background img

The New Stuff

ses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bu gece yıldızlar görünmüyor... Her yer kapkara, zifiri karanlık. Yıldızlar oradadır belki, fakat saklanmışlardır kırık beyaz, kesik kesik bulutların ardına. İzliyorlardır beni, seni, bizi... Veyahut aşkımızı, şehvetimizi, tutkumuzu...

Biraz soğukluk taşıyor üzerinde hava, bu gece. Esmiyor ama tenimize dokunan hava ürpertiyor bedenimizi. Sıcak bir şeylere ihtiyacım var ya da beni sıcak tutacak bir şeylere. Aşkına bir kaşık şeker kat ve buharı üzerinde kalbini bana uzat.

Bir fısıltı gibi çarpıyor adın kulağıma. Havadislerini alıyorum elin kahpelerinden. İğneler batıyor bedenime, bir bir! Suratım düşüyor, ayak izleriyle kirlenmiş yerlere.

Bir sinek var odanın içinde. Sinir bozucu bir şekilde hızla uçuyor duvardan duvara, bana yaklaşınca yavaşlıyor. Bir süre duruyor, sanki beni izliyormuşçasına bir tavırla yalpalaya yalpalaya üzerime konuyor. İzliyorum... Ellerini birbirine sürtüyor, az sonra canımı acıtacağına dair bir işaret veriyor bana. Sen öyle yapmadın... Vakitsizce, bir bakış bile bırakmadan ardından; bir ses, bir nefes bile bırakmadan kan kırmızı toprağın altına bıraktın beni, ellerinle.

Şimdi ne yıldızlar umurumda ne de zifiri karanlık gökyüzü...

Umurumda Değil Yıldızlar

Bu gece yıldızlar görünmüyor... Her yer kapkara, zifiri karanlık. Yıldızlar oradadır belki, fakat saklanmışlardır kırık beyaz, kesik kesik bulutların ardına. İzliyorlardır beni, seni, bizi... Veyahut aşkımızı, şehvetimizi, tutkumuzu...

Biraz soğukluk taşıyor üzerinde hava, bu gece. Esmiyor ama tenimize dokunan hava ürpertiyor bedenimizi. Sıcak bir şeylere ihtiyacım var ya da beni sıcak tutacak bir şeylere. Aşkına bir kaşık şeker kat ve buharı üzerinde kalbini bana uzat.

Bir fısıltı gibi çarpıyor adın kulağıma. Havadislerini alıyorum elin kahpelerinden. İğneler batıyor bedenime, bir bir! Suratım düşüyor, ayak izleriyle kirlenmiş yerlere.

Bir sinek var odanın içinde. Sinir bozucu bir şekilde hızla uçuyor duvardan duvara, bana yaklaşınca yavaşlıyor. Bir süre duruyor, sanki beni izliyormuşçasına bir tavırla yalpalaya yalpalaya üzerime konuyor. İzliyorum... Ellerini birbirine sürtüyor, az sonra canımı acıtacağına dair bir işaret veriyor bana. Sen öyle yapmadın... Vakitsizce, bir bakış bile bırakmadan ardından; bir ses, bir nefes bile bırakmadan kan kırmızı toprağın altına bıraktın beni, ellerinle.

Şimdi ne yıldızlar umurumda ne de zifiri karanlık gökyüzü...


Korkuyorum... 
Neden diye sormayın,
 bilmiyorum..

Zifiri karanlık bir odada, iki nefes var sadece.
Biri alırken diğeri veriyor,
biri verirken diğeri alıyor.
 Pencereden sızan hafif bir ışık var sadece.
O da odanın içinde uçuşan 
tozların gün yüzüne çıkmasına sebep oluyor.

Yanımda bir nefes daha olmasına rağmen
kendimi neden hala yalnız,
yapayalnız hissediyorum?
Elimin üzerinde bir el,
zifiri karanlıkta siyahımsı bir silüet
olmadığı için mi? 
Bilmiyorum...
Bana sormayın.

Gözlerim tamamiyle açık...
Kırpmıyorum.
Saat tam olarak sabahın beşi.
Hava hafiften aydınlanmaya meraklı,
karanlık ise aydınlığa direniyor.
Karanlık da biliyor
sonucun ne olacağını,
fakat yine de pes etmiyor.

Uyumak istiyorum...
Gün doğmadan uyumak istiyorum.
Aydınlıkta uyuyamam
ben.
Gözlerimi,
kapatamam.

Biraz daha diren karanlık...
Pes etme!
Zamanın gelecek
ama biraz daha diren.
Ben
gözlerimi yumayım
ve
huzura ereyim.
Kulaklarımın tamamen duymadığı,
gözlerimin tamamen görmediği 
o anda bırak bu amaçsız oyunu.
Pes et
ve 
geri çekil.
Ya da gel yanıma kıvrıl,
bu yorganı beraber paylaşalım...

Karanlığın Sessiz Mücadelesi


Korkuyorum... 
Neden diye sormayın,
 bilmiyorum..

Zifiri karanlık bir odada, iki nefes var sadece.
Biri alırken diğeri veriyor,
biri verirken diğeri alıyor.
 Pencereden sızan hafif bir ışık var sadece.
O da odanın içinde uçuşan 
tozların gün yüzüne çıkmasına sebep oluyor.

Yanımda bir nefes daha olmasına rağmen
kendimi neden hala yalnız,
yapayalnız hissediyorum?
Elimin üzerinde bir el,
zifiri karanlıkta siyahımsı bir silüet
olmadığı için mi? 
Bilmiyorum...
Bana sormayın.

Gözlerim tamamiyle açık...
Kırpmıyorum.
Saat tam olarak sabahın beşi.
Hava hafiften aydınlanmaya meraklı,
karanlık ise aydınlığa direniyor.
Karanlık da biliyor
sonucun ne olacağını,
fakat yine de pes etmiyor.

Uyumak istiyorum...
Gün doğmadan uyumak istiyorum.
Aydınlıkta uyuyamam
ben.
Gözlerimi,
kapatamam.

Biraz daha diren karanlık...
Pes etme!
Zamanın gelecek
ama biraz daha diren.
Ben
gözlerimi yumayım
ve
huzura ereyim.
Kulaklarımın tamamen duymadığı,
gözlerimin tamamen görmediği 
o anda bırak bu amaçsız oyunu.
Pes et
ve 
geri çekil.
Ya da gel yanıma kıvrıl,
bu yorganı beraber paylaşalım...

Bazı zamanlar, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Oturduğum yerden kalkmaya, yürümeye, konuşmaya ve hatta yemek yemeye bile eriniyorum. Ne zaman düzeleceğim diyorum, kendime. Cevap yok. Ne dudaklarım aralanıyor, ne dilim hareket ediyor, ne de ses tellerim zahmet edip de titreşiyor.

Bazı zamanlar, geçiyorum ekranın karşısına ve rastgele bir fotoğraf açıyorum. İçinde insan olmayan, rastgele bir fotoğraf. Tam ekran yapıyorum ve bir sigara yakıyorum. Çekiyorum deli gibi dumanı ciğerlerime. En fazla ne kadar acı çekebilirim sigara dumanıyla, ne kadar yakabilir boğazımı diye denemeler yapıyorum. Bu sırada dalıp gitmiş oluyorum fotoğrafa. İnceliyorum... İnceliyorum... O kadar çok şey söylüyor ki bana, anlatmam imkansız. Mümkün değil. Parmaklarımın arasındaki sigara ise eridikçe eriyor. Küller düşmek için boynunu büküyor. Bir nefes daha alıyorum ve söndürüyorum sigaramı.

Bazı zamanlar, öyle yalnız kalıyorum ki... Yalnızlığa takıyorum kafayı. Dalga geçiyorum onunla. Dilimi çıkarıyorum. Kahkaha atıyorum. Duruluyorum... Karşısına geçiyorum ve ''Derdin ne senin?'' diyorum. Yüzüme bile bakmıyor; ne bir ses var ne de bir tepki. Kafasını kaldırsa, konuşsa, söylese, susmasa; belki çözülüp bitecek dertler. Kalkıyorum karşısından, yanına geçiyorum. Ben de susuyorum ve onun olmadığı tarafa çeviriyorum kafamı. Bir nokta seçiyorum ve oraya dalıyorum.

Bazı zamanlar öyle bir yazasım geliyor ki... Kalemleri, kağıtları ağlata ağlata. Bir şarkı istiyorum, hiç bitmeyen. Bir başlatayım, ömrümün sonuna kadar çalsın. Ve ben o zaman sürecinden sadece yazayım. Hiç kimse olmasın yanımda. Ne bir el istiyorum ellerimde, omzumda, ne bir ses istiyorum kulağımda... Sadece müziğin o hiç rahatsız etmeyen tınısı, kalemim, kağıtlarım ve ben... Bir yandan kalemim ağlasın, bir yandan ben.

Bazı zamanlar öyle bir sessizlik oluyor ki... Kulaklarımda bangır bangır çınlıyor sesi; sessizliğin sesi...

Bazı Zamanlar...

Bazı zamanlar, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Oturduğum yerden kalkmaya, yürümeye, konuşmaya ve hatta yemek yemeye bile eriniyorum. Ne zaman düzeleceğim diyorum, kendime. Cevap yok. Ne dudaklarım aralanıyor, ne dilim hareket ediyor, ne de ses tellerim zahmet edip de titreşiyor.

Bazı zamanlar, geçiyorum ekranın karşısına ve rastgele bir fotoğraf açıyorum. İçinde insan olmayan, rastgele bir fotoğraf. Tam ekran yapıyorum ve bir sigara yakıyorum. Çekiyorum deli gibi dumanı ciğerlerime. En fazla ne kadar acı çekebilirim sigara dumanıyla, ne kadar yakabilir boğazımı diye denemeler yapıyorum. Bu sırada dalıp gitmiş oluyorum fotoğrafa. İnceliyorum... İnceliyorum... O kadar çok şey söylüyor ki bana, anlatmam imkansız. Mümkün değil. Parmaklarımın arasındaki sigara ise eridikçe eriyor. Küller düşmek için boynunu büküyor. Bir nefes daha alıyorum ve söndürüyorum sigaramı.

Bazı zamanlar, öyle yalnız kalıyorum ki... Yalnızlığa takıyorum kafayı. Dalga geçiyorum onunla. Dilimi çıkarıyorum. Kahkaha atıyorum. Duruluyorum... Karşısına geçiyorum ve ''Derdin ne senin?'' diyorum. Yüzüme bile bakmıyor; ne bir ses var ne de bir tepki. Kafasını kaldırsa, konuşsa, söylese, susmasa; belki çözülüp bitecek dertler. Kalkıyorum karşısından, yanına geçiyorum. Ben de susuyorum ve onun olmadığı tarafa çeviriyorum kafamı. Bir nokta seçiyorum ve oraya dalıyorum.

Bazı zamanlar öyle bir yazasım geliyor ki... Kalemleri, kağıtları ağlata ağlata. Bir şarkı istiyorum, hiç bitmeyen. Bir başlatayım, ömrümün sonuna kadar çalsın. Ve ben o zaman sürecinden sadece yazayım. Hiç kimse olmasın yanımda. Ne bir el istiyorum ellerimde, omzumda, ne bir ses istiyorum kulağımda... Sadece müziğin o hiç rahatsız etmeyen tınısı, kalemim, kağıtlarım ve ben... Bir yandan kalemim ağlasın, bir yandan ben.

Bazı zamanlar öyle bir sessizlik oluyor ki... Kulaklarımda bangır bangır çınlıyor sesi; sessizliğin sesi...

İlk defa fark ediyorum pencerenin bu kadar açık olduğunu. Yatağımda uzanmış, pencereden dışarısını izliyorum. Gördüğüm bir şey yok. Sadece yaşlı bir nenenin kendini sakladığı; boyası olmayan, çatlaklarla süslenmiş bir duvar var karşımda. Gördüklerim sadece bunlardı. Harbiden, duvarın çatlakları neden bu kadar derindi acaba? Gördüğüm şey duvarın çatlaklığı mıydı yoksa kalbimin, düşüncelerimin yansıması mı, bilemiyorum.

Neden ilk defa bu kadar yalnız kaldım bu odada? Kardeşim, abim neredeler? Sessizlikle süslemişler odamı, yalnızlığı da üzerime atıp kapıyı kilitlemişler sanki. Kaçmışlar! Her şeyi bu odanın içerisinde bırakıp, kaçıp gitmişler. ''Tamam, ben toparlarım odayı eğlenin siz.''

Bir kulağımdan içime dolan bir şarkı çalıyor, diğer kulağımda ise akvaryumumun çıkardığı acayip bir ses. Hiç bitmeyen, uzun bir ses bu. İkisi birbirine karışıyor ve sanki aralarında anlaşmalı ritim tutuyorlar, birbirlerine uymaya çalışıyorlar. Ne tuhaf, birbirlerinin ardını bırakmıyorlar.

Akvaryumun Senfonisi

İlk defa fark ediyorum pencerenin bu kadar açık olduğunu. Yatağımda uzanmış, pencereden dışarısını izliyorum. Gördüğüm bir şey yok. Sadece yaşlı bir nenenin kendini sakladığı; boyası olmayan, çatlaklarla süslenmiş bir duvar var karşımda. Gördüklerim sadece bunlardı. Harbiden, duvarın çatlakları neden bu kadar derindi acaba? Gördüğüm şey duvarın çatlaklığı mıydı yoksa kalbimin, düşüncelerimin yansıması mı, bilemiyorum.

Neden ilk defa bu kadar yalnız kaldım bu odada? Kardeşim, abim neredeler? Sessizlikle süslemişler odamı, yalnızlığı da üzerime atıp kapıyı kilitlemişler sanki. Kaçmışlar! Her şeyi bu odanın içerisinde bırakıp, kaçıp gitmişler. ''Tamam, ben toparlarım odayı eğlenin siz.''

Bir kulağımdan içime dolan bir şarkı çalıyor, diğer kulağımda ise akvaryumumun çıkardığı acayip bir ses. Hiç bitmeyen, uzun bir ses bu. İkisi birbirine karışıyor ve sanki aralarında anlaşmalı ritim tutuyorlar, birbirlerine uymaya çalışıyorlar. Ne tuhaf, birbirlerinin ardını bırakmıyorlar.


Kendimi nasıl bu evin dışına, daha da, tamamen dışına nasıl atabilirim diye düşünemiyordum bile. İki kelimelik bir söz, insanın hayatını ne kadar yıkabilirdi ki? Ne kadar mahvedebilirdi? Nasıl alt üst olurdu her şey?

Kapıyı açtım ve hiç durmayacakmış, en sona kaçarcasına koşmaya başladım. Koştukça, uzaklaştıkça; o söz daha da yankılanıyordu beynimin içinde. Bütün hislerimi kemiriyor, gittikçe hissizleşiyordum. Koşmaktan, etrafa bakmaktan, durup etrafımdan dönmekten; ayaklarımı, ağlamaktan ise gözlerimi hissedemiyordum. Sadece gözlerimin içindeki yanmayı hissedebiliyordum. Kalbimin en derinindeki yanmaya benziyordu. Aynı acıydı bu.


Koştum. Koştum. Koştum. Durmayacağım, durmak yok! Bitecek mi bu da? Her berbat olay gibi, bunu da unutabilir miyim? Unutamam... Unutabilirim... Bilmiyorum. Daha fazla yapabileceğimi düşünmüyorum. Her şey bu kadar basit olamazdı. Unutamam, unutamayacağım ama bunun da bir sonu olacaktı. Biliyorum, evet olacaktı.

Daha ne kadar koşacağım, istemiyorum! Sus, konuşma. Hayır, hayır, hayır! Nefret etmiyor. Sadece bir anlık sinirdi, seviyor. Ben onun kızıyım. Beni seviyor, ben de onu. Beni sevi... Sus artık! Dinlemeyeceğim seni!

...

Bir Ses: ''Nefret Ediyorum!''

Kendimi nasıl bu evin dışına, daha da, tamamen dışına nasıl atabilirim diye düşünemiyordum bile. İki kelimelik bir söz, insanın hayatını ne kadar yıkabilirdi ki? Ne kadar mahvedebilirdi? Nasıl alt üst olurdu her şey?

Kapıyı açtım ve hiç durmayacakmış, en sona kaçarcasına koşmaya başladım. Koştukça, uzaklaştıkça; o söz daha da yankılanıyordu beynimin içinde. Bütün hislerimi kemiriyor, gittikçe hissizleşiyordum. Koşmaktan, etrafa bakmaktan, durup etrafımdan dönmekten; ayaklarımı, ağlamaktan ise gözlerimi hissedemiyordum. Sadece gözlerimin içindeki yanmayı hissedebiliyordum. Kalbimin en derinindeki yanmaya benziyordu. Aynı acıydı bu.


Koştum. Koştum. Koştum. Durmayacağım, durmak yok! Bitecek mi bu da? Her berbat olay gibi, bunu da unutabilir miyim? Unutamam... Unutabilirim... Bilmiyorum. Daha fazla yapabileceğimi düşünmüyorum. Her şey bu kadar basit olamazdı. Unutamam, unutamayacağım ama bunun da bir sonu olacaktı. Biliyorum, evet olacaktı.

Daha ne kadar koşacağım, istemiyorum! Sus, konuşma. Hayır, hayır, hayır! Nefret etmiyor. Sadece bir anlık sinirdi, seviyor. Ben onun kızıyım. Beni seviyor, ben de onu. Beni sevi... Sus artık! Dinlemeyeceğim seni!

...

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.