background img

The New Stuff

Aşka Veda - Can Dündar


Can Dündar'ı okumaya 'Gölgedekiler' adlı kitabıyla başladım. Tarihi kitapları okumaktan hiç haz almazken, bu kitap ile birlikte tarihi kitaplara karşı bir beğeni kazandım.

Sonrasında canım dostum, kardeşim Sanem'in bana hediyesi olan bu kitabı -Aşka Veda'yı- bir solukta okudum.

Günümüzdeki aşkı, daha doğrusu günümüzde artık 'olmayan' aşkı kaleme alan Can Dündar'ın bu kitapla birlikte yazım diline bildiğiniz 'aşık' oldum. Kitabı okurken öyle büyük bir zevk aldım ki, anlatamam. Kurduğu her cümleyi başka bir hayranlıkla okudum.

Kitabı deneme türünde, bölüm bölüm yazmış olması da beni etkilemesinin bir diğer nedeni. Ben de çoğunlukla deneme türü edebi yazılar yazdığım için kitabı daha bir inceler gözle, daha bir dikkatli okudum. Kitabın son sayfasını okuyup, kapağı kapattıktan sonra söylediğim ilk şey: ''Can Dündar, bundan sonraki tek idolüm.'' oldu. Umuyorum ki ben de bir-iki sene içinde çıkaracağım kitap vesilesiyle Can Dündar ile tanışma olanağına sahip olurum.

Kitaptan birazcık daha bahsedecek olursak, Dündar bize ''Sekssiz aşkın'' günümüzde ''aşksız sekse'' dönüşümünü anlatıyor. Eskilerin aşkının ne kadar ulaşılmaz, günümüzdeki aşkın ne kadar göz önünde olduğunu ve ulaşılmazlık değerinin yok olmuşluğunu anlatıyor. Kısacası günümüzdeki aşkı her yönüyle ele alıp, eskilerle karşılaştırıp, şimdiye kadar görmediğimiz, belki de görmek istemediğimiz yönlerini fark ettiriyor bize.

Diyeceğim o ki, biricik idolümün bu kitabını kesinlikle ve kesinlikle, şiddetle tavsiye ediyorum. Şimdi, üzerinizi değiştiriyorsunuz, hemen bir koşu en yakın kitabevine gidip bu kitabı satın alıyorsunuz.

İyi okumalar... Sizi seviyorum!

ARAFTA

Taktım yine kulaklıklarımı. Açtım müziği... Son ses. İçimi acıtacak, beni ağlatacak, güçsüzleştirecek ama bir o kadar da rahatlatacak bir şarkı.

Mavi patiklerim ayaklarımdan başlıyor bedenimi ısıtmaya... Yavaş yavaş... İçimi düşünmüyorum henüz.

Soğuk sarmış dört yanımı, acı çığlıklarla beraber. Yalnızlığın çığlığı, terk edilmiş çığlıklar; bir kenara atılmış, can çekişen çığlıklar... Dolduruyorlar bir bir beynimin içini.

Sıcacık, bir bardak çay. Tek şekerli, hafif acımsı. Kendime gelebilmek için, çayı şekerden yoksun bıraktım bugün. Ha bir de... Bir de içimi ısıtmak için bu kadar sıcak...

Bir yudum...
Ve büyük bir yudum daha...

Kulaklığımdan sesleniyor bana Mabel...

''Kaldır kafanı bak, kimler can çekişiyor cennette?
Kim çoktan ölmüş, kim diri kendi cehenneminde?''


Bir Psikiyatristin Gizli Defteri - Gary Small


Aylardır yana yakıla bu kitabın peşinden koşmuş, okumak için sabırsızlıktan ölüp ölüp dirilmiştim resmen. Sonunda okumam gereken tüm kitapları bitirir bitirmez koşa koşa gittim aldım. Bitirdim ve şimdi sıra sizlere kitaptan bahsetmekte...

Ben normalde de yaşanmış olayları okumaya bayılırım. Bu sebeple otobiyografi olsun, günlük tarzı hikayeleştirilmiş kitaplar olsun oldum olası benim için hep ilk sıradadır. Sıradışı şeyler okumak ise hepimizin mutlaka ki hoşuna gidiyordur. Ben de bu ikisinin karışımının olduğu, yani yaşanmış sıradışı olayların anlatıldığı bu kitabı okumakta bu sebeple sabırsızlanıp durmuştum.

Gary Small adında bir psikiyatrist, doktorluk hayatı boyunca karşılaştığı en garip hastalarını bizlere anlatmış. Çırılçıplak amuda kalkmış bir kızdan tutun da, bir elinin aslında olmaması gerektiğine inanan adama kadar binbir çeşit insan tipine tanık oluyorsunuz.

Kitabı okurken fark ediyorsunuz ki aslında yaşadığınız en küçük olay bile gün geliyor psikotik bir travma yaşamanıza sebep olabiliyor. Bu nedenle ''Benim çocukluğum mükemmel geçti, hayatımın her anında hala çok mutluyum.'' diyen birinin bile bir psikologa, psikiyatriste görünmesi şarttır. (ki zaten hayatının her döneminde mutlu olan bir insanın olduğunu da düşünmüyorum.)

Bildiğiniz gibi ülkemizde; psikiyatriste, psikologa gidenleri ''deli'' diye adlandıran insan tipleri bulunmakta. Fakat öyle ki, en ufak bir mutsuzlukta bile psikolojik bir destek almamız ruh sağlığımız açısından en doğru karar olur.

Diyeceğim o ki; eğer sizler de yaşanmış sıradışı olaylara tanık olmak, o insanların geçmişlerinde neler yaşayıp da bu duruma geldiklerini öğrenmek için sabırsızlanıyorsanız, hiç vakit kaybetmeden bu harika kitaba sahip olmalısınız.

İyi okumalar...

Bayram Tatili: Le Chateau De Prestige


1 haftalık bayram tatilinin ardından hepinize merhaba! Öncelikle geçmiş bayramınız umarım istediğiniz gibi mutlu bir şekilde geçip bitmiştir. Ben bayram tatilinde ne yapmışım, hep beraber bir özet geçelim...


Geçen hafta Cumartesi günü İskenderun'dan Kemer'e doğru yola çıktık. Otelimiz Le Chateau De Prestige. Aslında gideceğimiz otel burası değildi. Yola çıkmadan bir kaç gün önce bir telefon aldık ve asıl gideceğimiz otelin bizi Prestige Otel'e transfer ettiği bilgisini aldık. Bununla beraber internetten oteli iyice bir araştırdık ve bir önceki otelden daha güzel olduğunu gördük.


1 haftalık tatilimizi geçirdiğimiz Prestige Otel'i anlatmaya nereden başlasam bilemiyorum. İlk olarak bayağı büyük bir otel olduğunu söylemek istiyorum. Çalışanları çok sıcak kanlı ve sempatik. Hepsini ayrı ayrı seviyorsunuz ve arkadaş oluyorsunuz. Fakat gelin görün ki otelin bir çok eksik yanı da var. Öncelikle sorumsuzluk had safhada. Temizlik açısından daha fazla çalışma yapılmalı ve dikkate alınmalı diye düşünüyorum. Ultra Her Şey Dahil olmasına rağmen ücretli olan aktiviteleri var. (Örneğin; Sauna, Masaj, Sıcak Kapalı Havuz, Türk Kahvesi.) Onun dışında gayet eğlenceli ve güzel bir tatil geçiriyorsunuz.


Bunların dışında tatilimin en güzel yanı ise yeni arkadaşlar edinmem oldu. Hepsi de acayip güzel insanlar. Hepsini çok sevdim ve hepsiyle de görüşmeye devam edeceğiz. Enes, Fahri ve Erem, seviliyorsunuz. 

Ayrıca bir dipnot düşelim. Erem'le tanışır tanışmaz bir çok ortak yönümüzün olduğunu fark ettik. Kendisi de tiyatro üzerine yazıyor ve aynı zamanda da oynuyor. İleri ki zamanlarda ortak çalışmalarla karşınıza çıkabiliriz. Hazırlıklı olun!


Gelelim bayramın en sıkıcı gününe. Çarşamba gecesinde başlayan yağmur Perşembe günü boyunca da şiddetli bir şekilde yağdı. O kadar şiddetliydi ki koca otelin tavanının bir kısmı çöktü. (Neyse ki kimseye bir şey olmadı.) Bir tane de koca ağaç devrildi. (Ve yine neyse ki kimseye bir şey olmadı.)


Yağmur nedeniyle ben de kendimi odaya attım ve tatil ödevlerimi bitirdim.


Bayramın ilk gününden.


Bayramın ikinci gününden.


Yine bayramın ilk gününden. (Pastayla fotoğraf çekildim ama yemeye kıyamadım.)


Gelelim bu sevimli mi sevimli bıcırığa. Adı Bora ve İstanbul'da yaşıyor. Otel'de geziniyordum ve biraz lobiye geçip internete gireyim dedim. Bir baktım ki Bora orada hoplayıp zıplıyor. Yanına gittim biraz seveyim dedim. Böyle bir tatlılık, böyle bir şekerlik olamaz. Tesadüftür ki normalde Hasan ismini çok sever ve telefonda hayali bir Hasanla sık sık konuşurmuş. Artık telefonda konuşacağı gerçek bir Hasan oldu. 

Ciddi anlamda Bora'yı tanıdıktan sonra bütün günüm onunla birlikte geçti. Ki zaten geçmeme gibi bir ihtimali olmadı çünkü o da bensiz yapamamaya başladı. Beni göremeyince yemek yemiyor, ağlıyor; akşam odaya çıkacağı zaman benden ayrılıyor diye odaları tekmeliyor, bağırıp çağırıyor vs. Şu an İstanbul'da ne yapıyor bilmiyorum ama umarım seneye İstanbul'u kazanırım ve Boracıkla da bol bol görüşürüz. Tabii o zamana kadar telefondan idare edeceğiz artık. 

Benim tatilim böyle geçti. Sonuç olarak çok eğlendim ve en önemlisi de hayatıma çok güzel insanları dahil etmiş oldum. Umarım onlar için de aynı durum söz konusudur. 

Siz tatilde neler yaptınız? Yorumlarınızı bekliyorum.

İncir Kuşları - Sinan Akyüz


Sinan Akyüz'ün ilk okuduğum kitabı Yatağımdaki Yabancı olmuştu. Blog'da o kitabın da yorumunu yapmış ve kitabı hiç ama hiç beğenmediğimi vurgulamıştım. O yazımın altına da iki takipçimden yorum gelmişti. Her ikisi de İncir Kuşları'nı okumamı istedi.

Gel zaman git zaman okuldan bir arkadaşım kitabı bana hediye etti. Bu vesileyle okuma şansım oldu. Biter bitmez de geçtim bilgisayarın karşısına ve şimdi bunları yazıyorum.

Kitap, Bosna Hersek'teki Sırpların, Müslümanlara -onların tabiriyle Müslüman Türklere- açmış olduğu savaşı ve o savaşta yaşanan vahşeti konu alıyor. Kitabın konusu başta bir artı puan aldı benim için. Merakla okumaya başladım.

Bunu Yatağımdaki Yabancı adlı kitabın yorumunda da dile getirdim, yine dile getiriyorum; Sinan Akyüz'ün yazım dili bana çok ama çok basit geliyor. Kurduğu diyaloglar, olayları anlatış şekli fazla basit kaçıyor ve konunun cazibesini uçuruyor. Bu sefer bunu dikkate almadan okumak için kendimi zorladım, çok göz önünde bulundurmadım ama bunu yine de dile getirmek istedim.

Onun dışında kitap gerçekten şahane. Duyguyu çok içten yaşatamamış olsa da yazarımız, yine de o duyguları bulup kapıyı siz açabiliyorsunuz.

Tavsiye edebileceğim bir kitap.

Okuyanlarınız varsa yorumlarınızı, görüşlerinizi bekliyorum...

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.