post ile paylaşacağım.

Bakalım beğendiklerim arasında neler varmış neler?


Burada gördüğümüz minik bebişimizin ne fırlattığını inanın ki anlayamadım gitti. Büyük ihtimal para gibi görünüyor ama para niye bu kadar büyük olsun ki de demiyor değilim. Acaba bebiş küçücük minnacık bişey diye onlar kocaman mı görünüyor?


Bu iki arkadaş mıdır sevgili midir artık her neyseler adrenaline sağdan soldan girmişler valla.


Burada da kavganın ortasında herkese ağız burun daldığını sanıp da havaya giren bir arkadaşımızı görüyoruz. 


Ortaya karışık fan olmuş arkadaş.


İlk gördüğümde yarılasıca güldüğüm bir gif.


En hoşuma giden ve en çok beğendiğim gif de budur. Müzik!


Yalnız onlar kaldırıma halı mı sermişler!? Daha şimdi fark ediyorum!


Bize artislik yapan bir amcamız her an kafadan gözden olabilir. Aman dikkat diyoruz.


Geçtiğimiz günlerde bir maçtan kalan bu görüntüler gerçekten acayip komikti. Ronaldo ile konuşmaya çalışan Sabri'miz tüm uğraşlarına rağmen bir cevap alamayınca bu hayalinden vazgeçiyor ve koşarak olay mahallinden uzaklaşıveriyor.


Kapanışı da duygusal yapalım dedim. Kanser olan arkadaşları için saçlarını kazıtan bir grup örnek arkadaş, dost görüyoruz. Gerçekten düşünülmesi çok ince ve insanı derinden etkileyen bir olay. Her gördüğümde içimi duygu kaplıyor.

Beni Tumblr'dan takip altına almak için buraya tık tık!

Dünden Bugüne: The Pretty Reckless


Bu sıralar ruh halimden midir bilinmez, rock müzik dinlemekteyim. Yerli olarak Şebnem Ferah'ı fazlaca dinliyorum. Yabancı olarak ise The Pretty Reckless...

The Pretty Reckless ile henüz yeni tanıştım diyebilirim. Grubun kurucusu olmakla birlikti solistliğini de üstlenmiş olan Taylor Momsen'i Gossip Girl dizisinden tanıyordum. Bir grubu olduğunu da biliyordum ama beğenmem diyerek, bir ön yargı ile dinlememiştim şarkılarını. Hazır ruh halim oralara kaymışken bir dinleyeyim bakalım dedim ve ilk olarak Miss Nothing şarkısını dinledim.

Gerçekten bu kadar başarılı olduğunu ve bu derece beğeneceğime ihtimal vermemiştim. Miss Nothing ile birlikte, Make Me Wanna Die, Just Tonight ve You şarkısı da fazlasıyla beğendiğim şarkılar arasında. Özellikle aralarında en slow tarzda olan ''You'' adlı parça, şu an için hiç eskimeyecekmiş gibi görünüyor benim için.

Dediğim gibi grubu kuran Taylor Momsen'dır. Grubun eski üyeleri: John Secolo, Matt Chiarelli ve Nick Carbone'dir. Yeni üyeler ise: Ben Phillips, Mark Damon ve Jamie Perkins'dir.

İlk albümleri Light Me Up'dır. Make Me Wanna Die, Just Tonight ve Miss Nothing isimle parçaları ise single'dır.


Sizin Tweetleriniz: 

@BerfuYilgin: The Pretty Reckless dinlerken resmen kendimden geçiyorum, bir insanın sesi ancak bu kadar mükemmel olabilir.
@pinkvicodin: Ölene kadar dinleyeceğim. #bestsongsever The Pretty Reckless - You
@hereweallagain: Niye bu kadar güzel bu kadın anlayamıyorum ki.
@venusyesili: Taylor. Kıskanıyorum o sesini. Valla lan.
@kgnylmzz: Bir de şarkı bu kadar güzel olursa şarkıya diyecek bir şey bulunmaz tabii.

Miss Nothing:

You: 

Make Me Wanna Die: 

Just Tonight: 

Yumuşak G - İmge Albayrak


Hiçbir şey onunla başlamaz demiş, yazarımız. O yüzden yarattığı kahramanın adını Yumuşak G koymuş. Ğ, sadece yazarın yarattığı sıradan birisi değil. Ğ; sensin, benim veya o. Ğ, hepimiziz belki de.

Eskişehir'de doğup büyüyen bir genç kız....
Çanakkale'ye üniversiteye gidiyor. Küçük yaşta babasını kaybettiği için ellerinin arasında bir tek annesi kalıyor. Fakat Ğ, hiç beklemediği bir anda, hiç beklemediği bir bedene, bir kıza aşık olur. Nurcan'ı, hayatının öyle bir yerine koyar ki, hiçbir sarsıntı Nurcan'ı oradan indiremez aşağıya. Farklıdır herkesten, tüm insanlardan.

Çok seviyor Ğ, Nurcan'ı. Onunla birlikte olduğu zaman, duygularını tarif edemeyecek kadar içten bir aşk besliyor. Tüm aşkına rağmen, toplumun bu tür bir ilişkiye onay vermeyeceğini de bilmektedir. Ama ne vardı ki? Sonuçta önemli olan bir bedene aşık olmak değildir; duygularına, kalbine, söylediklerine, gözlerine... Evet, gözlerine aşık olmaktır en önemlisi. Her şey sevişmekten mi ibarettir? Hayır. Ğ de Nurcan'a bunları hissediyordu. Sevişmek değil, aşk yaşamak istiyordu en başında.

Hayatında bir çok iniş çıkış oluyor Ğ'nin. Ve sizler de onunla beraber yaşıyorsunuz tüm olanları. Demiştim ya, aslında siz de Ğ'siniz.

...

İmge Albayrak'ın kaleme almış olduğu Yumuşak G adlı kitabı geçtiğimiz hafta getirtmiştim ve nihayetinde sonlandırdım. Kitap o kadar güzel, o kadar içten ve gerçeklikle yazılmış ki, bölüm aralarında yazılmış olan şeylere duygulanmamak elden değil. Okuduğunuz dilin samimiyeti, sizi ister istemez duygulandırabiliyor yaşanılanlardan. Bu kitap da o derece samimi, gözlerinizi dolduracak bir kitap.

Büyük merak ve büyük bir heyecanla okudum kitabı. Hayatımda, yeri çok ayrı olan kitaplarım vardır ve bu kitap da oraya yerleşmeyi başardı.

Okumanızı kesinlikle tavsiye ediyorum!

Tanıtım Bülteni: 

Hayatıma giren insanlardan herhangi biri, bir diğerine benzemiyor. Onlar benim yansımalarım, eksik parçalarım. Karşılaştığım olayları sadece ben yaşadım. O yüzden, birazdan duyacağın isimlerin benden ayrı düşünme, onlar ''ben''im. Sen de benim sessiz ve onaylayıcı tarafımsın. Beni tamamlayan parçalardan biri olmayı kabul ettiğin için teşekkür ederim.

Düşüncelerim o kadar yoğun ki, kendimi tanıtmayı bile unuttum. Ben Ğ. Hayır, sakın! Adını bile söyleme bana. Çünkü bu dakikadan sonra senin adın da Ğ. Olanları anlattığım zaman fark edeceksin bunu; beynindeki odacıklardan birinin bana ait olduğunu. Bir kişiden bahsedeceğim sadece, herkesin bir noktada buluştuğu!

Hepsi Ğ. Hepsi!

Psy - Gentleman (Gangnam Style'a Kardeş)


Tüm dünyayı, çıkarmış olduğu Gangnam Style isimli şarkısı ile kasıp kavuran Psy'den yeni bir şarkı geldi.

Gangnam Style, şarkısı ve dansı ile herkes tarafından büyük ilgi görmüş ve bir çok versiyonu da yapılmıştı. O güzel ve eğlenceli süreç sonrasında Psy'den yepyeni, Gangnam'ı aratmayacak bir dans ve şarkı geldi.

Sosyal medyada dünden beri ''Gangnam Style'a kardeş geldi'' başlıkları altında paylaşılan bu şarkı, yani Gentleman, Youtube'a henüz dün eklenmesine rağmen şimdiden 20 milyona yakın izlenme oranına ulaştı ve bu her geçen dakika artış göstermekte.

Yine kendine özgü bir dans ile kliplendirdiği Gentleman şarkısı, bana sorarsanız Gangnam Style'dan daha bir güzel ve eğlenceli. Şarkıyı çok çok beğendim. Klibe çok daha fazla güldüm ve bir kere, bir kere daha dinledim ve izledim. Psy bence tüm dünyayı nasıl çoşturacağını, nasıl eğlendireceğini ve tamamen nasıl odak noktası olunabileceğini çok iyi biliyor ve başarıyor.

Lafı daha fazla uzatmadan o harika şarkıyı ve klibi izleyelim:


Karanlığın Aydınlığı...

Bilmiyorum...
Bilemiyorum...
Ne yapacağımı, ne yapmak istediğimi 
veya şu an ne yapıyor olduğumu.
Kendi içime hapsolmuşum yine,
seni bekliyorum orada.
Kendimden bile korkar haldeyim,
seni istiyorum yanımda.
Çok klişeleşti belki de evet,
hani derler ya:
''Yanımdayken bile çok uzaksın bana''
Sahiden öyle. 
Durma bu kadar uzakta,
yaklaş biraz. 
Sadece kokunu alabileyim,
ya da alamayayım,
gözlerine bakayım sadece, 
göz bebeklerinde kendimi göreyim,
bu bile mutlu eder beni. 
Susalım, konuşmayalım.
İzleyelim sadece, 
karanlığı ortadan ayıran hilali.
Başımı omzuna yaslayayım, 
kokun dolsun ciğerlerime. 
Bana bak bir an,
bir an ama, derinden bak
Beni sevdiğini söyle, 
ya da sadece o an huzurlu olduğunu belirt.
Benimle mutlu olmak iste,
benimle mutlu ol.
Gerçekten bilemiyorum ne yapacağımı, 
sana bir şeyler söylemem gerekip gerekmediğini de
bilmiyorum,
bilemiyorum...
Bir ipucu ver bana, öyle bakma sadece
Gülümseme uzaktan uzaktan.
Kır bütün zincirleri, 
duyma hiç dışardaki sesleri ve bana doğru
yürü...
Elimden tut ve inadına kaldır,
parmaklarımızın kilitli olduğu ellerimizi havaya.
Seviyorum galiba seni,
aşığım belki de...
Dedim ya, bilmiyorum. 
Daha önce sevdiğimi hissettim birilerini,
aşık olduğumu düşündüm birilerine,
bu farklı mı sence de?
Yoksa bir sonraki, bir öncekinden farklı olmak zorunda mı?
Hiçbir şey yapmadan bile izliyorum seni
ve izlemek de istiyorum.
Ellerimi sınıftaki sıramın üzerinde bağdaş yapıp
başımı da arasına almak istiyorum.
Ve iç çeke çeke,
huzurun doruklarına ulaşmış olduğumu sandığım o noktaya 
varana dek seni izlemek istiyorum.
Hiçbir şey deme,
yapma!
Gülümse ve başını çevir...

Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet


Hürriyet, Türkiye’nin en çok okunan gazete uygulaması Hürriyet E-Gazete’den sonra Hürriyet Tablet uygulamasını da hayata geçirdi. “Tabletteki Hürriyet değil, tablete özel Hürriyet” sloganıyla tanıtılan ve Apple Store’da 1 numaraya yerleşen bu yeni uygulama kullanıcılar tarafından oldukça beğeniliyor.

2011 yılının Mart ayında hayata geçirilen Hürriyet E-gazete uygulaması bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesi olmayı başarmış durumda. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı 16 bine ulaşarak, ücretsiz rakiplerinin ulaştığı rakamları geride bırakırken; Hürriyet okurları, E-Gazete uygulamasını günlük 50 bin, haftalık 350 bin kez ziyaret ediyor.

Tablet okurunun beklentisinin farklılaşması ve ilgi alanlarının değişmesiyle, okurlar artık okuduğu haberin videosunu da izlemek, farklı spor dalları hakkında analizler okumak, dünyadan ilginç fotoğraflar görmek, içeriği 'parmağının ucunda' hissetmek istiyor. Hürriyet Tablet uygulaması tam da bu beklenti ve ihtiyacı karşılamaya yönelik hazırlanmış bir uygulama.

Bir haftadır Apple Store’da en çok indirilen uygulamalar arasında 1 numarada yer alan Hürriyet Tablet’te, Manşet, Güncel, Ekonomi, Spor, Kelebek, Seyahat bölümlerinin yanı sıra Cumartesi ve Pazar eklerinin bambaşka yorumları yer alıyor. Günün videosu ve foto galeriler oldukça beğenilirken, HTML5 tabanlı bir uygulama olduğu için reklamverenler için de oldukça cazip.

Tablet bilgisayarların tüm olanaklarını kullanan yeni Hürriyet Tablet uygulaması, App Store ve Android Market’te, ücretsiz.


Bir bumads advertorial içeriğidir.

Kitabım Geldi, Hoş Geldi!


Yumuşak G, geçen sene bana Eskişehir'den bir tanıdığım tarafından hediye olarak gönderilmişti. Yeni okumaya başlamış ve çok da sevmiştim. O sıralar bir okul gezimiz vardı ve o gezi sırasında kitap çantamdan çalındı ne yazık ki. Bugüne kadar da hep içimde bir sıkıntı olarak kaldı ve hep okumak istedim. Kitaplarıma çok değer veriyor olduğumda bayağı üzülmüş ve ağlamıştım kaybolmasından dolayı. Ama bu sefer kitabın yazarı İmge Albayrak'a söz verdim kitaba gözüm gibi bakacağım.

Ne yaptım ettim kitabı internetten sipariş ettirdim. Ben, kapıda ödeme olan online satış sitelerini daha çok seviyorum ve tercih ediyorum. Bu sebeple, bu kitapla beraber ikinci sefer ilknokta.com'dan kitap alışverişimi yapıyorum. Oldukça güvenilir de bir site.


Bu siteden yapmış olduğum ilk alışverişimde, aldığım kitap yanında bir de hediye kitap göndermişlerdi ve bu oldukça hoş bir durumdu benim için. Bu sefer de farklı bir sürprizle karşılaştım paketi açtığımda. Sabitfikir, güncel edebiyat dergisi ve Tatlı Bela adlı kitabın broşür tarzı bir şeyi geldi. Broşürde, kitabın içinden bir kaç bölüm yer alıyor. Bu da oldukça düşünülmüş, hoş bir şey. Ek olarak da yine Tatlı Bela adlı kitabın kelebekli ayracı var.

Kapıdan ödemeyi daha çok tercih ediyorsanız ve ufak tefek de olsa hediyelerle mutlu oluyorsanız bu siteyi kesinlikle tavsiye ederim.

Aşkı Arayan Yürek - Rachel Kadish


Kitap, yine bir arkadaşım tarafından hediye olarak elime geçti. Bir süre kitaplığımın bir köşesinde okunmayı bekledi ve sonunda okunup bitirildi. 

Aşkı Arayan Yürek, bir edebiyat profesörünün hayatını ele alıyor. Hem kariyeri, hem de özel hayatıyla ilk sıralarda yerini korumaya çalışıyor. İşinde, herkes onun en iyi olduğunu söylüyor, gerçekten de öyle. Tolstoy'un mutluluk üzerine olan düşüncesinin tam aksini iddia ederek, ustaya meydan okumaya kalkıyor. İş hayatına karşı tehlikeli bir adım olarak görünse de Tracy kesinlikle kendini bilmektedir ve bu işten dönmeyecektir. Fakat aşk hayatı, başlarda istediği gibi sonuçlanmıyor ne yazık ki. Ama pes etmiyor ve aşkının da peşinden gidiyor. Çünkü biliyor ki, yüreğinin aradığı o aşk, George'da. 

Rachel Kadish, tüm edebiyat okurlarına, severlerine harika bir kitap sunmuş. Hayatının bir köşesinde az da olsa edebiyata gönül veren herkes bu kitabı okumalı. 

Başlarda çok sıkıcı geliyor ama sayfa sonrasında olaylar patlıyor yavaşça. Edebi cümlelerin birbiriyle harmanlanması bu kitabı çok daha güzel kılıyor doğrusu. 

Tanıtım Bülteni: 

Edebiyat profesörü Tracy, Tolstoy'un Anna Karenina'sında, yalnızca mutsuzluğun ilginç, mutluluğunsa öngörülebilir ve hafif olduğu düşüncesinin tam aksini iddia etmektedir. Ona göre, mutluluk kendi başına edebiyatta da hayatta da yeterince ilginçtir. Usta Tolstoy'a meydan okuması, kariyeri için tehdit oluştursa da Tracy kendinden emindir. Her şeyden önce kendisi teorisine müthiş bir örnek oluşturmaktadır: Arkadaşları, işi ve otuz üç yaşındaki yalnızlığıyla yaşamaktan memnundur. Ta ki ayaklarını yerden kesen ve düşüncelerine meydan okumaktan kaçınmayan George'la tanışana kadar... Aşkın düşündüğünden çok daha karmaşık olduğunu anlayan Tracy, gerçek arzularının peşinden gitmeden mutlu olamayacağını görür. 

''Kadish'in yazınsal teoriye tutkuyla bağlı, zeki, romantik klişelere saplanıp kalmayan anlatıcısının gözünden insan ilişkilerine dair yazdıkları 20. yüzyıl feministleri tarafından da takdir edilecek.'' (Publishers Weekly)

''Konusu zarifçe ele alınmış, gerçekten zekice kurgulanmış bir roman...'' (Boston Globe)

Eurovision 2013 - Almanya


Eurovision'u her sene olabildiğince takip eden birisiyimdir. Önceden şarkıları dinler ve beğendiklerimi ayırır, not alır ve günü geldiğinde de heyecanla izler ve dinlerim. Eurovision şarkılarına karşı nedense farklı bir sempatim oluyor ve normal şarkılardan daha uzun süreli dinleyebiliyorum bazen. Çünkü gerçekten ortaya kalite müzikler çıkabiliyor.

Eurovision'a git gide yaklaşıyorken, bugün bir şarkıları dinleyeyim dedim. Almanya'nın bu seneki şarkısı bana o kadar tanıdık geldi ki, şarkıyı dinlerken bildiğiniz ağzımı tee yere kadar ayıra ayıra izledim yani. Dedim ki kendi kendime ''Dur be Hasan bak bakalım bir sağa sola'' Girdim Google'a yazdım böyle böyle diye. Evet, aynı benim gibi şarkının çalıntı olduğunu da düşünenler olmuş diye bir hevesle girdim ama gördüğüm şey daha da şaşırttı beni.

Şarkıyı, geçen senenin birincisi olan Loreen'in Euphoria şarkısına benzetmişler ve bu iki şarkı arasındaki benzerlikten dolayı da şarkının inceleniyor olduğunu okudum. Şarkının başlangıçları bence de çok benziyor ama yine de çok şaşırdım çünkü benim benzettiğim şarkı kesinlikle o değildi.

Benzettiğim şarkı, Swedish House Mafia'nın çok çok çok beğendiğim Don't You Worry Child şarkısı. Bana göre bire bir, tıpkısının taaaam olarak aynısı. Tabii benim burada yazıyor olmam ne kadar etkili olur bilinmez ama insan yazıyor işte.

Bakalım sizler de benzetebilecek misiniz yoksa ben kendi çapımda yanlış mı işitiyorum şarkıyı. Özellikle şarkıların nakarat kısımlarına kadar dikkatlice dinlemenizi ve yorum yapmanızı istiyorum.

İşte o iki şarkı:

Almanya'nın şarkısı:


Swedish House Mafia'nın şarkısı: 


Blogum Dergisi Nisan Sayısı!


Merhaba arkadaşlar,

Blogum Dergisinin Nisan sayısı dün çıktı!

Bu ay itibariyle, derginin sabit yazarları arasında ben de varım. Umarım bu benim için de, dergi için de iyi bir çalışma olur. Şahsen ben, böyle güzel bir derginin yazarlığını yapıyor ve yapacak olmaktan da gayet mutluyum.

Peki Blogum Dergisinin yeni sayısında yayınlanan yazımı merak mı ediyorsunuz? Yazımı okumak için tıkk tıkk! 

Dergiden okumak istiyorsanız aşağıdaki Expand kutucuğuna ''tıkk'' yapmanız yeterli olacaktır. Yazımın sayfası: 38-39



Ben Sarhoş Diyiliiim!



Ne yazık ki birinin sarhoş olması pek hoş bir durum değildir. Sarhoş olan kişi; güler, ağlar, bağırır, çağırır ve yeri geldi mi de kuzu gibi olur. Ne yaptığını bilmez ve ısrarlı bir şekilde de ‘’Ben Sarhoş Diyiliiim!’’ diye carlayıp durur.

İşte ben de –bir kere daha ne yazık ki- sarhoş olduğumda bu saydıklarımın aynısını baştan sona kadar gerçekleştiriyormuşum. (yazım boyunca –miş, -muş eklerini kullanmalıyım çünkü sizlere de bana anlatılanları aktaracağım!) Ve en acısı da yaptıklarımın hiçbirini ertesi günü hatırlamıyorum ve arkadaşlarım bana anlattıklarında da hem içtiğime pişman oluyor hem de en az onlar kadar halime gülüyorum.

Anlatmaya nereden başlayacağımı ise hiç bilememekteyim. O yüzden en son olayı –ve bize göre en komiği olan- anlatacağım.

O gün arkadaşımın doğum günü ve parti bizim evde oluyor. Akşam da değil parti, güpe gündüz güneş taa tepelerde beynimize girerken ki o vakit. Arkadaşlar falan filan hepsi geldi oturmuşuz. Birilerinin elinde votka birilerinin viski, bira derken gözlerim bir an elimin arasındaki bardağa gitti, baktım votka içiyormuşum. Farkında olmadan bir, iki derken zaten ikiden sonrası benim hafızadan siliniyor. Neler yapmışım neler. Yere kapanıp ağlamamı mı söylesem, millete ‘’Benim neden sevgilim yok neden ha neden!?’’ diye carlamalarımı mı söylesem bilemiyorum.

Asıl komedi de benim evden dışarı çıkmamı istememle ve sonrasında çıkmamla başlıyor aslında. Sahile götürmüşler beni, açık ve temiz havayla kendine gelir belki diye. Tabii çabaların nafile olduğunu söylememe gerek yok.

Sahile vardığımızda bunlar çimliğe oturmuşlar ben de ayakta onlara bakıyormuşum. Sonra çantamdan mini radyomu çıkarmışım –hafıza kartı ile çalışıyor- Bütün müzikleri tek tek geçerek ‘’Bu benim şarkım diiyiiil! Hayıııır bu da diyiiiil oof!’’ diye bağırıp durmuşum. O an kendi şarkım diye nitelendirmiş olduğum şarkıya denk gelince de kendimi çimliğe atmışım ve Allaaah! Bağıra bağıra şarkıyı söylüyormuşum gelen geçen de beni izliyormuş. Bunları duyduğumda bir utandım bir kızardım ki sormayın gitsin.

Bir de o günden kalma bir telefon konuşmam var. O konuşmayı da en yakın arkadaşlarımdan biriyle yapıyorum. Ben çarşının ortasında tek başıma kalmışım bir süre sonra bu da tesadüf beni aramış ben de ‘’Ben tek kaldııım!’’ diye ağlamaya başlamışım o da beni eve doğru yönlendirmeye çalışmış ve başarılı da olmuş. Konuşmadaki diyalogları aynen aktarıyorum:

Arkadaşım: Sen şu an tam olarak nerdesin?
Ben: Kaldırımdaaa.
Arkadaşım: Kaldırımda nerde?
Ben: Yoldaaa.
Arkadaşım: Onu anladık da yol nerdeee?
Ben: Ya caddedeyim işte caddedeeee! Allah’ım yaa oof.
Arkadaşım: Sen şimdi oradan dümdüz git, dümdüz.

Arkadaşım bir süre bana dümdüz gitmemi söyleyince de söylediğim şey aynen şu olmuş. (Arkadaşımın adı şimdilik ‘’Gözlüklü’’ olsun.)

Ben: Gözlüklüüüü.
Gözlüklü: Efendim?
Ben: Bu dümdüz yol var ya bu dümdüz yol.
Gözlüklü: Evet var.
Ben: İşte var ya bu dümdüz yol.
Gözlüklü: Eeeeeeeeee!
Ben: Bu dümdüz yol sana girsiiiiin ehehe!

Tabii o sırada arkadaşımın gülmekten yerlere yattığına değinmeme de hiç gerek yoktur. Ayıp lan bana insanda bir utanma olur, her ne kadar sarhoş olsam da.

Ben: Off çok yoruldum ben artık yürümek istemiyorum.
Gözlüklü: Yürü yürü az kaldı zaten dümdüz git işte.
Ben: Emekliyerek yürüyeceğim şimdi yeter artıııık!
Gözlüklü: (O sırada esprisine) Emekle lan emekle.

Ve ben o sırada bildiğiniz emeklemişim bir süre boyunca ve sevgili gözlüklü o sarhoş halimle bunu yapabileceğime nasıl olmuş da ihtimal verememiş anlayamadım.

Gözlüklü: Lan emekleme emekleme kalk! Allah senin cezanı vermesin salak şey. Bir daha sana içki miçki yok.
Ben: Sana yok içki miçki. Seninle mi uğraşıcam ben be yeter artık be of be of be!

Ve o geceden geriye kalan bir mesaj var. O mesaj da benden gözlüklüye gidiyor. Mesaj aynen şu: ‘’Çok açım mutfağa girdim ne yemek var dedim yemek var dedi ne yemek var dedim dolma dedi nerde dedim orda dedi gittim baktım dolmuş mu dolmamış mı? Bu dolmamış dediiiiim ve odama geçtim şimdi odamdayım.’’

Ya hayır hayır bunlar gerçek olamaz! Ben sarhoş diyiliiiim!

Okuduğunuz bu yazım, Blogum Dergisinin nisan ayında yer aldı! Dergiye göz atmak istiyorsanız tıkk tıkk!

Tumblr'dan Seçmeler

Bir kaç hafta önce Tumblr açmaya karar verdim. Aslında ilk blog yazmaya Tumblr üzerinden başlamıştım fakat 3 senede her şeyi unutup gitmişim. Tabii ki bu arada değişimler de olmuş. Blogger'da yazmaya alıştığım için Tumblr'da da bir foto blog açma kararı aldım. 

Ara sıra, orada seçtiğim bir kaç fotoğrafı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bakalım Tumblr'da neler var neler yok?


Ruhları ölmüş iki insandan ne beklenebilir? Biz birbirimizin ancak karanlığı olabilirdik. (Yatağımdaki Yabancı-Sinan Akyüz)


Ay seni yerim ben yaaaa.


O kadar tedirginlik yaşamakta haklıymış ama.


Yok yani, sevgilim YOK diyoruz YOK! Paylaşmayın böyle şeyler çok mu zor arkadaşım! 


Yapma bunuuu! :D


Adam haklı!


 Sizin Bond'unuz varsa bizim de Cemile'miz var.


İnsanın dokunası geliyor.


Google Burun'u deneyip hayal kırıklığına uğrayanlar derneği!

Tumblr'dan beni takip etmek için: Buraya tık tık!

Ertan Mursaloğlu'nun İlk Kişisel Fotoğraf Sergisi

Bu hafta sonunda, havanın güzelliği nedeniyle kendimi evin içerisine hapsetmek yerine, Ertan Mursaloğlu'nun, Kızılay yararına düzenlediği ilk kişisel fotoğraf sergisine gitmeyi tercih ettim. Birbirinden oldukça güzel olan fotoğrafların hemen hemen hepsi ilgimi çekti ve hoşuma da gitti. Çekimler çok orjinal olmalarıyla da fazlasıyla dikkat çekiyor. Sergi, Primemall Avm'de gerçekleşti. Umuyorum ki bu tür daha bir çok sergi yapılır. 

Şimdi, sergiden bir kaç kareyi sizlerle paylaşmak istiyorum: 

(Fotoğrafları, üzerlerine tıklayarak büyültebilirsiniz.)







(!) - Fotoğraf çekimleri, serginin etkinlik sayfasından alıntıdır. 

Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor


Sanat, tıp ve iş dünyası, kalp hastası çocuklar için el ele veriyor. Ünlü ressam Renée Niklan’ın 17 eseri, 10-14 Nisan tarihlerinde Ekavart Gallery’de sergileniyor. Ekavart Gallery nerede diyenlere, işte adres:  The Ritz-Carlton Hotel, Süzer Plaza, No: 15, Gümüşsuyu-İstanbul. Sergi, çarşamba-cuma günleri 11.00-18.30, cumartesi günü ise 12.00-18.30 saatleri arasında gezilebilir.

Bu serginin diğerlerinden farkı ne derseniz, salt bir resim sergisi olmanın ötesinde bir kurumsal sosyal sorumluluk projesi niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Sergideki eserlerin satışından elde edilecek gelirin tamamı, gelişmekte olan ülkelerde doğuştan ya da sonradan kalp hastası olan çocukların tedavi edilmesi için kullanılacak. Tedavileri, bu işe gönül vermiş bir avuç tıp insanının kurduğu Herkes İçin Kalp Derneği (www.cptg.ch) gerçekleştirecek. Dernek, modern tıbbın sunduğu olanaklardan yararlanamayan bu çocukların İsviçre’de ya da kendi ülkelerinde ücretsiz tedavi olmalarını sağlıyor.

Ne yazık ki, gelişmekte olan ülkelerde her yıl yaklaşık 2 milyon çocuk kalp bozukluklarıyla doğuyor ve bu çocukların yarısı maddi kaynak veya sağlık sektöründeki insan kaynağı yetersizliği nedeniyle ilk iki yıl içinde yaşamını yitiriyor. Bu ülkelerde açık kalp ameliyatı olmayı bekleyen çocukların sayısı ise 8 milyonu buluyor.

Herkes İçin Kalp Derneği’nin kurucusu Ord. Prof. Dr. Afksendiyos Kalangos. Kalangos, iki kez Nobel Tıp Ödülü’ne aday gösterilmiş bir kalp cerrahı. Bu alanda 14 ayrı teknik geliştirmiş. Son 100 yılın en iyi cerrahlarından biri olarak tanınıyor. Ayrıca, dünyanın en prestijli tıp ödüllerinden Fransız Tıp Akademisi Ödülü’ne sahip.

Sergi, Alvimedica’nın sponsorluğunda gerçekleştirilecek. Alvimedica Yönetim Kurulu Üyesi Leyla Alaton, hayır amaçlı bu tür etkinliklere özel önem veriyor ve Herkes İçin Kalp Derneği’ni yürekten destekliyor.

Niklan’ın mutluluk, umut ve sevgi mesajları içeren eserlerinden oluşan  “Sanat Küçük Kalplere Dokunuyor” temalı sergisini mutlaka görün. Gidemem diyorsanız, sergiyi Türkiye’nin ilk online sanat televizyonu www.ekavart.tv’de de izleyebilirsiniz. Resimler, yüreğinizi ısıtacak…

Hem dernek hem de sergi hakkında şuradan bilgi alabilirsiniz: http://alvimedica.com/hearts-for-all/tr/

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

Yatağımdaki Yabancı - Sinan Akyüz


Bir kadın ve bir erkek. 

Karı-koca, bir akşam izlediği filmin etkisinde kalarak, filmde olduğu gibi, iki çiftin hayatları boyunca hiç kimseye anlatmadıklarını birbirlerine anlatmaya karar verirler.

Gece yarısı başlayan itiraflar, sabahın ilk ışıklarıyla son bulacaktır.

Birbirlerini tanıdığını ve hatta sevdiğini sanan karı-koca, gece boyunca, yeri geldi birbirlerine sarılarak ağladılar, yeri geldi birbirlerine nefret savurdular. Akıllarına, kırk yıl düşünseler gelemeyecek yaşantılarından kesitlerle şaşkına dönüp duruyor her ikisi de. 

Kendileri de fark ediyor, bu işe koyulmanın onlara zarar verdiğini ve yıprattığını. Toparlanabileceklerine inanıyorlar bazen, ama aslında çok iyi biliyor ki asla eskisi gibi olamaz hiçbir şey.

Gece boyunca süren itiraflar, sabahın ilk ışıkları ile, anlaşıldığı gibi sona eriyor. Ve kararlar, en başından belli olduğu gibi ayrılık oluyor. 

Sinan Akyüz'ün okuduğum ilk kitabı oldu. Konu ve olaylar ne kadar güzel olsa da, Akyüz'ün yazım dilini hiç beğenmedim doğrusu. Konu ve olayların güzelliğine bu derece basit bir anlatım, olmamış. 

Ayrıca dikkatimi çeken nokta ise şu oldu; Sinan Akyüz, cinsellikle ilgile terimleri oldukça kaba bir dille kaleme alıyor. Bu durum ise okuyucuyu -en azından beni- yazara karşı uzaklaştırabiliyor. 

Sonuç olarak, önerebileceğim bir kitap. Çok da kalın değil. 189 sayfalık, en fazla iki günde bitirilecek, olay ve konular açısından beğenilebilecek bir kitap. Fakat dediğim gibi, yazarın üslubu, kullandığı dil, basit olmakla birlikte kaba. 

Okuyanınız varsa, yorumlarınızı bekliyorum. Okumayanların ise okuduktan sonraki yorumlarını bekliyorum.

İyi okumalar...

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.