background img

The New Stuff

yalnızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yalnızlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Her zaman olduğu gibi, oturuyorum. Dizlerimi kendime doğru çekmiş, düşünüyorum. Belki de düşünmüyor, düşündüğümü sanıyor veyahut da düşünüyormuş gibi görünmeye yelteniyordum.

Her vakit olduğu gibi, bir elimde kahvem var. Bütün süslü cümlelere, iç yakan kelimelere ve çığlık çığlığa haykıran harflere eşlik eden, bir o kadar da yalnızlığımı içimi yakarak daha da belirginleştiren, bir bardak kahve.

Her daim olduğu gibi, saat böyle zamanlarda daha çabuk geçiyor. Ve gece yarısı gelip çattığında, bütün duvarların sıvaları dökülüyor hafiften. Vakit daha yavaş geçmeye başlıyor. Uzaktan kulağa çalınan hafif tını eşlik ediyor. Melodiler benimle birlikte ağlıyor ve ben bu saatlerde yalnızlığımı, yalnız olduğumu daha ağır hissediyorum.

Her zaman olduğu gibi...
Her vakit olduğu gibi...
Ve...
Her daim olduğu gibi...

Her Daim Olduğu Gibi

Her zaman olduğu gibi, oturuyorum. Dizlerimi kendime doğru çekmiş, düşünüyorum. Belki de düşünmüyor, düşündüğümü sanıyor veyahut da düşünüyormuş gibi görünmeye yelteniyordum.

Her vakit olduğu gibi, bir elimde kahvem var. Bütün süslü cümlelere, iç yakan kelimelere ve çığlık çığlığa haykıran harflere eşlik eden, bir o kadar da yalnızlığımı içimi yakarak daha da belirginleştiren, bir bardak kahve.

Her daim olduğu gibi, saat böyle zamanlarda daha çabuk geçiyor. Ve gece yarısı gelip çattığında, bütün duvarların sıvaları dökülüyor hafiften. Vakit daha yavaş geçmeye başlıyor. Uzaktan kulağa çalınan hafif tını eşlik ediyor. Melodiler benimle birlikte ağlıyor ve ben bu saatlerde yalnızlığımı, yalnız olduğumu daha ağır hissediyorum.

Her zaman olduğu gibi...
Her vakit olduğu gibi...
Ve...
Her daim olduğu gibi...

Hürriyet Bumerang'ın İnstagram sayfasındaki çekilişe katılarak kazandığım bu tatlı kitap, her daim yanınızda taşıyacağınız türden bir kitap.

Ayrılıklar, reddedilişler ve kırık kalpler için teselli (ve öfke) sözleri ile dolu bir kitap ve sizi inanılmaz rahatlatıyor.

Kitabın içerisinde Oscar Wilde'dan Graham Greene'ye, John Steinbeck'ten Charles Dickens'a kadar milyonlarca yazarın, komedyenin ve düşünürün sözleri bulunmakta.

Kitap; Yıkılış, Öfke, Pişmanlık, Yalnızlık, Küçümseme, Toparlanma, Hayata Devam ve Bağımsızlık olmak üzere toplam sekiz adet bölümden oluşmakta. Kitabın en sevdiğim yanı ise her bölüm sonunda, örneğin ''Sen de Anlat Nasıl Yıkıldığını'' şeklinde iki boş sayfa bırakmışlar ve siz de kitaba kendi yaşadıklarınızı yazabiliyorsunuz.

Bunların dışında kitabın iç tasarımı oldukça yaratıcı ve ilgi çekici olmuş. İçindeki sözler de sizi yeri geldi mi güldürüyor yeri geldi mi duygulandırıyor yeri geldi mi de daha fazla öfkelendiriyor.

Ben kitabı çok sevdim. Kesinlikle temin edip okumanızı öneririm. En azından baş ucunuzda bulunsun ki sinirlendikçe açar, birkaç söz okur, sakinleşirsiniz.

Teşekkürler Bumerang!

Aşkın Canı Cehenneme!

Hürriyet Bumerang'ın İnstagram sayfasındaki çekilişe katılarak kazandığım bu tatlı kitap, her daim yanınızda taşıyacağınız türden bir kitap.

Ayrılıklar, reddedilişler ve kırık kalpler için teselli (ve öfke) sözleri ile dolu bir kitap ve sizi inanılmaz rahatlatıyor.

Kitabın içerisinde Oscar Wilde'dan Graham Greene'ye, John Steinbeck'ten Charles Dickens'a kadar milyonlarca yazarın, komedyenin ve düşünürün sözleri bulunmakta.

Kitap; Yıkılış, Öfke, Pişmanlık, Yalnızlık, Küçümseme, Toparlanma, Hayata Devam ve Bağımsızlık olmak üzere toplam sekiz adet bölümden oluşmakta. Kitabın en sevdiğim yanı ise her bölüm sonunda, örneğin ''Sen de Anlat Nasıl Yıkıldığını'' şeklinde iki boş sayfa bırakmışlar ve siz de kitaba kendi yaşadıklarınızı yazabiliyorsunuz.

Bunların dışında kitabın iç tasarımı oldukça yaratıcı ve ilgi çekici olmuş. İçindeki sözler de sizi yeri geldi mi güldürüyor yeri geldi mi duygulandırıyor yeri geldi mi de daha fazla öfkelendiriyor.

Ben kitabı çok sevdim. Kesinlikle temin edip okumanızı öneririm. En azından baş ucunuzda bulunsun ki sinirlendikçe açar, birkaç söz okur, sakinleşirsiniz.

Teşekkürler Bumerang!

Eve adım atıp, kapıyı arkamdan kapatıyorum. Işıkları açmadan salona geçip, üstümü başımı çıkarmadan atıyorum kendimi koltuğa. Uzun bir süre karanlık odada, siyahımsı duvarı izliyorum. Sanki ondan bir şeyler söylemesini bekler gibi.

Ceplerimi yokluyorum. Kabanımın sol cebine atıyorum elimi. Buruşmuş bir kağıt parçası geçiyor elime. Açıp bakıyorum... O karanlığa alışmış gözlerim, ufak kağıt parçasındaki numarayı oldukça net seçiyor. Boş veriyorum, geri atıyorum cebime. Sağ cebime atıyorum bu sefer de elimi. Sigara paketim ve çakmağım. Yeni paketin jelatinini açıyorum, buruşturup koltuğa, yanıma koyuyorum. Paketten bir sigara çıkarıp, ıslattığım dudaklarımın arasına koyuyorum. Çakmak üçüncü denememde zifiri karanlık odada alev alıp belirli bir bölgeyi aydınlatıyor. Sigaramı ateşliyorum ve çakmağı, buruşturduğum jelatinin yanına koyuyorum.

Sigaradan ilk nefesi asla içime çekemem. Çok pis hissediyorum dumanı. Sanki sonrası oldukça temiz ve zararsızmış gibi...

Derin bir nefes çekiyorum içime. Dışarıya verdiğim dumanın tavana doğru yükselip dağılışını izliyorum. Ve ardından az önce odaklanmış olduğum duvara dönüp bakmaya, beklemeye devam ediyorum.

Sigaram eriyor...

Elimi sol cebime atıp buruşmuş, yıpranmış kağıdı çıkarıyorum tekrar. Diğer elimde de telefonum. Numarayı çeviriyorum...

Telefon açılıyor, ses yok.

''Hazırım... Seni istiyorum!'' diyorum ve cevap beklemeden kapatıyorum telefonu.

Üzerimi çıkarıyorum. Koltuğun üzerindekileri yere savuruyorum. Sehpanın üzerinde söndürdüğüm sigarayı izleyerek uzanıyorum. İki büklüm oluyorum...

Canım acıyor...

Buruşmuş Kağıt Parçası ve Sigara Dumanı

Eve adım atıp, kapıyı arkamdan kapatıyorum. Işıkları açmadan salona geçip, üstümü başımı çıkarmadan atıyorum kendimi koltuğa. Uzun bir süre karanlık odada, siyahımsı duvarı izliyorum. Sanki ondan bir şeyler söylemesini bekler gibi.

Ceplerimi yokluyorum. Kabanımın sol cebine atıyorum elimi. Buruşmuş bir kağıt parçası geçiyor elime. Açıp bakıyorum... O karanlığa alışmış gözlerim, ufak kağıt parçasındaki numarayı oldukça net seçiyor. Boş veriyorum, geri atıyorum cebime. Sağ cebime atıyorum bu sefer de elimi. Sigara paketim ve çakmağım. Yeni paketin jelatinini açıyorum, buruşturup koltuğa, yanıma koyuyorum. Paketten bir sigara çıkarıp, ıslattığım dudaklarımın arasına koyuyorum. Çakmak üçüncü denememde zifiri karanlık odada alev alıp belirli bir bölgeyi aydınlatıyor. Sigaramı ateşliyorum ve çakmağı, buruşturduğum jelatinin yanına koyuyorum.

Sigaradan ilk nefesi asla içime çekemem. Çok pis hissediyorum dumanı. Sanki sonrası oldukça temiz ve zararsızmış gibi...

Derin bir nefes çekiyorum içime. Dışarıya verdiğim dumanın tavana doğru yükselip dağılışını izliyorum. Ve ardından az önce odaklanmış olduğum duvara dönüp bakmaya, beklemeye devam ediyorum.

Sigaram eriyor...

Elimi sol cebime atıp buruşmuş, yıpranmış kağıdı çıkarıyorum tekrar. Diğer elimde de telefonum. Numarayı çeviriyorum...

Telefon açılıyor, ses yok.

''Hazırım... Seni istiyorum!'' diyorum ve cevap beklemeden kapatıyorum telefonu.

Üzerimi çıkarıyorum. Koltuğun üzerindekileri yere savuruyorum. Sehpanın üzerinde söndürdüğüm sigarayı izleyerek uzanıyorum. İki büklüm oluyorum...

Canım acıyor...

Yabancı bir ev, yabancı dört duvar, yabancı kekremsi bir koku ve içinde kahve bulunan yabancı bir bardak... her yudumumda bulunduğum yere daha da yabancılaştıran. Farid Farjad biraz ötemde, elektronik bir cihazın içinde ölesiye ağlatıyor kemanı... beni... seni... onu...

Gel diyor içimdeki insan. Gel ve gir artık şu kapıdan. Dilediğin gibi konuş, istemiyorsan da iki kelamını esirgeme benden. O dudaklarının aralanışını ve bana gönderdiğin harfleri biriktirip kendime yeni bir dünya inşa etme istiyorum. Belki ellerimi tutacağın ve hiç bırakmamayı düşlediğimiz bir dünya...

Kahve azalıyor yavaş yavaş.
Bunlar, şarkının son tınıları.
Bu akan, gözyaşlarımın belki son damlaları.

Bir kahve daha?

Yabancı Bardak

Yabancı bir ev, yabancı dört duvar, yabancı kekremsi bir koku ve içinde kahve bulunan yabancı bir bardak... her yudumumda bulunduğum yere daha da yabancılaştıran. Farid Farjad biraz ötemde, elektronik bir cihazın içinde ölesiye ağlatıyor kemanı... beni... seni... onu...

Gel diyor içimdeki insan. Gel ve gir artık şu kapıdan. Dilediğin gibi konuş, istemiyorsan da iki kelamını esirgeme benden. O dudaklarının aralanışını ve bana gönderdiğin harfleri biriktirip kendime yeni bir dünya inşa etme istiyorum. Belki ellerimi tutacağın ve hiç bırakmamayı düşlediğimiz bir dünya...

Kahve azalıyor yavaş yavaş.
Bunlar, şarkının son tınıları.
Bu akan, gözyaşlarımın belki son damlaları.

Bir kahve daha?

Karşımda ucu bucu olmayan, durgun bir su var. Hava kapalı, sertçe vuran fakat sonrasında yüzümü ve saçlarımı okşayan bir rüzgar... Elimde de henüz yakmış olduğum bir sigara... Etrafı kahverengiye bürünmüş, rüzgarın vermiş olduğu hızla yanan bir sigara...

Durgun suyu harekete geçiren ufak balıklar ve onlara eşlik eden martılar var. Bir balık zıplıyor ve suya gömüldüğünde halkalar etrafa yayılıyor. Ayaklarımın ucuna kadar devam eden halka, sanki denizden çıkıp etrafımı sarmalıyor.

Bir ışık, delicesine bir ışık kaplıyor etrafımı. Bedenimi ele geçiren bir akım varmış gibi hissediyorum. Gecenin en karanlık vaktinde, bir başıma, hiç bilmediğim ve tanımadığım bir şehirde, yabancı insanların kokularıyla bezenmiş bir şehirde, yapayalnızım. Korkuyorum...

Gözlerimi yumuyorum ve kendimi ağaçların hışırtısına bırakıyorum. Bir an gözlerimi araladığımda bir yaprağın avucuma düşmüş olduğunu görüyorum. Gülümsüyorum ve kafamı kaldırıp suyu izlemeye devam ediyorum.

Bir balık zıplıyor... Ve hızla ona doğru ilerleyen martı, acımadan havada kapıyor onu...

Hayat acımasız...
Büyüğün küçüğü yediği,
küçüğün büyükten kaçtığı,
kanlı ve acımasız bir hayat...

Kanlı ve Acımaz Bir Hayat

Karşımda ucu bucu olmayan, durgun bir su var. Hava kapalı, sertçe vuran fakat sonrasında yüzümü ve saçlarımı okşayan bir rüzgar... Elimde de henüz yakmış olduğum bir sigara... Etrafı kahverengiye bürünmüş, rüzgarın vermiş olduğu hızla yanan bir sigara...

Durgun suyu harekete geçiren ufak balıklar ve onlara eşlik eden martılar var. Bir balık zıplıyor ve suya gömüldüğünde halkalar etrafa yayılıyor. Ayaklarımın ucuna kadar devam eden halka, sanki denizden çıkıp etrafımı sarmalıyor.

Bir ışık, delicesine bir ışık kaplıyor etrafımı. Bedenimi ele geçiren bir akım varmış gibi hissediyorum. Gecenin en karanlık vaktinde, bir başıma, hiç bilmediğim ve tanımadığım bir şehirde, yabancı insanların kokularıyla bezenmiş bir şehirde, yapayalnızım. Korkuyorum...

Gözlerimi yumuyorum ve kendimi ağaçların hışırtısına bırakıyorum. Bir an gözlerimi araladığımda bir yaprağın avucuma düşmüş olduğunu görüyorum. Gülümsüyorum ve kafamı kaldırıp suyu izlemeye devam ediyorum.

Bir balık zıplıyor... Ve hızla ona doğru ilerleyen martı, acımadan havada kapıyor onu...

Hayat acımasız...
Büyüğün küçüğü yediği,
küçüğün büyükten kaçtığı,
kanlı ve acımasız bir hayat...

Bu gece yıldızlar görünmüyor... Her yer kapkara, zifiri karanlık. Yıldızlar oradadır belki, fakat saklanmışlardır kırık beyaz, kesik kesik bulutların ardına. İzliyorlardır beni, seni, bizi... Veyahut aşkımızı, şehvetimizi, tutkumuzu...

Biraz soğukluk taşıyor üzerinde hava, bu gece. Esmiyor ama tenimize dokunan hava ürpertiyor bedenimizi. Sıcak bir şeylere ihtiyacım var ya da beni sıcak tutacak bir şeylere. Aşkına bir kaşık şeker kat ve buharı üzerinde kalbini bana uzat.

Bir fısıltı gibi çarpıyor adın kulağıma. Havadislerini alıyorum elin kahpelerinden. İğneler batıyor bedenime, bir bir! Suratım düşüyor, ayak izleriyle kirlenmiş yerlere.

Bir sinek var odanın içinde. Sinir bozucu bir şekilde hızla uçuyor duvardan duvara, bana yaklaşınca yavaşlıyor. Bir süre duruyor, sanki beni izliyormuşçasına bir tavırla yalpalaya yalpalaya üzerime konuyor. İzliyorum... Ellerini birbirine sürtüyor, az sonra canımı acıtacağına dair bir işaret veriyor bana. Sen öyle yapmadın... Vakitsizce, bir bakış bile bırakmadan ardından; bir ses, bir nefes bile bırakmadan kan kırmızı toprağın altına bıraktın beni, ellerinle.

Şimdi ne yıldızlar umurumda ne de zifiri karanlık gökyüzü...

Umurumda Değil Yıldızlar

Bu gece yıldızlar görünmüyor... Her yer kapkara, zifiri karanlık. Yıldızlar oradadır belki, fakat saklanmışlardır kırık beyaz, kesik kesik bulutların ardına. İzliyorlardır beni, seni, bizi... Veyahut aşkımızı, şehvetimizi, tutkumuzu...

Biraz soğukluk taşıyor üzerinde hava, bu gece. Esmiyor ama tenimize dokunan hava ürpertiyor bedenimizi. Sıcak bir şeylere ihtiyacım var ya da beni sıcak tutacak bir şeylere. Aşkına bir kaşık şeker kat ve buharı üzerinde kalbini bana uzat.

Bir fısıltı gibi çarpıyor adın kulağıma. Havadislerini alıyorum elin kahpelerinden. İğneler batıyor bedenime, bir bir! Suratım düşüyor, ayak izleriyle kirlenmiş yerlere.

Bir sinek var odanın içinde. Sinir bozucu bir şekilde hızla uçuyor duvardan duvara, bana yaklaşınca yavaşlıyor. Bir süre duruyor, sanki beni izliyormuşçasına bir tavırla yalpalaya yalpalaya üzerime konuyor. İzliyorum... Ellerini birbirine sürtüyor, az sonra canımı acıtacağına dair bir işaret veriyor bana. Sen öyle yapmadın... Vakitsizce, bir bakış bile bırakmadan ardından; bir ses, bir nefes bile bırakmadan kan kırmızı toprağın altına bıraktın beni, ellerinle.

Şimdi ne yıldızlar umurumda ne de zifiri karanlık gökyüzü...


Korkuyorum... 
Neden diye sormayın,
 bilmiyorum..

Zifiri karanlık bir odada, iki nefes var sadece.
Biri alırken diğeri veriyor,
biri verirken diğeri alıyor.
 Pencereden sızan hafif bir ışık var sadece.
O da odanın içinde uçuşan 
tozların gün yüzüne çıkmasına sebep oluyor.

Yanımda bir nefes daha olmasına rağmen
kendimi neden hala yalnız,
yapayalnız hissediyorum?
Elimin üzerinde bir el,
zifiri karanlıkta siyahımsı bir silüet
olmadığı için mi? 
Bilmiyorum...
Bana sormayın.

Gözlerim tamamiyle açık...
Kırpmıyorum.
Saat tam olarak sabahın beşi.
Hava hafiften aydınlanmaya meraklı,
karanlık ise aydınlığa direniyor.
Karanlık da biliyor
sonucun ne olacağını,
fakat yine de pes etmiyor.

Uyumak istiyorum...
Gün doğmadan uyumak istiyorum.
Aydınlıkta uyuyamam
ben.
Gözlerimi,
kapatamam.

Biraz daha diren karanlık...
Pes etme!
Zamanın gelecek
ama biraz daha diren.
Ben
gözlerimi yumayım
ve
huzura ereyim.
Kulaklarımın tamamen duymadığı,
gözlerimin tamamen görmediği 
o anda bırak bu amaçsız oyunu.
Pes et
ve 
geri çekil.
Ya da gel yanıma kıvrıl,
bu yorganı beraber paylaşalım...

Karanlığın Sessiz Mücadelesi


Korkuyorum... 
Neden diye sormayın,
 bilmiyorum..

Zifiri karanlık bir odada, iki nefes var sadece.
Biri alırken diğeri veriyor,
biri verirken diğeri alıyor.
 Pencereden sızan hafif bir ışık var sadece.
O da odanın içinde uçuşan 
tozların gün yüzüne çıkmasına sebep oluyor.

Yanımda bir nefes daha olmasına rağmen
kendimi neden hala yalnız,
yapayalnız hissediyorum?
Elimin üzerinde bir el,
zifiri karanlıkta siyahımsı bir silüet
olmadığı için mi? 
Bilmiyorum...
Bana sormayın.

Gözlerim tamamiyle açık...
Kırpmıyorum.
Saat tam olarak sabahın beşi.
Hava hafiften aydınlanmaya meraklı,
karanlık ise aydınlığa direniyor.
Karanlık da biliyor
sonucun ne olacağını,
fakat yine de pes etmiyor.

Uyumak istiyorum...
Gün doğmadan uyumak istiyorum.
Aydınlıkta uyuyamam
ben.
Gözlerimi,
kapatamam.

Biraz daha diren karanlık...
Pes etme!
Zamanın gelecek
ama biraz daha diren.
Ben
gözlerimi yumayım
ve
huzura ereyim.
Kulaklarımın tamamen duymadığı,
gözlerimin tamamen görmediği 
o anda bırak bu amaçsız oyunu.
Pes et
ve 
geri çekil.
Ya da gel yanıma kıvrıl,
bu yorganı beraber paylaşalım...

Bazı zamanlar, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Oturduğum yerden kalkmaya, yürümeye, konuşmaya ve hatta yemek yemeye bile eriniyorum. Ne zaman düzeleceğim diyorum, kendime. Cevap yok. Ne dudaklarım aralanıyor, ne dilim hareket ediyor, ne de ses tellerim zahmet edip de titreşiyor.

Bazı zamanlar, geçiyorum ekranın karşısına ve rastgele bir fotoğraf açıyorum. İçinde insan olmayan, rastgele bir fotoğraf. Tam ekran yapıyorum ve bir sigara yakıyorum. Çekiyorum deli gibi dumanı ciğerlerime. En fazla ne kadar acı çekebilirim sigara dumanıyla, ne kadar yakabilir boğazımı diye denemeler yapıyorum. Bu sırada dalıp gitmiş oluyorum fotoğrafa. İnceliyorum... İnceliyorum... O kadar çok şey söylüyor ki bana, anlatmam imkansız. Mümkün değil. Parmaklarımın arasındaki sigara ise eridikçe eriyor. Küller düşmek için boynunu büküyor. Bir nefes daha alıyorum ve söndürüyorum sigaramı.

Bazı zamanlar, öyle yalnız kalıyorum ki... Yalnızlığa takıyorum kafayı. Dalga geçiyorum onunla. Dilimi çıkarıyorum. Kahkaha atıyorum. Duruluyorum... Karşısına geçiyorum ve ''Derdin ne senin?'' diyorum. Yüzüme bile bakmıyor; ne bir ses var ne de bir tepki. Kafasını kaldırsa, konuşsa, söylese, susmasa; belki çözülüp bitecek dertler. Kalkıyorum karşısından, yanına geçiyorum. Ben de susuyorum ve onun olmadığı tarafa çeviriyorum kafamı. Bir nokta seçiyorum ve oraya dalıyorum.

Bazı zamanlar öyle bir yazasım geliyor ki... Kalemleri, kağıtları ağlata ağlata. Bir şarkı istiyorum, hiç bitmeyen. Bir başlatayım, ömrümün sonuna kadar çalsın. Ve ben o zaman sürecinden sadece yazayım. Hiç kimse olmasın yanımda. Ne bir el istiyorum ellerimde, omzumda, ne bir ses istiyorum kulağımda... Sadece müziğin o hiç rahatsız etmeyen tınısı, kalemim, kağıtlarım ve ben... Bir yandan kalemim ağlasın, bir yandan ben.

Bazı zamanlar öyle bir sessizlik oluyor ki... Kulaklarımda bangır bangır çınlıyor sesi; sessizliğin sesi...

Bazı Zamanlar...

Bazı zamanlar, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Oturduğum yerden kalkmaya, yürümeye, konuşmaya ve hatta yemek yemeye bile eriniyorum. Ne zaman düzeleceğim diyorum, kendime. Cevap yok. Ne dudaklarım aralanıyor, ne dilim hareket ediyor, ne de ses tellerim zahmet edip de titreşiyor.

Bazı zamanlar, geçiyorum ekranın karşısına ve rastgele bir fotoğraf açıyorum. İçinde insan olmayan, rastgele bir fotoğraf. Tam ekran yapıyorum ve bir sigara yakıyorum. Çekiyorum deli gibi dumanı ciğerlerime. En fazla ne kadar acı çekebilirim sigara dumanıyla, ne kadar yakabilir boğazımı diye denemeler yapıyorum. Bu sırada dalıp gitmiş oluyorum fotoğrafa. İnceliyorum... İnceliyorum... O kadar çok şey söylüyor ki bana, anlatmam imkansız. Mümkün değil. Parmaklarımın arasındaki sigara ise eridikçe eriyor. Küller düşmek için boynunu büküyor. Bir nefes daha alıyorum ve söndürüyorum sigaramı.

Bazı zamanlar, öyle yalnız kalıyorum ki... Yalnızlığa takıyorum kafayı. Dalga geçiyorum onunla. Dilimi çıkarıyorum. Kahkaha atıyorum. Duruluyorum... Karşısına geçiyorum ve ''Derdin ne senin?'' diyorum. Yüzüme bile bakmıyor; ne bir ses var ne de bir tepki. Kafasını kaldırsa, konuşsa, söylese, susmasa; belki çözülüp bitecek dertler. Kalkıyorum karşısından, yanına geçiyorum. Ben de susuyorum ve onun olmadığı tarafa çeviriyorum kafamı. Bir nokta seçiyorum ve oraya dalıyorum.

Bazı zamanlar öyle bir yazasım geliyor ki... Kalemleri, kağıtları ağlata ağlata. Bir şarkı istiyorum, hiç bitmeyen. Bir başlatayım, ömrümün sonuna kadar çalsın. Ve ben o zaman sürecinden sadece yazayım. Hiç kimse olmasın yanımda. Ne bir el istiyorum ellerimde, omzumda, ne bir ses istiyorum kulağımda... Sadece müziğin o hiç rahatsız etmeyen tınısı, kalemim, kağıtlarım ve ben... Bir yandan kalemim ağlasın, bir yandan ben.

Bazı zamanlar öyle bir sessizlik oluyor ki... Kulaklarımda bangır bangır çınlıyor sesi; sessizliğin sesi...


Hiçbir şey hissetmiyorum... Belki de hissedemiyorum... Bilmiyorum...

Kafamı kaldırıyorum yavaşça. Yukarıya, en tepeye, en uzağa bakmak istiyorum. Gökyüzünde görebildiğim, görebileceğim en uzak yere. En açık mavi, beyaza kaçan yere. Gözlerimi oraya dikmek ve uzun bir süre oraya bakmak...

Gözlerimi açamıyorum. Gün ışığı yüzüme vuruyor ve gözlerimi açmadığım halde gözlerimi daha da sıkı kapatmama sebep oluyor. ''Açma!'' diyor sanki. ''Açma gözlerini.''

Soramıyorum ''Neden?'' diye. Kafamı sallıyorum. Omuzlarım düşüyor. Açmak istiyorum gözlerimi, açamıyorum. Açsam, baksam, görsem en uzağı. Belki biter içimdeki en acı duygu. Açsam gözlerimi, baksam, görsem en uzağı, gülümseyeceğim belki. Açsam gözlerimi, baksam ve görsem en uzağı, o zaman rahatlayacağım belki de.

***


Elini uzat, tut ellerimden. Yavaşça okşarken işaret parmağımı, gözlerime bak. Gülümse, kafanı eğ ve okşadığın parmağıma bak. Tekrar kaldır kafanı. Parlayan gözlerinle bak gözlerimin içine. Uzaktan değil. Korkma. Gel. Bakabildiğin kadar yakından bak gözlerime, tutabildiğin kadar sıkı tut ellerimi, gidemeyeceğin kadar kal yanımda.

Bırak şimdi diğer elindeki bardağı. Soğudu o kahve. Sıkma canını, yenisini söyleriz. O da mı soğuyacak? Bir tane daha söyleriz... Boşver şimdi onu. Her iki elinle de tut ellerimi.

*** 


Neden dolu bu kadar içim? Neden dışarıya atamıyorum bu pis duyguyu? Neden sıkışıyor kalbim? Neden yanımda değilsin? Neden ellerim boşta? Neden gözlerim ağlıyor, benden habersiz. Neden çökmüş yanağım? Neden kıpkırmızı gözlerimin altı?

Nerdesin?

Nerdesin bilmiyorum. Ama her nerdeysen bir an önce gel. Çünkü bu gözler seni görmek, bu eller sana dokunmak istiyor. Bedenim sana susamış. Bir görse canlanacak, bir görse kendine gelecek.

Bak... Bu son gözyaşım olmayacak, biliyorum. Sen gelene kadar akacak, süzülecek, kuruyup gidecek belki bir zaman sonra. Ama akacak... Akacak...

Hadi gel... Bekliyorum...

Şimdi...

Şu an...

Ben saymaya başlıyorum... Gel, olur mu?

1... 2... 3... 4...

Ben Saymaya Başlıyorum... Gel, Olur Mu?


Hiçbir şey hissetmiyorum... Belki de hissedemiyorum... Bilmiyorum...

Kafamı kaldırıyorum yavaşça. Yukarıya, en tepeye, en uzağa bakmak istiyorum. Gökyüzünde görebildiğim, görebileceğim en uzak yere. En açık mavi, beyaza kaçan yere. Gözlerimi oraya dikmek ve uzun bir süre oraya bakmak...

Gözlerimi açamıyorum. Gün ışığı yüzüme vuruyor ve gözlerimi açmadığım halde gözlerimi daha da sıkı kapatmama sebep oluyor. ''Açma!'' diyor sanki. ''Açma gözlerini.''

Soramıyorum ''Neden?'' diye. Kafamı sallıyorum. Omuzlarım düşüyor. Açmak istiyorum gözlerimi, açamıyorum. Açsam, baksam, görsem en uzağı. Belki biter içimdeki en acı duygu. Açsam gözlerimi, baksam, görsem en uzağı, gülümseyeceğim belki. Açsam gözlerimi, baksam ve görsem en uzağı, o zaman rahatlayacağım belki de.

***


Elini uzat, tut ellerimden. Yavaşça okşarken işaret parmağımı, gözlerime bak. Gülümse, kafanı eğ ve okşadığın parmağıma bak. Tekrar kaldır kafanı. Parlayan gözlerinle bak gözlerimin içine. Uzaktan değil. Korkma. Gel. Bakabildiğin kadar yakından bak gözlerime, tutabildiğin kadar sıkı tut ellerimi, gidemeyeceğin kadar kal yanımda.

Bırak şimdi diğer elindeki bardağı. Soğudu o kahve. Sıkma canını, yenisini söyleriz. O da mı soğuyacak? Bir tane daha söyleriz... Boşver şimdi onu. Her iki elinle de tut ellerimi.

*** 


Neden dolu bu kadar içim? Neden dışarıya atamıyorum bu pis duyguyu? Neden sıkışıyor kalbim? Neden yanımda değilsin? Neden ellerim boşta? Neden gözlerim ağlıyor, benden habersiz. Neden çökmüş yanağım? Neden kıpkırmızı gözlerimin altı?

Nerdesin?

Nerdesin bilmiyorum. Ama her nerdeysen bir an önce gel. Çünkü bu gözler seni görmek, bu eller sana dokunmak istiyor. Bedenim sana susamış. Bir görse canlanacak, bir görse kendine gelecek.

Bak... Bu son gözyaşım olmayacak, biliyorum. Sen gelene kadar akacak, süzülecek, kuruyup gidecek belki bir zaman sonra. Ama akacak... Akacak...

Hadi gel... Bekliyorum...

Şimdi...

Şu an...

Ben saymaya başlıyorum... Gel, olur mu?

1... 2... 3... 4...

Uzun zaman oldu...

Elimde, kaynamış suyun içine bırakmak üzere olduğum bir çay poşeti var. Suyun fokurdayışını duyuyorum. Fakat ne uzanıyorum suyu almak için ne de altını kapatıyorum ocağın.

Bir süre sonra bakmakta olduğum ateşin hızı azalıyor. Yavaşça, yavaşça sönüyor. Etraf hafiften gaz kokuyor. Bu sefer bir hamleyle kapatıyorum ocağın altını ve suyu alıyorum.

Boşaltıyorum bir bardağa ve çay poşetini içine bırakıyorum. Döne döne dibe çöküyor. Kırmızı rengini suya salıyor. Suyun rengi bir süre sonra değişiyor. Pembemsi, kırmızımsı bir renk... Gaz kokusu yok oluyor. Etrafım çilek kokmaya başlıyor. Tatlı, şekerli bir çilek kokusu...

Gözlerimi kapatıyorum, bardağı elime alıyorum ve kokuyu iyice içime çekiyorum.

Uzun zaman oldu...

Elime kalem almayalı uzun zaman oldu. Bir şeyler karalamayalı, içimde biriken gözyaşlarımı kalemimden akıtmayalı çok uzun zaman oldu. Yalnızlığım içimde büyüyor. Fakat gözyaşlarımı hiçbir zaman geçemiyor. Bir zaman geliyor ki, o suda boğulacak gibi oluyor yalnızlığım. Ve öyle de oluyor...

Can çekişiyor... Kurtarmak istiyorum ama kulağıma fısıldıyor bir ses: ''Hayır, bırak!''

Ben de biliyorum; tutsam elinden yalnızlığın, yine acıya boğulacağım. Yine sessizliğe gömüleceğim.

Bırakıyorum, gidiyor... Çığlık atıyor, kurtarmamı istiyor... Bir zaman sonra susuyor...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Ama bütün suç kışta. Çok geç geldi. Özletti kendini. Fakat olsun, şu an yanımızda ya. Sarmış dört bir yanımı, üşütüyor beni. Hoş bir serinlik bu. Özlediğim bir his...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Yatağıma geçiyorum ve bir sigara yakıyorum. Dumanı tavana doğru süzülüyor. Zamanla yok oluyor.

Ve ben, bir kış gününde daha son nefesimi veriyorum...

Uzun Zaman Oldu, Biliyorum...

Uzun zaman oldu...

Elimde, kaynamış suyun içine bırakmak üzere olduğum bir çay poşeti var. Suyun fokurdayışını duyuyorum. Fakat ne uzanıyorum suyu almak için ne de altını kapatıyorum ocağın.

Bir süre sonra bakmakta olduğum ateşin hızı azalıyor. Yavaşça, yavaşça sönüyor. Etraf hafiften gaz kokuyor. Bu sefer bir hamleyle kapatıyorum ocağın altını ve suyu alıyorum.

Boşaltıyorum bir bardağa ve çay poşetini içine bırakıyorum. Döne döne dibe çöküyor. Kırmızı rengini suya salıyor. Suyun rengi bir süre sonra değişiyor. Pembemsi, kırmızımsı bir renk... Gaz kokusu yok oluyor. Etrafım çilek kokmaya başlıyor. Tatlı, şekerli bir çilek kokusu...

Gözlerimi kapatıyorum, bardağı elime alıyorum ve kokuyu iyice içime çekiyorum.

Uzun zaman oldu...

Elime kalem almayalı uzun zaman oldu. Bir şeyler karalamayalı, içimde biriken gözyaşlarımı kalemimden akıtmayalı çok uzun zaman oldu. Yalnızlığım içimde büyüyor. Fakat gözyaşlarımı hiçbir zaman geçemiyor. Bir zaman geliyor ki, o suda boğulacak gibi oluyor yalnızlığım. Ve öyle de oluyor...

Can çekişiyor... Kurtarmak istiyorum ama kulağıma fısıldıyor bir ses: ''Hayır, bırak!''

Ben de biliyorum; tutsam elinden yalnızlığın, yine acıya boğulacağım. Yine sessizliğe gömüleceğim.

Bırakıyorum, gidiyor... Çığlık atıyor, kurtarmamı istiyor... Bir zaman sonra susuyor...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Ama bütün suç kışta. Çok geç geldi. Özletti kendini. Fakat olsun, şu an yanımızda ya. Sarmış dört bir yanımı, üşütüyor beni. Hoş bir serinlik bu. Özlediğim bir his...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Yatağıma geçiyorum ve bir sigara yakıyorum. Dumanı tavana doğru süzülüyor. Zamanla yok oluyor.

Ve ben, bir kış gününde daha son nefesimi veriyorum...

Taktım yine kulaklıklarımı. Açtım müziği... Son ses. İçimi acıtacak, beni ağlatacak, güçsüzleştirecek ama bir o kadar da rahatlatacak bir şarkı.

Mavi patiklerim ayaklarımdan başlıyor bedenimi ısıtmaya... Yavaş yavaş... İçimi düşünmüyorum henüz.

Soğuk sarmış dört yanımı, acı çığlıklarla beraber. Yalnızlığın çığlığı, terk edilmiş çığlıklar; bir kenara atılmış, can çekişen çığlıklar... Dolduruyorlar bir bir beynimin içini.

Sıcacık, bir bardak çay. Tek şekerli, hafif acımsı. Kendime gelebilmek için, çayı şekerden yoksun bıraktım bugün. Ha bir de... Bir de içimi ısıtmak için bu kadar sıcak...

Bir yudum...
Ve büyük bir yudum daha...

Kulaklığımdan sesleniyor bana Mabel...

''Kaldır kafanı bak, kimler can çekişiyor cennette?
Kim çoktan ölmüş, kim diri kendi cehenneminde?''

ARAFTA

Taktım yine kulaklıklarımı. Açtım müziği... Son ses. İçimi acıtacak, beni ağlatacak, güçsüzleştirecek ama bir o kadar da rahatlatacak bir şarkı.

Mavi patiklerim ayaklarımdan başlıyor bedenimi ısıtmaya... Yavaş yavaş... İçimi düşünmüyorum henüz.

Soğuk sarmış dört yanımı, acı çığlıklarla beraber. Yalnızlığın çığlığı, terk edilmiş çığlıklar; bir kenara atılmış, can çekişen çığlıklar... Dolduruyorlar bir bir beynimin içini.

Sıcacık, bir bardak çay. Tek şekerli, hafif acımsı. Kendime gelebilmek için, çayı şekerden yoksun bıraktım bugün. Ha bir de... Bir de içimi ısıtmak için bu kadar sıcak...

Bir yudum...
Ve büyük bir yudum daha...

Kulaklığımdan sesleniyor bana Mabel...

''Kaldır kafanı bak, kimler can çekişiyor cennette?
Kim çoktan ölmüş, kim diri kendi cehenneminde?''



Tarifi yok duygularımın, hissettiklerimin. Ne desem yalan ne söylesem kandırmaca. Kendi içimde yok oluyorum. Savaş veriyorum duygularımla. Ben ölmedikçe o da ölmeyecek.

Aşk kavramı ne kadar da uzakta şimdi. Kaybetti beni diye düşünmeye başlamıştım, yanılmışım. Kim kimi kaybetti acaba. Hali hazırda bekliyormuş yamacımda. O anı bekliyormuş, ucunda kalp olan okunu bana saplamak için.

Sudan çıkmış balık gibi çırpınıveriyorum. Kendime gelmek istiyorum ama olmuyor. Ben artık benliğimden uzak bir yerlerde yapayalnız bir aşk yaşıyorum.

Her cümlemin sonuna, noktamdan önceme konu oluyorsun. Her şeyi sana bağlıyor, senle başlıyor, senle bitiriyorum. Bunu fark etmemiştim daha evvel. Belki de fark etmemek için ayrı bir savaş vermiştim. Sen hala sen; ben ise hala benim. Neden ortak bir noktaya adım atamadık, atamıyoruz ki?

Neden bu kadar uzaksın bana? Yanımda, en yakınımda olmana rağmen. Neden ulaşılmazsın ki bu kadar? Yoksa bunların hiçbiri yok da, ben kendi karamsarlığımla mı boğuşuyorum?

Ahh... Bunu daha önce kimselere söylemedim, söyleyemedim! Beni sev... En masum, en temiz kalbinle sev beni. Ben seni öyle seviyorum...

Yapayalnız Yaşıyorum Aşkımı... Nerdesin?


Tarifi yok duygularımın, hissettiklerimin. Ne desem yalan ne söylesem kandırmaca. Kendi içimde yok oluyorum. Savaş veriyorum duygularımla. Ben ölmedikçe o da ölmeyecek.

Aşk kavramı ne kadar da uzakta şimdi. Kaybetti beni diye düşünmeye başlamıştım, yanılmışım. Kim kimi kaybetti acaba. Hali hazırda bekliyormuş yamacımda. O anı bekliyormuş, ucunda kalp olan okunu bana saplamak için.

Sudan çıkmış balık gibi çırpınıveriyorum. Kendime gelmek istiyorum ama olmuyor. Ben artık benliğimden uzak bir yerlerde yapayalnız bir aşk yaşıyorum.

Her cümlemin sonuna, noktamdan önceme konu oluyorsun. Her şeyi sana bağlıyor, senle başlıyor, senle bitiriyorum. Bunu fark etmemiştim daha evvel. Belki de fark etmemek için ayrı bir savaş vermiştim. Sen hala sen; ben ise hala benim. Neden ortak bir noktaya adım atamadık, atamıyoruz ki?

Neden bu kadar uzaksın bana? Yanımda, en yakınımda olmana rağmen. Neden ulaşılmazsın ki bu kadar? Yoksa bunların hiçbiri yok da, ben kendi karamsarlığımla mı boğuşuyorum?

Ahh... Bunu daha önce kimselere söylemedim, söyleyemedim! Beni sev... En masum, en temiz kalbinle sev beni. Ben seni öyle seviyorum...

Bir sessizlik çöküyor içime...

Bir yoksulluk var avuçlarımda. Ellerimi sıkmaktan terliyor içerisi. Hava almak istiyor, ama açmıyorum. Sıktıkça sıkıyordum ellerimi. Açtığımda içerisinden bir kuşun çıkıp uçuvermesinden korkuyorum. Kalsın orada, avuçlarımın içinde. Benimle kalsın, gitmesin hiçbir yere.

Bir yalnızlık çöküyor yüreğime...

Bir yokluk, bir hiçlik. Daha yavaş atıyor, daha sessiz. Ölüme yaklaşıyor sanki adım adım. Yaklaştıkça korkuyor, daha da yavaşlıyor gibi. İçimi bir korku sarıyor, bir ürpertiyle sarsılıyor bedenim. İşte o an kendime geliyorum.

Bir öpücük konuyor yanağıma...

Bir koku geliyor burnuma. İçime bir güven doluyor, tebessüm ediyorum. Kendimle baş başa olmaktan sıkılmıştım. Kendimle kahve içiyor, kendi kendime sohbet ediyor ve ağlarken göz yaşlarımı ellerimin tersiyle siliyor, yalnızlığımı kutluyordum.

Şimdi biri daha var...

Bir koku var. Kahveyi artık iki kişilik yapıyorum, dertlerimi dinleyecek, yalnızlığımın üzerine örtülen perdeyi açıverecek biri var, gözyaşlarımı kendim değil, parmaklarıyla silip üzerine öpücük konduracak biri.

Sessiz Öpücük ile İki Kişilik Yalnızlık

Bir sessizlik çöküyor içime...

Bir yoksulluk var avuçlarımda. Ellerimi sıkmaktan terliyor içerisi. Hava almak istiyor, ama açmıyorum. Sıktıkça sıkıyordum ellerimi. Açtığımda içerisinden bir kuşun çıkıp uçuvermesinden korkuyorum. Kalsın orada, avuçlarımın içinde. Benimle kalsın, gitmesin hiçbir yere.

Bir yalnızlık çöküyor yüreğime...

Bir yokluk, bir hiçlik. Daha yavaş atıyor, daha sessiz. Ölüme yaklaşıyor sanki adım adım. Yaklaştıkça korkuyor, daha da yavaşlıyor gibi. İçimi bir korku sarıyor, bir ürpertiyle sarsılıyor bedenim. İşte o an kendime geliyorum.

Bir öpücük konuyor yanağıma...

Bir koku geliyor burnuma. İçime bir güven doluyor, tebessüm ediyorum. Kendimle baş başa olmaktan sıkılmıştım. Kendimle kahve içiyor, kendi kendime sohbet ediyor ve ağlarken göz yaşlarımı ellerimin tersiyle siliyor, yalnızlığımı kutluyordum.

Şimdi biri daha var...

Bir koku var. Kahveyi artık iki kişilik yapıyorum, dertlerimi dinleyecek, yalnızlığımın üzerine örtülen perdeyi açıverecek biri var, gözyaşlarımı kendim değil, parmaklarıyla silip üzerine öpücük konduracak biri.

Yalnızlıktan kaçıyorum. Her adımım bir diğerinden daha büyük, daha korkulu, daha titrek. Sert rüzgar, beni durdurmak istercesine yüzüme tokatlar indiriyordu aniden, bir sonraki gittikçe daha da sert! Soluklanacak olsam, zararıma. Yalnızlık bu, sağı solu belli olmuyor. Bir de peşinizden koşturuyorsa, durduğunuzu görür görmez içerisine alır sizi.

Benden başka hiç kimse yok mu bu yolda? Ya ben görmüyordum ya da kaçıyor olduğum bu yolda bile tek başımayım. Kokusu çıkıyor artık yalnızlığın; biraz kan, biraz terk edilmişlik ve biraz da nankörce. Nefes almak istemiyor, bir daha soluklanacağımı bile düşünmüyor hatta aklımdan sadece ''koşmak...koşmak...koşmak...'' diye geçiriyordum.

Sonu var mı bu yolun? Bir çaresi bulunur da silinir mi gözyaşları? Rüzgar diner mi? Beni terk eden gözyaşlarım geriye döner mi? Sessizce, sakince...

Yalnızlığın Terk Edilmiş Kokusu

Yalnızlıktan kaçıyorum. Her adımım bir diğerinden daha büyük, daha korkulu, daha titrek. Sert rüzgar, beni durdurmak istercesine yüzüme tokatlar indiriyordu aniden, bir sonraki gittikçe daha da sert! Soluklanacak olsam, zararıma. Yalnızlık bu, sağı solu belli olmuyor. Bir de peşinizden koşturuyorsa, durduğunuzu görür görmez içerisine alır sizi.

Benden başka hiç kimse yok mu bu yolda? Ya ben görmüyordum ya da kaçıyor olduğum bu yolda bile tek başımayım. Kokusu çıkıyor artık yalnızlığın; biraz kan, biraz terk edilmişlik ve biraz da nankörce. Nefes almak istemiyor, bir daha soluklanacağımı bile düşünmüyor hatta aklımdan sadece ''koşmak...koşmak...koşmak...'' diye geçiriyordum.

Sonu var mı bu yolun? Bir çaresi bulunur da silinir mi gözyaşları? Rüzgar diner mi? Beni terk eden gözyaşlarım geriye döner mi? Sessizce, sakince...

Kulaklarımı kapatmak istiyorum. Sıkıca, olabildiğince bastırıp sesleri duymamak istiyorum! Gözlerimi de sıkıca kapatıyorum. Her zamanki karanlığın, sessizliğin beni içine almasını bekliyorum ve bunu diliyorum.

Olmuyor... beni o çok seven ve bütün ısrarlarıma, çabalarıma rağmen bırakmayan o korkunç karanlık, şimdi beni istemiyor, geri çeviriyordu.

Kimse yalnız olmak istemez. Karanlığa hapsolup, sessizliğe gömülmek istemez. Ama ben bunu tekrar tekrar diliyordum şimdi. Karanlığı, sessizliği ve yalnız olmayı diliyorum.

Biliyorum ki dayanamayacak, gelecek ve kollarına alacak beni, karanlık. Susacaktım ve kollarında nasıl süzüldüğüme odaklanacaktım.

Hadi, seni bekliyorum. Söz veriyorum sen geldiğinde konuşmayı unutacağım.

Sen Geldiğinde Konuşmayı Unutacağım

Kulaklarımı kapatmak istiyorum. Sıkıca, olabildiğince bastırıp sesleri duymamak istiyorum! Gözlerimi de sıkıca kapatıyorum. Her zamanki karanlığın, sessizliğin beni içine almasını bekliyorum ve bunu diliyorum.

Olmuyor... beni o çok seven ve bütün ısrarlarıma, çabalarıma rağmen bırakmayan o korkunç karanlık, şimdi beni istemiyor, geri çeviriyordu.

Kimse yalnız olmak istemez. Karanlığa hapsolup, sessizliğe gömülmek istemez. Ama ben bunu tekrar tekrar diliyordum şimdi. Karanlığı, sessizliği ve yalnız olmayı diliyorum.

Biliyorum ki dayanamayacak, gelecek ve kollarına alacak beni, karanlık. Susacaktım ve kollarında nasıl süzüldüğüme odaklanacaktım.

Hadi, seni bekliyorum. Söz veriyorum sen geldiğinde konuşmayı unutacağım.

Bir süre izliyorum; dalgaların üzerindeki ayın yansımasını ve sonu olmayan bu karanlığı. Çıplak ayaklarım kumun içine gömülmüş. Üzerimdekileri birbir çıkarırken yavaşça, yürümeye başlıyorum denize doğru. ''Deniz siyah, simsiyah. Siyah yalnızlığın rengidir. Deniz, yalnız. Tıpkı benim gibi.'' Gecenin soğuğu, çıplak tenime sarılıyor. Denize değiyor artık ayaklarım; ilerliyordum, tek bir noktaya bakarak. Uzağa... çok uzağa. Gözyaşlarım akıyordu. Denizin tuzlu suyu, ağzıma değiyordu şimdi. Gözlerime doğru yükseliyor, az sonra gözyaşlarımla buluşuyordu. Gözlerimi kapatmış ve veda etmiştim her şeye. Artık nefes alamayacağımı düşündüm. Artık nefes almayacaktım. Nefes alamıyorum. ''Her şey bitti. Nefes alamı...''

Çıplak Deniz

Bir süre izliyorum; dalgaların üzerindeki ayın yansımasını ve sonu olmayan bu karanlığı. Çıplak ayaklarım kumun içine gömülmüş. Üzerimdekileri birbir çıkarırken yavaşça, yürümeye başlıyorum denize doğru. ''Deniz siyah, simsiyah. Siyah yalnızlığın rengidir. Deniz, yalnız. Tıpkı benim gibi.'' Gecenin soğuğu, çıplak tenime sarılıyor. Denize değiyor artık ayaklarım; ilerliyordum, tek bir noktaya bakarak. Uzağa... çok uzağa. Gözyaşlarım akıyordu. Denizin tuzlu suyu, ağzıma değiyordu şimdi. Gözlerime doğru yükseliyor, az sonra gözyaşlarımla buluşuyordu. Gözlerimi kapatmış ve veda etmiştim her şeye. Artık nefes alamayacağımı düşündüm. Artık nefes almayacaktım. Nefes alamıyorum. ''Her şey bitti. Nefes alamı...''

Beni bu karanlığa kim sürükledi, kim hapsetti beni buraya, kim beni bu karanlığın ortasında yapayalnız bıraktı?

Odanın içerisinde sadece bir mum vardı. Odanın yarısını aydınlatıyordu sadece. Dikkatle inceledim mumu. Yaklaştım yanına ve başladım izlemeye. Garip, gerçekten garip. Nefesim, mumun üzerindeki alevi titretiyordu.  Sanki benden başka biri daha, bir nefes daha varmış gibi hissetmeye başlıyordum. Umut doluyordu içime, aniden.

Mum gittikçe küçülüyor, sanki son nefeslerini alıyormuş gibi, biri onu boğazından sıkıyor da çırpınıyor, yaşamak için direniyormuş gibi hareketlenmeye başlıyor alevi. İçimi bir korku kaplıyor bu sefer de. Kurtarmak istiyorum sanki onu, çaresizce. Ya onu kurtarıp kendimi karanlığın ellerine verecektim ya da onun son nefesi ile birlikte alacaktı karanlık beni içine.

Mum ağlıyordu. Önce iç kısmı yani gözleri doluyordu. Sonra kendini tutamıyor, bırakıyordu yaşları. Hızlı bir şekilde akarken gözyaşları, donuyordu aniden. Bu neydi peki şimdi? Bir son mu yoksa yeni bir başlangıç mı?

Dayanamayacaktım galiba. Tam ciğerlerime havayı doldurmuş üfleyecekken... Her şey için çok geç kalmıştım, bunu anladım. Kapkaranlık odanın içinde son nefesini veren mumun üzerinden yavaşya yok olan dumanı izledim, son defa.

Geriye doğru sürükledim yerde kendimi. Sırtım duvara çarpınca az önceki yerime geldiğimi anlamıştım. En iyisi uykuya dalmaktı. İki büklüm oldum. Kafamı bacaklarımın arasına yerleştirdim ve uyumaya çalıştım. Uyumak ve uyandığımda bu korkunç yerde uyanmamayı diledim.

Bir Mumun Ölümü

Beni bu karanlığa kim sürükledi, kim hapsetti beni buraya, kim beni bu karanlığın ortasında yapayalnız bıraktı?

Odanın içerisinde sadece bir mum vardı. Odanın yarısını aydınlatıyordu sadece. Dikkatle inceledim mumu. Yaklaştım yanına ve başladım izlemeye. Garip, gerçekten garip. Nefesim, mumun üzerindeki alevi titretiyordu.  Sanki benden başka biri daha, bir nefes daha varmış gibi hissetmeye başlıyordum. Umut doluyordu içime, aniden.

Mum gittikçe küçülüyor, sanki son nefeslerini alıyormuş gibi, biri onu boğazından sıkıyor da çırpınıyor, yaşamak için direniyormuş gibi hareketlenmeye başlıyor alevi. İçimi bir korku kaplıyor bu sefer de. Kurtarmak istiyorum sanki onu, çaresizce. Ya onu kurtarıp kendimi karanlığın ellerine verecektim ya da onun son nefesi ile birlikte alacaktı karanlık beni içine.

Mum ağlıyordu. Önce iç kısmı yani gözleri doluyordu. Sonra kendini tutamıyor, bırakıyordu yaşları. Hızlı bir şekilde akarken gözyaşları, donuyordu aniden. Bu neydi peki şimdi? Bir son mu yoksa yeni bir başlangıç mı?

Dayanamayacaktım galiba. Tam ciğerlerime havayı doldurmuş üfleyecekken... Her şey için çok geç kalmıştım, bunu anladım. Kapkaranlık odanın içinde son nefesini veren mumun üzerinden yavaşya yok olan dumanı izledim, son defa.

Geriye doğru sürükledim yerde kendimi. Sırtım duvara çarpınca az önceki yerime geldiğimi anlamıştım. En iyisi uykuya dalmaktı. İki büklüm oldum. Kafamı bacaklarımın arasına yerleştirdim ve uyumaya çalıştım. Uyumak ve uyandığımda bu korkunç yerde uyanmamayı diledim.

''Yoruldum, yıkıldım, dağıldım, saklandım, gizlendim, yok oldum'' diye sayıklıyorum artık içimden kendime. Kendimi yok sayıyorum artık dünya sınırları içerisinde. Kendimi kendimde arıyorum, bulamıyorum. Artık kalbimin atışlarını duyamıyorum. Eskiden bunu yalnızlığımı bağlardım, hissizleşmeme bağlar, alıştığımı söyler geçerdim. Fakat artık bunların ikisi de yok. İkisinden daha öte, daha acı bir şey var. Bedenim terk edildi, kalbim terk edildi, ruhum... Ruhum zaten yapayalnızdı.

İnsanlar neden terk eder ya da neden terk edilir, bilmiyorum. Pişmanlıktan mı terk eder, çaresizlikten mi terk edilir; yoksa istediği için mi terk eder, isteyerek mi terk edilir. Her şey terk edilmişlik kokusunu taşıyor artık üzerinde. Hiçbir şey, hiç kimse kendisi gibi değil. Herkes farklı bir maske, farklı kıyafetler içerisinde dans ediyor sağda solda. Ben ise aralarında sakince yürüyen bir yalnızlık heykeli.

Ruhum donmuş, üşüyorum. İçim titriyor. Ağzımı açsam, sanki sigarayı adeta sonuna kadar çekmişim gibi duman boşalır içimden. Kimse bilemez içimdeki terk edilmişliğin soğukluğu bu. Kimse bilmez içimi ısıtacak, bedenimi ağladığımda ısıtacak ve bunlara sebep olacak tek bir şarkının bile artık olmadığını.

Şarkılarda terk etti beni, hiçbiri anlatmıyor beni.

Her şey gitti, herkes gitti.

Yalnızlık heykelimi ilk kim ziyarete gelecek bilmiyorum. Ben hep aynı yerde kıpırdamadan bekleyeceğim.

Yalnızlık Heykeli

''Yoruldum, yıkıldım, dağıldım, saklandım, gizlendim, yok oldum'' diye sayıklıyorum artık içimden kendime. Kendimi yok sayıyorum artık dünya sınırları içerisinde. Kendimi kendimde arıyorum, bulamıyorum. Artık kalbimin atışlarını duyamıyorum. Eskiden bunu yalnızlığımı bağlardım, hissizleşmeme bağlar, alıştığımı söyler geçerdim. Fakat artık bunların ikisi de yok. İkisinden daha öte, daha acı bir şey var. Bedenim terk edildi, kalbim terk edildi, ruhum... Ruhum zaten yapayalnızdı.

İnsanlar neden terk eder ya da neden terk edilir, bilmiyorum. Pişmanlıktan mı terk eder, çaresizlikten mi terk edilir; yoksa istediği için mi terk eder, isteyerek mi terk edilir. Her şey terk edilmişlik kokusunu taşıyor artık üzerinde. Hiçbir şey, hiç kimse kendisi gibi değil. Herkes farklı bir maske, farklı kıyafetler içerisinde dans ediyor sağda solda. Ben ise aralarında sakince yürüyen bir yalnızlık heykeli.

Ruhum donmuş, üşüyorum. İçim titriyor. Ağzımı açsam, sanki sigarayı adeta sonuna kadar çekmişim gibi duman boşalır içimden. Kimse bilemez içimdeki terk edilmişliğin soğukluğu bu. Kimse bilmez içimi ısıtacak, bedenimi ağladığımda ısıtacak ve bunlara sebep olacak tek bir şarkının bile artık olmadığını.

Şarkılarda terk etti beni, hiçbiri anlatmıyor beni.

Her şey gitti, herkes gitti.

Yalnızlık heykelimi ilk kim ziyarete gelecek bilmiyorum. Ben hep aynı yerde kıpırdamadan bekleyeceğim.

Öyle boş şeyler hissediyorum ki bu aralar, içimde ne bir kırıklık hissi ne bir acı ne de bir yok olmuşluk var. Sadece boş. Hiçbir şey hissetmeyecek hiçbir şey yapamayacak kadar boş. Ölü gibiyim, belki de eşini arayan bir ruh. Ne olduğumu, ne yapacağımı, nereye gidiceğimi, nerede yok olacağımı, nerede elimi tutacak birinin olduğunu bilmiyorum.

Her şey bana uzak. O kadar uzaklar ki, sanki bir ''kabusta ona ulaşmak için koşmaya çalışırsın ve bir türlü yerinden kıpırdayamazsın'' hissi kadar uzaklar. Yerimde sayıyorum, kıpırdayamıyorum. Beni olduğum yere sabitleyen bir şeyler var. Kıpırdayamıyorum, gözlerimi bile kırpamıyorum. Öyle bir histir ki her düşüncemin arasına, ''Ölü müyüm acaba?'' sorusu sıkışıp duruyor. Yaşıyor olamazdım, öyleyse ölmüştüm.

Ölmek sadece fiziksel anlamda gerçekleşmiyor, bunu biliyorum. İçten içe ölürsünüz bazen. Her şey kalbinize o kadar fazla yük olur ki, benim gibi böyle olduğunuz yerde kalır, kıpırdayamazsınız. Hareket edemezsiniz, göz yaşınız bile akmaz.

Ya bunu yapmaya devam edeceğim öylece ya da bu yolun sonunda ölümün eşsiz tadı ile karşı karşıya kalacağım. Şimdi bir şeyler hissedebiliyorum işte. O his de; ruhum bedenimden ayrılıyormuş gibi bir his. Sanki bedenim toprağa karışıyordu. Ölmeden diriliyordum...

Ölümün Eşsiz Tadı

Öyle boş şeyler hissediyorum ki bu aralar, içimde ne bir kırıklık hissi ne bir acı ne de bir yok olmuşluk var. Sadece boş. Hiçbir şey hissetmeyecek hiçbir şey yapamayacak kadar boş. Ölü gibiyim, belki de eşini arayan bir ruh. Ne olduğumu, ne yapacağımı, nereye gidiceğimi, nerede yok olacağımı, nerede elimi tutacak birinin olduğunu bilmiyorum.

Her şey bana uzak. O kadar uzaklar ki, sanki bir ''kabusta ona ulaşmak için koşmaya çalışırsın ve bir türlü yerinden kıpırdayamazsın'' hissi kadar uzaklar. Yerimde sayıyorum, kıpırdayamıyorum. Beni olduğum yere sabitleyen bir şeyler var. Kıpırdayamıyorum, gözlerimi bile kırpamıyorum. Öyle bir histir ki her düşüncemin arasına, ''Ölü müyüm acaba?'' sorusu sıkışıp duruyor. Yaşıyor olamazdım, öyleyse ölmüştüm.

Ölmek sadece fiziksel anlamda gerçekleşmiyor, bunu biliyorum. İçten içe ölürsünüz bazen. Her şey kalbinize o kadar fazla yük olur ki, benim gibi böyle olduğunuz yerde kalır, kıpırdayamazsınız. Hareket edemezsiniz, göz yaşınız bile akmaz.

Ya bunu yapmaya devam edeceğim öylece ya da bu yolun sonunda ölümün eşsiz tadı ile karşı karşıya kalacağım. Şimdi bir şeyler hissedebiliyorum işte. O his de; ruhum bedenimden ayrılıyormuş gibi bir his. Sanki bedenim toprağa karışıyordu. Ölmeden diriliyordum...

Belki de bu şarkıda yanımda olmalıydın. Yalnız dinlememeliydim bu şarkıyı. Belki şimdi ağlayacağıma senin sıcak kolların arasında mutluluktan gülümserdim. Güzel bir anısı olurdu belki de. Her dinlediğimde, ilk defa dinliyormuş gibi sarılıyorum bu şarkıya. İçinde seni anlatıyor mu bilmiyorum. Anlıyor muyum onu da bilmiyorum. Sadece arkalardan gelen bir ses huzur dolduruyor içime. Gülümseyerek ağlamama neden oluyor ama bu mutluluk göz yaşları değil, bunun farkındayım sadece.

Yanımdan gelip geç, beni tanımayan gözlerinle bir bakış at. İstersen güzel bir bakışma olsun, istersen anlamsız, istersen de sıradan bir bakışma. Bak en azından gözlerime. ''Baktı!'' diyebileyim kendi kendime. Kendimi kandırabileceğim bir sahte mutluluk ver elime sadece. Söz veriyorum ona iyi bakacağım. Ellerimde güvende olacak. Sadece seni özlediğim zamanlarda beni ele geçirmesine izin vereceğim.

Hala duymuyor musun şarkının sözlerini. Sahiden duyamıyor musun? Sus şimdi, sesini hiç çıkarma. Şşş...

İşte hep böyle yakınımda ol, şarkıyı hiç duyma ve ben sana daha da yakınlaşayım. Sanki sana yaklaşınca ''gerçekten hala duyamıyorsun'' deyince duyacakmışsın gibi. Seni böyle kandırayım, seni böyle tutayım yanımda. Ne var ki, bunca yıl kendimi kandırdım beni sevdiğini düşünerek. Böyle de olsa yanımda olmanı istemem çok mu?

Şu an bu şarkının da bir dakika sonra biteceğini düşünemeyecek mutluyum. Kokun burnumda, hayalin ise yanımda. Gözlerimi açmaya korkuyorum. Ya yanımda değilsen?

Ellerimde Sahte Mutluluk

Belki de bu şarkıda yanımda olmalıydın. Yalnız dinlememeliydim bu şarkıyı. Belki şimdi ağlayacağıma senin sıcak kolların arasında mutluluktan gülümserdim. Güzel bir anısı olurdu belki de. Her dinlediğimde, ilk defa dinliyormuş gibi sarılıyorum bu şarkıya. İçinde seni anlatıyor mu bilmiyorum. Anlıyor muyum onu da bilmiyorum. Sadece arkalardan gelen bir ses huzur dolduruyor içime. Gülümseyerek ağlamama neden oluyor ama bu mutluluk göz yaşları değil, bunun farkındayım sadece.

Yanımdan gelip geç, beni tanımayan gözlerinle bir bakış at. İstersen güzel bir bakışma olsun, istersen anlamsız, istersen de sıradan bir bakışma. Bak en azından gözlerime. ''Baktı!'' diyebileyim kendi kendime. Kendimi kandırabileceğim bir sahte mutluluk ver elime sadece. Söz veriyorum ona iyi bakacağım. Ellerimde güvende olacak. Sadece seni özlediğim zamanlarda beni ele geçirmesine izin vereceğim.

Hala duymuyor musun şarkının sözlerini. Sahiden duyamıyor musun? Sus şimdi, sesini hiç çıkarma. Şşş...

İşte hep böyle yakınımda ol, şarkıyı hiç duyma ve ben sana daha da yakınlaşayım. Sanki sana yaklaşınca ''gerçekten hala duyamıyorsun'' deyince duyacakmışsın gibi. Seni böyle kandırayım, seni böyle tutayım yanımda. Ne var ki, bunca yıl kendimi kandırdım beni sevdiğini düşünerek. Böyle de olsa yanımda olmanı istemem çok mu?

Şu an bu şarkının da bir dakika sonra biteceğini düşünemeyecek mutluyum. Kokun burnumda, hayalin ise yanımda. Gözlerimi açmaya korkuyorum. Ya yanımda değilsen?

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.