background img

The New Stuff

istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istanbul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uzun bir okuma süreci sonunda Masumiyet Müzesini bitirdim. Sanıyorum ki hayatımda okuma süreci en uzun süren kitap oldu.

Orhan Pamuk'un daha önce herhangi bir kitabını okumamıştım fakat okunacaklar listemde, Kar, Yeni Hayat gibi kitapları bulunmaktaydı. Doğum günümde hediye olarak aldım bu kitabı da ve Orhan Pamuk'u keşfetme sürecim bu şekilde başlamış oldu.

Masumiyet Müzesinde anlatılan bütün olaylar gerçek. Zamanında Kemal Basmacı adında bir adamın yaşadığı aşkı anlatıyor. Anlatılanlar birebir gerçektir, çünkü Basmacı, yaşadıklarını Pamuk'a anlatıyor ve Pamuk da bunu kaleme alıyor.

Yaşanılan olay, Kemal'in akrabasının kızı olan Füsun'a olan aşkı ve aşkının, Füsun'un yokluğunda hastalığa, bir saplantıya dönüşmesidir.

Oldum olası yaşanmış olan hikayeleri okumaktan büyük keyif almışımdır. Hatta okumaktan en çok zevk aldığım şeydir. Etkileyiciliği daha bir yoğun ve duygusu daha bir ağır oluyor.

Orhan Pamuk'un yazım diline bayıldığımı belirtmek istiyorum öncelikle. Tabii ki bildiğimiz gibi Nobel Ödülü'nü alan tek Türk yazarımız. Başarısını dünyaca kanıtlamış ve Edebiyatımızın kalemi güçlü yazarlarından biri. Fakat şöyle bir şey var, Masumiyet Müzesini okurken çok sıkıldım. Hayatımda ilk defa bir kitabı okuma faaliyetim sürerken ara ara başka kitaplar okudum. Kitap ağır bir kitap olduğundan değil, gereksiz bir şekilde tekrarlanan olaylardan kaynaklı bir şekilde sıkıldım. Sürekli bir şekilde birkaç bölümde aynı şeyler anlatılınca kitabı okuma isteğim sönüyordu. Ancak dediğim gibi yaşanmış bir olay olmasından kaynaklı okumayı sürdürdüm.

Kitabın sonu çok etkileyici onu da belirtmek isterim. Son kısımda zaten Kemal Basmacı ile Orhan Pamuk'un diyalogları, Basmacının Pamuk'tan kitap hakkında ve kitaba adını da veren Masumiyet Müzesi hakkında isteklerini dile getiriyor.

Şu an Çukurcuma'da Masumiyet Müzesi gerçekten var ve müzede Kemal'in Füsun'a dair topladığı, biriktirdiği -içtiği sigaraların izmaritine kadar- her şey bu müzede bulunmakta. Müzeyi gidip gezmek için aşırı derecede sabırsızlanıyorum. Biliyorum ki müzeyi gezdikten sonra kitabın o sıkıldığım yerleri yok olacak ve kitabın üzerimdeki etkisi büyüyecek.

Şöyle de hoş bir düşünceyle, yine Kemal Basmacının isteği üzerine kitabı okuyanlara ilk giriş ücretsiz. Bunun için de kitabın içine bilet şeklinde bir çizim yapılmış ve müzeye girişte müze görevlisi kitabın içinde bulunan bu kısmı damgalayarak okuru müzeye alıyor.

Diyeceğim o ki kitabı okuyun, sıkılsanız da okuyun ve hemen ardından müzeyi gezmeyi ihmal etmeyin!

KEMAL BASMACI

FÜSUN KESKİN

Masumiyet Müzesi - Orhan Pamuk

Uzun bir okuma süreci sonunda Masumiyet Müzesini bitirdim. Sanıyorum ki hayatımda okuma süreci en uzun süren kitap oldu.

Orhan Pamuk'un daha önce herhangi bir kitabını okumamıştım fakat okunacaklar listemde, Kar, Yeni Hayat gibi kitapları bulunmaktaydı. Doğum günümde hediye olarak aldım bu kitabı da ve Orhan Pamuk'u keşfetme sürecim bu şekilde başlamış oldu.

Masumiyet Müzesinde anlatılan bütün olaylar gerçek. Zamanında Kemal Basmacı adında bir adamın yaşadığı aşkı anlatıyor. Anlatılanlar birebir gerçektir, çünkü Basmacı, yaşadıklarını Pamuk'a anlatıyor ve Pamuk da bunu kaleme alıyor.

Yaşanılan olay, Kemal'in akrabasının kızı olan Füsun'a olan aşkı ve aşkının, Füsun'un yokluğunda hastalığa, bir saplantıya dönüşmesidir.

Oldum olası yaşanmış olan hikayeleri okumaktan büyük keyif almışımdır. Hatta okumaktan en çok zevk aldığım şeydir. Etkileyiciliği daha bir yoğun ve duygusu daha bir ağır oluyor.

Orhan Pamuk'un yazım diline bayıldığımı belirtmek istiyorum öncelikle. Tabii ki bildiğimiz gibi Nobel Ödülü'nü alan tek Türk yazarımız. Başarısını dünyaca kanıtlamış ve Edebiyatımızın kalemi güçlü yazarlarından biri. Fakat şöyle bir şey var, Masumiyet Müzesini okurken çok sıkıldım. Hayatımda ilk defa bir kitabı okuma faaliyetim sürerken ara ara başka kitaplar okudum. Kitap ağır bir kitap olduğundan değil, gereksiz bir şekilde tekrarlanan olaylardan kaynaklı bir şekilde sıkıldım. Sürekli bir şekilde birkaç bölümde aynı şeyler anlatılınca kitabı okuma isteğim sönüyordu. Ancak dediğim gibi yaşanmış bir olay olmasından kaynaklı okumayı sürdürdüm.

Kitabın sonu çok etkileyici onu da belirtmek isterim. Son kısımda zaten Kemal Basmacı ile Orhan Pamuk'un diyalogları, Basmacının Pamuk'tan kitap hakkında ve kitaba adını da veren Masumiyet Müzesi hakkında isteklerini dile getiriyor.

Şu an Çukurcuma'da Masumiyet Müzesi gerçekten var ve müzede Kemal'in Füsun'a dair topladığı, biriktirdiği -içtiği sigaraların izmaritine kadar- her şey bu müzede bulunmakta. Müzeyi gidip gezmek için aşırı derecede sabırsızlanıyorum. Biliyorum ki müzeyi gezdikten sonra kitabın o sıkıldığım yerleri yok olacak ve kitabın üzerimdeki etkisi büyüyecek.

Şöyle de hoş bir düşünceyle, yine Kemal Basmacının isteği üzerine kitabı okuyanlara ilk giriş ücretsiz. Bunun için de kitabın içine bilet şeklinde bir çizim yapılmış ve müzeye girişte müze görevlisi kitabın içinde bulunan bu kısmı damgalayarak okuru müzeye alıyor.

Diyeceğim o ki kitabı okuyun, sıkılsanız da okuyun ve hemen ardından müzeyi gezmeyi ihmal etmeyin!

KEMAL BASMACI

FÜSUN KESKİN

Merhaba arkadaşlar. Yine belli bir süre blogdan uzak kaldım. Yazacak bir dolu şeyim varken hiçbirine vakit bulamadım ve paylaşamadım. Şubat ayı benim için zaten oldukça yorucu ve berbat geçti. İki kere İstanbul'a yapmış olduğum yolculuk dışında hep bir koşuşturmaca vardı. Şubatın son 3 günü de Ankara'ya gittim, biraz da orayı gezeyim dedim fakat sizlere önerebileceğim kadar yer gezemedim maalesef. ODTÜ içinde ve Kızılay'da dolanıp durdum. Kızılay'da da sadece sinema ve yemek yemek için adını dahi unuttuğum bir yere oturduk o kadar.

Mart ayına ise felaket bir şekilde hasta girdim. Daha dün kendime yavaş yavaş gelmeye başladım. Boğazım enfeksiyon kapmış, bütün kemiklerim kırık içerisindeydi, halsizlik ve ateş de beni kıvrandırıyordu. Neyse ki düzenli ilaç ve iğnelerle şu an ayaktayım. İyileşir iyileşmez bloglamaya başlayacağım dedim çünkü ben de özlüyorum buraları.

Böyle 'dipnot!' tadında bir şeyler yazmak istedim. Bundan sonraki günlerde sık sık birlikte olmak dileğiyle...

Hoşça kalın!

Dipnot Tadında

Merhaba arkadaşlar. Yine belli bir süre blogdan uzak kaldım. Yazacak bir dolu şeyim varken hiçbirine vakit bulamadım ve paylaşamadım. Şubat ayı benim için zaten oldukça yorucu ve berbat geçti. İki kere İstanbul'a yapmış olduğum yolculuk dışında hep bir koşuşturmaca vardı. Şubatın son 3 günü de Ankara'ya gittim, biraz da orayı gezeyim dedim fakat sizlere önerebileceğim kadar yer gezemedim maalesef. ODTÜ içinde ve Kızılay'da dolanıp durdum. Kızılay'da da sadece sinema ve yemek yemek için adını dahi unuttuğum bir yere oturduk o kadar.

Mart ayına ise felaket bir şekilde hasta girdim. Daha dün kendime yavaş yavaş gelmeye başladım. Boğazım enfeksiyon kapmış, bütün kemiklerim kırık içerisindeydi, halsizlik ve ateş de beni kıvrandırıyordu. Neyse ki düzenli ilaç ve iğnelerle şu an ayaktayım. İyileşir iyileşmez bloglamaya başlayacağım dedim çünkü ben de özlüyorum buraları.

Böyle 'dipnot!' tadında bir şeyler yazmak istedim. Bundan sonraki günlerde sık sık birlikte olmak dileğiyle...

Hoşça kalın!

Merhaba arkadaşlar.

Geçtiğimiz haftalarda 4 günlük bir İstanbul tatiline çıkmıştım. 4 gün boyunca gezebildiğim kadar yer gezdim ve fazlaca inceleyerek size bu mekanlar hakkında bilgi vermek istedim. Şayet vakit geçirmek istediğiniz bir yer ararsınız ve bulamazsınız, bu postum da size güzel bir rehber olmuş olur.

Öncelikle kaldığımız semt Kadıköy'dü. Kaybolası ara sokakları ve çeşit çeşit mekanları, çeşit çeşit mağazaları her gittiğimde aklıma daha da bir derin kazınıyor. O mağazalar elimi her ne kadar kredi kartına götürüyor olsa da, yanımda beni dindiren arkadaşlarım olduğu için tek bir parça bile almadan Edirne'ye geri dönüyorum.

İlk olarak kaldığımız Hostel'den bahsetmek istiyorum: Hush Hostel Lounge. Öncelikli olarak, biz öğrenciler için, İstanbul'a arada bir kaçamak yaptığımız zamanlarda konaklayabileceğimiz, maddi açıdan oldukça uygun bir yer (Geceliği kişi başı 50 TL). Ayrıca sıcakkanlı ve güler yüzlü personelleriyle çok kolay bir şekilde arkadaş olabiliyorsunuz. Her İstanbul'a gittiğimizde kalacak yer sıkıntısı çekiyorduk fakat artık direkt olarak gideceğimiz yer Hush Hostel Lounge olacak.


Lusnika Cafe ile öğle saatlerinde gidilebilecek mekanları anlatmaya başlayalım.

Lusnika Cafe, 3 katlı tarihi bir binaya yayılmış bir yer. Genelde devrimci şarkılarının çaldığı fakat aynı zamanda otantik bir havaya da bürünmeye ''çalışılan'' bir mekan. Açıkçası ben çok sevemedim, beni saran bir mekan olmadı. Tek güzel tarafı içeride sigara içilebiliyor olması. Onun dışında özellikle gidebileceğim bir cafe değil. Fakat aksine çok seven arkadaşlarım ve okuduğum başka yorumlara göre çok beğenen insanlar var. Bir de siz gidip bakın en iyisi. (Balıkçılar çarşısının bir üst sokağında, bit pazarının bitiminde.)

İkinci olarak, Mosquito Cafe'ye gidiyoruz. Tek kelimeyle: Harika! Cafe'ye girdiğiniz andan itibaren sizi karşılayan müthiş güler yüzlü personelleriyle, harika menüsü ile, iç dizaynı ile, mekanın geneli ile gerçekten harika bir yer. Oldukça elit ve modern bir mekan, keza gelen müşteriler de öyle. Arkadaşlarınızla bir hafta sonu karnınızı doyurup ardından bir şeyler içmek için ve keyifli sohbet edebilmeniz için çok uygun bir mekan. Kadıköy'de Caferağa Mahallesinde bulunan bu Cafe'ye mutlaka yolunuz düşsün!

Ek olarak gün içerisinde yemek yediğimiz bir mekan olmadı. Ne zaman karnımız acıksa, her köşe başında bir Burger King, Mc Donald's olduğundan, direkt kendimizi oralara atıyorduk. Olabildiğince sağlıksız besleniyorduk anlaşılacağı üzere.

Gelelim Rock n Rolla'ya. Keyifli bir öğleden sonra ve akşam geçirmek istiyorsanız, tereddütsüz gelebileceğiniz bir mekan. Fiyatları oldukça uygun, çalışanlar oldukça güler yüzlü. Mekanın Taksim'de de yeri varmış. Oraya ne yazık ki gidemedim. Kadıköy'dekine çok rahatlıkla gidebilir ve oldukça uygun fiyata, güzel bir akşam geçirebilirsiniz.


Eskici Bar ile postumu kapatıyorum...


İstiklal'de Pub olarak bulunan Eskici'ye bir önceki İstanbul gezimde gitmiştim. İstiklal'deki daha sakin ve insanların çoğu kendi masasına kapanık bir şekilde geçiriyorlar vakitlerini. Yani durağan ve dediğim gibi sakin bir mekan. Böyle bir Pub arıyorsanız İstiklal'deki Eskici Pena'ya gidin derim. Fakat ''Hayır, biz deli dolu, gece boyu dans edebileceğimiz bir yer istiyoruz'' diyorsanız, Kadıköy'de Sokakta Hayat Var tabelasının tam karşısındaki Eskici Bar'ı size önerebilirim. Genelde eski Türkçe Pop şarkılar eşliğinde harika bir club havası var. Yanınızdaki masayla çabucak arkadaş olabiliyor ve gece boyu dans edebiliyorsunuz.

Gezdim Gördüm / İstanbul

Merhaba arkadaşlar.

Geçtiğimiz haftalarda 4 günlük bir İstanbul tatiline çıkmıştım. 4 gün boyunca gezebildiğim kadar yer gezdim ve fazlaca inceleyerek size bu mekanlar hakkında bilgi vermek istedim. Şayet vakit geçirmek istediğiniz bir yer ararsınız ve bulamazsınız, bu postum da size güzel bir rehber olmuş olur.

Öncelikle kaldığımız semt Kadıköy'dü. Kaybolası ara sokakları ve çeşit çeşit mekanları, çeşit çeşit mağazaları her gittiğimde aklıma daha da bir derin kazınıyor. O mağazalar elimi her ne kadar kredi kartına götürüyor olsa da, yanımda beni dindiren arkadaşlarım olduğu için tek bir parça bile almadan Edirne'ye geri dönüyorum.

İlk olarak kaldığımız Hostel'den bahsetmek istiyorum: Hush Hostel Lounge. Öncelikli olarak, biz öğrenciler için, İstanbul'a arada bir kaçamak yaptığımız zamanlarda konaklayabileceğimiz, maddi açıdan oldukça uygun bir yer (Geceliği kişi başı 50 TL). Ayrıca sıcakkanlı ve güler yüzlü personelleriyle çok kolay bir şekilde arkadaş olabiliyorsunuz. Her İstanbul'a gittiğimizde kalacak yer sıkıntısı çekiyorduk fakat artık direkt olarak gideceğimiz yer Hush Hostel Lounge olacak.


Lusnika Cafe ile öğle saatlerinde gidilebilecek mekanları anlatmaya başlayalım.

Lusnika Cafe, 3 katlı tarihi bir binaya yayılmış bir yer. Genelde devrimci şarkılarının çaldığı fakat aynı zamanda otantik bir havaya da bürünmeye ''çalışılan'' bir mekan. Açıkçası ben çok sevemedim, beni saran bir mekan olmadı. Tek güzel tarafı içeride sigara içilebiliyor olması. Onun dışında özellikle gidebileceğim bir cafe değil. Fakat aksine çok seven arkadaşlarım ve okuduğum başka yorumlara göre çok beğenen insanlar var. Bir de siz gidip bakın en iyisi. (Balıkçılar çarşısının bir üst sokağında, bit pazarının bitiminde.)

İkinci olarak, Mosquito Cafe'ye gidiyoruz. Tek kelimeyle: Harika! Cafe'ye girdiğiniz andan itibaren sizi karşılayan müthiş güler yüzlü personelleriyle, harika menüsü ile, iç dizaynı ile, mekanın geneli ile gerçekten harika bir yer. Oldukça elit ve modern bir mekan, keza gelen müşteriler de öyle. Arkadaşlarınızla bir hafta sonu karnınızı doyurup ardından bir şeyler içmek için ve keyifli sohbet edebilmeniz için çok uygun bir mekan. Kadıköy'de Caferağa Mahallesinde bulunan bu Cafe'ye mutlaka yolunuz düşsün!

Ek olarak gün içerisinde yemek yediğimiz bir mekan olmadı. Ne zaman karnımız acıksa, her köşe başında bir Burger King, Mc Donald's olduğundan, direkt kendimizi oralara atıyorduk. Olabildiğince sağlıksız besleniyorduk anlaşılacağı üzere.

Gelelim Rock n Rolla'ya. Keyifli bir öğleden sonra ve akşam geçirmek istiyorsanız, tereddütsüz gelebileceğiniz bir mekan. Fiyatları oldukça uygun, çalışanlar oldukça güler yüzlü. Mekanın Taksim'de de yeri varmış. Oraya ne yazık ki gidemedim. Kadıköy'dekine çok rahatlıkla gidebilir ve oldukça uygun fiyata, güzel bir akşam geçirebilirsiniz.


Eskici Bar ile postumu kapatıyorum...


İstiklal'de Pub olarak bulunan Eskici'ye bir önceki İstanbul gezimde gitmiştim. İstiklal'deki daha sakin ve insanların çoğu kendi masasına kapanık bir şekilde geçiriyorlar vakitlerini. Yani durağan ve dediğim gibi sakin bir mekan. Böyle bir Pub arıyorsanız İstiklal'deki Eskici Pena'ya gidin derim. Fakat ''Hayır, biz deli dolu, gece boyu dans edebileceğimiz bir yer istiyoruz'' diyorsanız, Kadıköy'de Sokakta Hayat Var tabelasının tam karşısındaki Eskici Bar'ı size önerebilirim. Genelde eski Türkçe Pop şarkılar eşliğinde harika bir club havası var. Yanınızdaki masayla çabucak arkadaş olabiliyor ve gece boyu dans edebiliyorsunuz.


Şeref Meselesi, son dönemde Türk televizyonunda yayınlanan başarılı dizilerden biri. Dizinin oyuncu kadrosu, çekimi ve konusu oldukça başarılı.

Dizi, 2006-2012 yılları arasında yayınlanmış bir İtalyan dizisi L'onore e il Rispetto'dan uyarlanmış. Dizi Mart ayında 4. sezonuyla yayınlanmaya devam edecek. Aslına bakılırsa İtalyanlardan uyarlanmış olması, yani daha doğrusu dizinin direkt olarak Türk senaristlerinin elinden çıkmamış olması diziye olan ilgimi düşürmüyor. Son bir kaç yıldır zaten bizim senaristlerin kalemi pek hareketlenmediği ve sürekli dış ülkelerden dizileri alıp uyarladığımız için artık pek dizi izlemez olmuştum. Fakat Şeref Meselesi'ni o kategoriye dahil etmedim. Çünkü Altan Dönmez sevdiğim bir yönetmen. Çok başarılı bir projeyi bizlere sunuyor. Dizinin çekim kalitesi ise dizinin izlenebilitesini artırıyor, bana göre.

Diziyi çok yarım yamalak izledim ne yazık ki. İlk bölümleri aksatmadan izliyordum fakat sonrasında uzun bir ara izleyemedim. Bu aralar kesik kesik yine izliyorum fakat boş bir anımda oturup en başından izleme gibi bir düşüncem var. Ondan önce dizinin orjinalini yani İtalyan yapımını da izlemeyi ve ona göre tekrar bir karşılaştırma ile yorumlamak istiyorum.


DİZİNİN KONUSU
Ayvalıktan İstanbul'a dönen bir ailenin, yakın bir akrabası tarafından tanıştırıldığı Sadullah isimli bir mafya babası tarafından oyuna getirilmesi. Bunun üzerine evin büyük oğlu Yiğit'in intikam almak için yaptıklarını konu alıyor.

OYUNCU KADROSU
Kerem Bursin
Yasemin Allen
Şükran Ovalı
Uğur Uzunel
Burcu Biricik
Tilbe Saran

#YerliDizi - Şeref Meselesi


Şeref Meselesi, son dönemde Türk televizyonunda yayınlanan başarılı dizilerden biri. Dizinin oyuncu kadrosu, çekimi ve konusu oldukça başarılı.

Dizi, 2006-2012 yılları arasında yayınlanmış bir İtalyan dizisi L'onore e il Rispetto'dan uyarlanmış. Dizi Mart ayında 4. sezonuyla yayınlanmaya devam edecek. Aslına bakılırsa İtalyanlardan uyarlanmış olması, yani daha doğrusu dizinin direkt olarak Türk senaristlerinin elinden çıkmamış olması diziye olan ilgimi düşürmüyor. Son bir kaç yıldır zaten bizim senaristlerin kalemi pek hareketlenmediği ve sürekli dış ülkelerden dizileri alıp uyarladığımız için artık pek dizi izlemez olmuştum. Fakat Şeref Meselesi'ni o kategoriye dahil etmedim. Çünkü Altan Dönmez sevdiğim bir yönetmen. Çok başarılı bir projeyi bizlere sunuyor. Dizinin çekim kalitesi ise dizinin izlenebilitesini artırıyor, bana göre.

Diziyi çok yarım yamalak izledim ne yazık ki. İlk bölümleri aksatmadan izliyordum fakat sonrasında uzun bir ara izleyemedim. Bu aralar kesik kesik yine izliyorum fakat boş bir anımda oturup en başından izleme gibi bir düşüncem var. Ondan önce dizinin orjinalini yani İtalyan yapımını da izlemeyi ve ona göre tekrar bir karşılaştırma ile yorumlamak istiyorum.


DİZİNİN KONUSU
Ayvalıktan İstanbul'a dönen bir ailenin, yakın bir akrabası tarafından tanıştırıldığı Sadullah isimli bir mafya babası tarafından oyuna getirilmesi. Bunun üzerine evin büyük oğlu Yiğit'in intikam almak için yaptıklarını konu alıyor.

OYUNCU KADROSU
Kerem Bursin
Yasemin Allen
Şükran Ovalı
Uğur Uzunel
Burcu Biricik
Tilbe Saran


İskenderunlu, Hristiyan Arap asıllı Jehan Barbur yeni keşfettiğim şarkıcılardan birisi. Yeni keşfetmiş olmaktan aslında biraz utanç duyuyorum. Çünkü hem hemşehrim hem de bir zaman sonra öğrendim ki babalarımız çok yakın arkadaş!

Jehan Barbur, babasının onayını alamadığı için konservatuvar yerine Bilkent Üniversitesi'nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünü burslu olarak bitiriyor. Üniversite yıllarında tiyatro ve müzikle uğraşıyor, amatör olarak.


Okul hayatı sonrasında İstanbul'da yaşamaya başlayan Jehan Barbur, canlı müzik yapılan mekanlarda takılmaya başlamış ve yavaş yavaş çevre edinmesi sonrasında kendisi de bir gruba dahil olup sahne almaya başlamış. Daha sonraları kendisine ait bir hayran kitlesi oluşmaya başlamış ve bir arkadaşı sayesinde Bülent Ortaçgil ile tanışmış.

Jehan Barbur'un şu an 4 adet albümü bulunmakta. İlk albümü Uyan, 2009 yılında çıktı. Hayat adlı ikinci albümü 2010'da, Sarı 2012, Sizler Hiç Yokken ise 2014 yılında çıktı.


Jehan Barbur'un sakin ve dinlendirici sesi beni benden alıyor. Gerçekten dinlemeye başladığım zaman bütün bir günüm sadece Jehan ile geçiyor. Türk pop, caz alanında kesinlikle en iyilerden biri. En sevdiğim şarkılarını da sizlerle paylaşmak isterim.

GİDERSEN


KENDİNE ZAMAN VER


ÖYLESİNE 


AŞK HİÇ BİTER Mİ?

#YeniKeşif - Jehan Barbur


İskenderunlu, Hristiyan Arap asıllı Jehan Barbur yeni keşfettiğim şarkıcılardan birisi. Yeni keşfetmiş olmaktan aslında biraz utanç duyuyorum. Çünkü hem hemşehrim hem de bir zaman sonra öğrendim ki babalarımız çok yakın arkadaş!

Jehan Barbur, babasının onayını alamadığı için konservatuvar yerine Bilkent Üniversitesi'nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünü burslu olarak bitiriyor. Üniversite yıllarında tiyatro ve müzikle uğraşıyor, amatör olarak.


Okul hayatı sonrasında İstanbul'da yaşamaya başlayan Jehan Barbur, canlı müzik yapılan mekanlarda takılmaya başlamış ve yavaş yavaş çevre edinmesi sonrasında kendisi de bir gruba dahil olup sahne almaya başlamış. Daha sonraları kendisine ait bir hayran kitlesi oluşmaya başlamış ve bir arkadaşı sayesinde Bülent Ortaçgil ile tanışmış.

Jehan Barbur'un şu an 4 adet albümü bulunmakta. İlk albümü Uyan, 2009 yılında çıktı. Hayat adlı ikinci albümü 2010'da, Sarı 2012, Sizler Hiç Yokken ise 2014 yılında çıktı.


Jehan Barbur'un sakin ve dinlendirici sesi beni benden alıyor. Gerçekten dinlemeye başladığım zaman bütün bir günüm sadece Jehan ile geçiyor. Türk pop, caz alanında kesinlikle en iyilerden biri. En sevdiğim şarkılarını da sizlerle paylaşmak isterim.

GİDERSEN


KENDİNE ZAMAN VER


ÖYLESİNE 


AŞK HİÇ BİTER Mİ?


Yoğun, yorucu ve uykusuz geçen bir final haftasının hemen ardından tabii ki delicesine özlediğim ailemin yanına gelmek üzere hazırlık yaptım.

Karmakarışık, belirsiz bir sınav haftası geçirdim. Sonuçlarım fena sayılmaz, muhtemelen bütünleme sınavlarına da kalmayacağım fakat beklediğim gibi de sonuçlar almıyorum maalesef. İlk dönem bu tarz bir şey yaşayacağımın ve beklediğim gibi olmayacağını bir şekilde biliyordum zaten. Bildiğiniz üzere ek tercihlerle yerleşmiş olmam da benim için büyük bir dezavantaj bu konuda. Fakat ikinci yarı ile birlikte artık her şeyin rayına oturacağını düşünüyorum.

Edirne'ye alışmam çok zor olmadı. Zaten İstanbul sonrasında en çok istediğim yer Edirne'ydi. Güzel insanlar tanıdım. Yeni yerler ve yeni insanlar ruhuma çok iyi geldi. Zaten ben bu sene şunu anladım, şu an hayatımda olan yeni insanlarla hayatımın bir noktasında eminim ki, kaçınılmaz olarak tanışacaktım zaten. Çok ilginç tesadüfler ve hayatlarımızın çakıştığı yerler olmuş henüz tanışmadığımız zamanlarda. O yüzden o birkaç kişiyi geç bulduğumu düşünerek kaybetmemeye çalışıyorum ve eminim ki onlar da bana aynı düşünce ile yaklaşıyorlar. Buna inanıyorum.

Dediğim gibi, sınavlar sonrasında aileme bir sürpriz yaparak İskenderun'a geldim. Umuyorum ki bütünleme sınavlarına kalmayıp 3 haftamı burada geçireceğim. Eğer kalırsam da ne yazık ki 10 gün sonra okul hayatına pıt pıt pıt geri dönüş yapacağım. 

2 gündür İskenderun'dayım, 2 gündür de evimden dışarı çıkmadım. Biraz dinlenmek ve evimin kokusunu solumak istiyordum çünkü. Yarından sonra (aynı zamanda yarın doğum günüm) zaten açılacağım dışarıya ve tabii ki neler yapıp ettiğimi sizlerle de paylaşacağım. 

Benim sömestr tatilim şu an bu şekilde ilerliyor. Sizlere de iyi tatiller diliyorum. Dolu dolu günler yaşayın!

Mutlu Pazarlar!

Finaller ve Sonrası

Yoğun, yorucu ve uykusuz geçen bir final haftasının hemen ardından tabii ki delicesine özlediğim ailemin yanına gelmek üzere hazırlık yaptım.

Karmakarışık, belirsiz bir sınav haftası geçirdim. Sonuçlarım fena sayılmaz, muhtemelen bütünleme sınavlarına da kalmayacağım fakat beklediğim gibi de sonuçlar almıyorum maalesef. İlk dönem bu tarz bir şey yaşayacağımın ve beklediğim gibi olmayacağını bir şekilde biliyordum zaten. Bildiğiniz üzere ek tercihlerle yerleşmiş olmam da benim için büyük bir dezavantaj bu konuda. Fakat ikinci yarı ile birlikte artık her şeyin rayına oturacağını düşünüyorum.

Edirne'ye alışmam çok zor olmadı. Zaten İstanbul sonrasında en çok istediğim yer Edirne'ydi. Güzel insanlar tanıdım. Yeni yerler ve yeni insanlar ruhuma çok iyi geldi. Zaten ben bu sene şunu anladım, şu an hayatımda olan yeni insanlarla hayatımın bir noktasında eminim ki, kaçınılmaz olarak tanışacaktım zaten. Çok ilginç tesadüfler ve hayatlarımızın çakıştığı yerler olmuş henüz tanışmadığımız zamanlarda. O yüzden o birkaç kişiyi geç bulduğumu düşünerek kaybetmemeye çalışıyorum ve eminim ki onlar da bana aynı düşünce ile yaklaşıyorlar. Buna inanıyorum.

Dediğim gibi, sınavlar sonrasında aileme bir sürpriz yaparak İskenderun'a geldim. Umuyorum ki bütünleme sınavlarına kalmayıp 3 haftamı burada geçireceğim. Eğer kalırsam da ne yazık ki 10 gün sonra okul hayatına pıt pıt pıt geri dönüş yapacağım. 

2 gündür İskenderun'dayım, 2 gündür de evimden dışarı çıkmadım. Biraz dinlenmek ve evimin kokusunu solumak istiyordum çünkü. Yarından sonra (aynı zamanda yarın doğum günüm) zaten açılacağım dışarıya ve tabii ki neler yapıp ettiğimi sizlerle de paylaşacağım. 

Benim sömestr tatilim şu an bu şekilde ilerliyor. Sizlere de iyi tatiller diliyorum. Dolu dolu günler yaşayın!

Mutlu Pazarlar!


Nihayet, bütün bir yılın sonunda yüzüm ilk defa güldü. Sınav stresimi ve yaşadığım onca şanssızlğı sizlerle daha önce de paylaşmıştım. İyice umudum kesilmişti, ek tercihleri bekledim ve onu da bir çırpıda yaptım. 30 tercihi doldurmak yerine kesin gelebilecek yerleri yazdım ki, bir an önce İskenderun'dan kurtulayım. 

Tercihlerimde sırasıyla; Denizli, Edirne, Kırklareli, Antalya, Ankara ve Yalova'ydı. Antalya'da iki farklı bölüm yazmıştım. Aralarından en çok istediğim şehir Edirne'ydi. Sebebi ise İstanbul'a yakın olan yerlerden biri olmasıydı. Çok önceden takip edenleriniz, senenin başından beri İstanbul Üniversitesi - Edebiyat istediğimi biliyor zaten. Ne yazık ki az önce de söylemiş olduğum, yaşadığım şanssızlıklar yüzünden bu sene oraya yerleşemedim. Tabii ki vazgeçmedim, bu sene tekrar hazırlanıp başaracağım dedim. 

İskenderun'dan kurtulmak istememin birçok sebebi var. O yüzden bu sene sadece gitmek, buradan uzaklaşmak istediğim için ek tercihte bulundum. Stresli bekleyiş sürecinde hep Edirne, Edirne, Edirne dedim durdum. Bir senemi orada rahatlıkla geçirebilir, İstanbul'a yakın olduğu için oraya sık sık gidebilirim dedim ve orada bir yıl hazırlanıp bu sefer hedeflediğim, hayalim olan üniversiteye, bölüme yerleşirim diye söylendim durdum. 

İstediğim ve dilediğim de oldu. Edirne'de Halkla İlişkiler Bölümünü kazandım. Bu sene için en çok istediğim bölümü tutturmuş olmanın sevincini yaşıyorum şu an. Kafamda kurmuş olduğum planın ilk basamağı gerçekleşti. Umarım arkası da kolay bir şekilde gelir.

Planımı da paylaşmak isterim sizlerle. Az önce de dediğim gibi İstanbul - Edebiyat istiyorum. Eğer olur da bu sene de Edebiyatı kazanamazsam diye ikinci yılımın sonunda DGS ile Gazetecilik, Radyo - Tv gibi geçiş yapabileceğim bir bölüme gitmek istedim. Bu sebeple Halkla İlişkileri tercih ettim ve demiş olduğum gibi ilk basamak kuruldu ve ilk adım atıldı. Bakalım bundan sonra neler olacak? Umuyorum ki her şey hayal ettiğim, dilediğim gibi olur. 

Tabii ki sizin de hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle...

Edirne Yolcusu Kalmasın!


Nihayet, bütün bir yılın sonunda yüzüm ilk defa güldü. Sınav stresimi ve yaşadığım onca şanssızlğı sizlerle daha önce de paylaşmıştım. İyice umudum kesilmişti, ek tercihleri bekledim ve onu da bir çırpıda yaptım. 30 tercihi doldurmak yerine kesin gelebilecek yerleri yazdım ki, bir an önce İskenderun'dan kurtulayım. 

Tercihlerimde sırasıyla; Denizli, Edirne, Kırklareli, Antalya, Ankara ve Yalova'ydı. Antalya'da iki farklı bölüm yazmıştım. Aralarından en çok istediğim şehir Edirne'ydi. Sebebi ise İstanbul'a yakın olan yerlerden biri olmasıydı. Çok önceden takip edenleriniz, senenin başından beri İstanbul Üniversitesi - Edebiyat istediğimi biliyor zaten. Ne yazık ki az önce de söylemiş olduğum, yaşadığım şanssızlıklar yüzünden bu sene oraya yerleşemedim. Tabii ki vazgeçmedim, bu sene tekrar hazırlanıp başaracağım dedim. 

İskenderun'dan kurtulmak istememin birçok sebebi var. O yüzden bu sene sadece gitmek, buradan uzaklaşmak istediğim için ek tercihte bulundum. Stresli bekleyiş sürecinde hep Edirne, Edirne, Edirne dedim durdum. Bir senemi orada rahatlıkla geçirebilir, İstanbul'a yakın olduğu için oraya sık sık gidebilirim dedim ve orada bir yıl hazırlanıp bu sefer hedeflediğim, hayalim olan üniversiteye, bölüme yerleşirim diye söylendim durdum. 

İstediğim ve dilediğim de oldu. Edirne'de Halkla İlişkiler Bölümünü kazandım. Bu sene için en çok istediğim bölümü tutturmuş olmanın sevincini yaşıyorum şu an. Kafamda kurmuş olduğum planın ilk basamağı gerçekleşti. Umarım arkası da kolay bir şekilde gelir.

Planımı da paylaşmak isterim sizlerle. Az önce de dediğim gibi İstanbul - Edebiyat istiyorum. Eğer olur da bu sene de Edebiyatı kazanamazsam diye ikinci yılımın sonunda DGS ile Gazetecilik, Radyo - Tv gibi geçiş yapabileceğim bir bölüme gitmek istedim. Bu sebeple Halkla İlişkileri tercih ettim ve demiş olduğum gibi ilk basamak kuruldu ve ilk adım atıldı. Bakalım bundan sonra neler olacak? Umuyorum ki her şey hayal ettiğim, dilediğim gibi olur. 

Tabii ki sizin de hayallerinizin gerçekleşmesi dileğiyle...


Güneşi Beklerken adlı dizi de yeni başlayan diziler arasında. Bir gençlik dizisi olan Güneşi Beklerken'in oyuncu kadrosunda; Gökçe Yanardağ ve Emre Kınay dışında pek de tanınmış isimler yok. Yeni yüzlerin oldukça fazla bulunduğu bu dizi, dün itibariyle Kanal D ekranlarında gösterilmeye başladı.


Gençlik dizilerinde görmeye alıştığımız sahneler var yine. Konusu da bir o kadar bilindik aslında. Bursa'dan İstanbul'a taşınan bir anne ve kızı var. Zeynep, İstanbul'un en prestijli okuluna yazılır. Daha iyi bir eğitim almak için yazıldığı bu okulda, daha ilk günden hiçbir şey umduğu gitmez. 

Yeni gelen her öğrenciye yapılan şakaların daha ağırlarıyla yüzleşir Zeynep. Bunun sebebi de Zeynep'in de fazla asi ve kimseye pabuç bırakmayacak bir kişiliği olmasından kaynaklanıyor.


Daha ilk günden uğradığı o kadar şeye rağmen yine de pes etmemek için kendi kendine söz verip de ayakta duran bir karakter var karşımızda. Ve bana kalırsa Zeynep, kendisine yapılan her şeye mutlaka bir karşılık verecek ve dizi de bu doğrultuda ilerleyecek. 


Tabii dizimizde olmazsa olmazlarımızdan biri de aşk. İlk bölümdeki görünüşe göre soldaki çift ve sağdaki çift arasında büyük bir aşk olacakmış gibi duruyor. Tabii ne olacağı hiç belli olmaz, izleyip göreceğiz.

Yaz aylarında evde oturarak eğlenceli vakit geçirmek isterseniz, Salı günleri Güneşi Beklerken'i mutlaka izleyin derim.

Güneşi Beklerken / Yeni Dizi


Güneşi Beklerken adlı dizi de yeni başlayan diziler arasında. Bir gençlik dizisi olan Güneşi Beklerken'in oyuncu kadrosunda; Gökçe Yanardağ ve Emre Kınay dışında pek de tanınmış isimler yok. Yeni yüzlerin oldukça fazla bulunduğu bu dizi, dün itibariyle Kanal D ekranlarında gösterilmeye başladı.


Gençlik dizilerinde görmeye alıştığımız sahneler var yine. Konusu da bir o kadar bilindik aslında. Bursa'dan İstanbul'a taşınan bir anne ve kızı var. Zeynep, İstanbul'un en prestijli okuluna yazılır. Daha iyi bir eğitim almak için yazıldığı bu okulda, daha ilk günden hiçbir şey umduğu gitmez. 

Yeni gelen her öğrenciye yapılan şakaların daha ağırlarıyla yüzleşir Zeynep. Bunun sebebi de Zeynep'in de fazla asi ve kimseye pabuç bırakmayacak bir kişiliği olmasından kaynaklanıyor.


Daha ilk günden uğradığı o kadar şeye rağmen yine de pes etmemek için kendi kendine söz verip de ayakta duran bir karakter var karşımızda. Ve bana kalırsa Zeynep, kendisine yapılan her şeye mutlaka bir karşılık verecek ve dizi de bu doğrultuda ilerleyecek. 


Tabii dizimizde olmazsa olmazlarımızdan biri de aşk. İlk bölümdeki görünüşe göre soldaki çift ve sağdaki çift arasında büyük bir aşk olacakmış gibi duruyor. Tabii ne olacağı hiç belli olmaz, izleyip göreceğiz.

Yaz aylarında evde oturarak eğlenceli vakit geçirmek isterseniz, Salı günleri Güneşi Beklerken'i mutlaka izleyin derim.


Bu oldukça zor geçirdiğimiz günlerde, sanırım en iyi olan durumlardan biri de ülkemizin gerçek sanatçılarını, gerçek şarkıcılarını görmüş olmamız oldu. Gezi Parkı eylemleri için yapılan onca şeyden sonra, dediğim ''gerçek şarkıcılarımız'' harika şarkılarla Gezi Parkı eylemlerinin içine neşe kattı ve kesinlikle hepsi ayrı ayrı marş olarak kabul edildi.

Aralarından en çok beğenilen ve Direniş Marşı olarak kabul edilen de Duman'ın Eyvallah şarkısı oldu. Duman, yaptı mı yapıyor. Çok sevmez, çok dinlemezdim Duman'ı fakat bu şarkı ile gerçekten sempatimi kazandılar.


Bence, Duman'dan sonra kesinlikle Nazan Öncel'in Güya adlı şarkısı çok başarılı olmuş. Günlerdir de dilime dolanmış, her an onu mırıldanıp duruyorum. Nazan Öncel'i her zaman sevmişimdir ve tarzı da oldukça hoşuma gider. Gezi Parkı için yaptığı bu şarkı ile de bizlere katılarak ''Çapulcuyum arkadaş!'' dedi.


Bir de Kardeş Türküler'den Tencere-Tava Havamız var. Protesto amaçlı yapılan tencere ve tavalara vurulmasına karşı başbakanın ''Tencere tava hep aynı hava.'' cümlesi sonrasında akıl edilmiş bir şarkı ve bence bu da oldukça başarılı olmuş.


Boğaziçi Caz Korosu da Taksimdeki kalabalıkta ''Kızılcıklar Oldu mu?'' şarkısını ''Çapulcular Oldu mu?'' diye uyarladılar ve ortaya oldukça eğlenceli bir şarkı çıkardılar. Onları da tebrik etmek lazım.

Biz Çapulcuların Direniş Marşları


Bu oldukça zor geçirdiğimiz günlerde, sanırım en iyi olan durumlardan biri de ülkemizin gerçek sanatçılarını, gerçek şarkıcılarını görmüş olmamız oldu. Gezi Parkı eylemleri için yapılan onca şeyden sonra, dediğim ''gerçek şarkıcılarımız'' harika şarkılarla Gezi Parkı eylemlerinin içine neşe kattı ve kesinlikle hepsi ayrı ayrı marş olarak kabul edildi.

Aralarından en çok beğenilen ve Direniş Marşı olarak kabul edilen de Duman'ın Eyvallah şarkısı oldu. Duman, yaptı mı yapıyor. Çok sevmez, çok dinlemezdim Duman'ı fakat bu şarkı ile gerçekten sempatimi kazandılar.


Bence, Duman'dan sonra kesinlikle Nazan Öncel'in Güya adlı şarkısı çok başarılı olmuş. Günlerdir de dilime dolanmış, her an onu mırıldanıp duruyorum. Nazan Öncel'i her zaman sevmişimdir ve tarzı da oldukça hoşuma gider. Gezi Parkı için yaptığı bu şarkı ile de bizlere katılarak ''Çapulcuyum arkadaş!'' dedi.


Bir de Kardeş Türküler'den Tencere-Tava Havamız var. Protesto amaçlı yapılan tencere ve tavalara vurulmasına karşı başbakanın ''Tencere tava hep aynı hava.'' cümlesi sonrasında akıl edilmiş bir şarkı ve bence bu da oldukça başarılı olmuş.


Boğaziçi Caz Korosu da Taksimdeki kalabalıkta ''Kızılcıklar Oldu mu?'' şarkısını ''Çapulcular Oldu mu?'' diye uyarladılar ve ortaya oldukça eğlenceli bir şarkı çıkardılar. Onları da tebrik etmek lazım.



1 haftadır sürmekte olan eylemler bir türlü bitmek bilmiyor ve bu şekilde giderse de biteceğe benzemiyor. İlk günden beri ben de kesinlikle bu eyleme destek veren bir bloggerım. İskenderun'da gerçekleşen eylemlerin bir çoğuna da katıldım. Tabii ki dediğim gibi eylemler devam etmekte ve ben de sonuna kadar susmayacağım, desteğimi sürdüreceğim.

Her geçen gün ölüm haberleri çıkmaya başlıyor. İlk olarak Antakya'dan bir arkadaşımızın vefat haberini aldık ve bu bizler için gerçekten çok üzücü bir durum. Cenazesine 30 bin kişinin katıldığı haberlerini aldım. Dün de TV kanallarında Tuğran Akbaş adlı bir genç arkadaşımızın hayatını kaybettiği iddia ediliyordu. Gerçekliğinden emin değilim fakat polisin sert tepkilerinden kaynaklandığından hiçbirimizin şüphesi yok.

Ülkemizin polisleri, gerçekten çığırından çıktı diyebilirim. Eğer ilk günden o şekilde tepkiler gösterilmeseydi halka, şu an durumun burada ve bu şekilde olmayacağı neredeyse kesindi. Polisler, gün geçtikçe daha çok şiddete başvuruyorlar ve gerçekten iç acıtan sahnelerle, görüntülerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu sebeple, polisleri bu davranışlarından ötürü sonuna kadar kınıyorum!

***

Bu olayların dışında, bildiğimiz gibi bir çok sokağa; duvarlara, arabalara vs. spreylerle bir şeyler yazılıyor. Sloganların ardı arkası kesilmiyor ve kesinlikle hepsi birbirinden güzel sloganlar. Bu şekilde, fotoğraf makinelerine yansıyan bir kaç kare bulunmakta. Dün gördüğümde gerçekten hoşuma gitti ve hepsine ayrı bir tebessüm ettim. Bakalım sizler de beğenecek misiniz?


















Gezi Parkı'ndan Gülümseten Kareler


1 haftadır sürmekte olan eylemler bir türlü bitmek bilmiyor ve bu şekilde giderse de biteceğe benzemiyor. İlk günden beri ben de kesinlikle bu eyleme destek veren bir bloggerım. İskenderun'da gerçekleşen eylemlerin bir çoğuna da katıldım. Tabii ki dediğim gibi eylemler devam etmekte ve ben de sonuna kadar susmayacağım, desteğimi sürdüreceğim.

Her geçen gün ölüm haberleri çıkmaya başlıyor. İlk olarak Antakya'dan bir arkadaşımızın vefat haberini aldık ve bu bizler için gerçekten çok üzücü bir durum. Cenazesine 30 bin kişinin katıldığı haberlerini aldım. Dün de TV kanallarında Tuğran Akbaş adlı bir genç arkadaşımızın hayatını kaybettiği iddia ediliyordu. Gerçekliğinden emin değilim fakat polisin sert tepkilerinden kaynaklandığından hiçbirimizin şüphesi yok.

Ülkemizin polisleri, gerçekten çığırından çıktı diyebilirim. Eğer ilk günden o şekilde tepkiler gösterilmeseydi halka, şu an durumun burada ve bu şekilde olmayacağı neredeyse kesindi. Polisler, gün geçtikçe daha çok şiddete başvuruyorlar ve gerçekten iç acıtan sahnelerle, görüntülerle karşı karşıya kalıyoruz. Bu sebeple, polisleri bu davranışlarından ötürü sonuna kadar kınıyorum!

***

Bu olayların dışında, bildiğimiz gibi bir çok sokağa; duvarlara, arabalara vs. spreylerle bir şeyler yazılıyor. Sloganların ardı arkası kesilmiyor ve kesinlikle hepsi birbirinden güzel sloganlar. Bu şekilde, fotoğraf makinelerine yansıyan bir kaç kare bulunmakta. Dün gördüğümde gerçekten hoşuma gitti ve hepsine ayrı bir tebessüm ettim. Bakalım sizler de beğenecek misiniz?




















Günler önce başlayan Gezi Parkı direnişi, artık sadece İstanbul'da devam etmiyor. Ülkemizin hemen hemen her şehrinde ve hatta başka ülkelerde bile direniş devam etmekte. İskenderun da bu şehirler arasında yerini alıyor.

Bu yaşıma kadar İskenderun'da bu kadar dev bir eylem hiç görmedim doğrusu. Gün geçtikçe eyleme katılan insan sayısında artış oluyor. Bu sebeple sesler de yükseliyor, gücümüz de artıyor, umudumuz da çoğalıyor. Tüm Türkiye olarak sonuna kadar savaşacağız!


Eylemler, direniş sadece gündüzleri olmuyor. Akşamları da insanlar sokağa dökülüyor ve Türk kadınımız ellerinde tencere, tava ile sokaklarda mücadelesini gösteriyor. Dün gece saat 21:00 sularında benim de yaşamakta olduğum Yenişehir Mahallesinde aniden tencereye vurma sesleri yankılanıverdi. Işıklar yakılıp söndürüldü. Protesto gece yarısına kadar devam etti.


Çok net olmasa da teyzemizi tavaya vururken yakalamayı başardım. 


Direniş bugün de devam edecek. İskenderun halkı saat 18:00'da havuzlu çarşıda toplanacak. Herkes bugün siyah giyecek.

Son olarak söylemek istediğim şey ise, umuyorum ki amacımıza ulaşacağız. Mustafa Kemal'in evlatları olarak bu ülkeye BİZ sahip çıkacağız. Hadi arkadaşlar, göreyim sizleri. Susmak yok. Direnişe devam!

İskenderun da Gezi Parkı İçin Direniyor!


Günler önce başlayan Gezi Parkı direnişi, artık sadece İstanbul'da devam etmiyor. Ülkemizin hemen hemen her şehrinde ve hatta başka ülkelerde bile direniş devam etmekte. İskenderun da bu şehirler arasında yerini alıyor.

Bu yaşıma kadar İskenderun'da bu kadar dev bir eylem hiç görmedim doğrusu. Gün geçtikçe eyleme katılan insan sayısında artış oluyor. Bu sebeple sesler de yükseliyor, gücümüz de artıyor, umudumuz da çoğalıyor. Tüm Türkiye olarak sonuna kadar savaşacağız!


Eylemler, direniş sadece gündüzleri olmuyor. Akşamları da insanlar sokağa dökülüyor ve Türk kadınımız ellerinde tencere, tava ile sokaklarda mücadelesini gösteriyor. Dün gece saat 21:00 sularında benim de yaşamakta olduğum Yenişehir Mahallesinde aniden tencereye vurma sesleri yankılanıverdi. Işıklar yakılıp söndürüldü. Protesto gece yarısına kadar devam etti.


Çok net olmasa da teyzemizi tavaya vururken yakalamayı başardım. 


Direniş bugün de devam edecek. İskenderun halkı saat 18:00'da havuzlu çarşıda toplanacak. Herkes bugün siyah giyecek.

Son olarak söylemek istediğim şey ise, umuyorum ki amacımıza ulaşacağız. Mustafa Kemal'in evlatları olarak bu ülkeye BİZ sahip çıkacağız. Hadi arkadaşlar, göreyim sizleri. Susmak yok. Direnişe devam!


Gün geçtikçe gişe rekoru kırmaya devam eden Skyfall filminin şarkısını da Adele seslendirdi. Adele müthiş yorumunu da fazlasıyla kattığı bu şarkı da şu an dinlenme rekorları kırıyor. Şarkı oldukça güzel. Filmi henüz izlemediğim için film hakkında bir yorumum olmayacak. Fakat en kısa zamanda izlemeyi düşündüğüm bir film.

Adele - Skyfall:


Film hakkında: Skyfall MGM, Columbia Pictures ve Sony Pictures Entertainment'in Eon Productions tarafından üretilen, James Bond serisinin önümüzdeki yirmi üçüncü filmidir. Sam Mendes'in yönettiği bu filmde Daniel Craig James Bond karakteri olarak üçüncü performansını sergiliyor. Filmde James Bond'un M'e karşı sadakati sınanacaktır. Sebebi ise, M geçmişiyle yüzleşmeye başlar. MI6 saldırıya uğramaktadır, böyle olunca da MI6 ne olursa olsun James Bond'un tehdidi bulup onu yok etmesi gerekecektir. 

Bu filmin bir bölümü İstanbul ve Adana da çekilmiştir. Bu Türkiye'de From Russia With Love ve The World Is Not Enough filmlerinden sonra çekilen üçüncü James Bond filmidir. Film 3D olmayacaktır fakat Imax seçeneği mevcuttur. Filmin galası 25 Ekim 2012'de gerçekleşti ve film 2 Kasım 2012'de vizyona girdi. ( vikipedi'den alıntıdır. )

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Adele - Skyfall ve Film Hakkında


Gün geçtikçe gişe rekoru kırmaya devam eden Skyfall filminin şarkısını da Adele seslendirdi. Adele müthiş yorumunu da fazlasıyla kattığı bu şarkı da şu an dinlenme rekorları kırıyor. Şarkı oldukça güzel. Filmi henüz izlemediğim için film hakkında bir yorumum olmayacak. Fakat en kısa zamanda izlemeyi düşündüğüm bir film.

Adele - Skyfall:


Film hakkında: Skyfall MGM, Columbia Pictures ve Sony Pictures Entertainment'in Eon Productions tarafından üretilen, James Bond serisinin önümüzdeki yirmi üçüncü filmidir. Sam Mendes'in yönettiği bu filmde Daniel Craig James Bond karakteri olarak üçüncü performansını sergiliyor. Filmde James Bond'un M'e karşı sadakati sınanacaktır. Sebebi ise, M geçmişiyle yüzleşmeye başlar. MI6 saldırıya uğramaktadır, böyle olunca da MI6 ne olursa olsun James Bond'un tehdidi bulup onu yok etmesi gerekecektir. 

Bu filmin bir bölümü İstanbul ve Adana da çekilmiştir. Bu Türkiye'de From Russia With Love ve The World Is Not Enough filmlerinden sonra çekilen üçüncü James Bond filmidir. Film 3D olmayacaktır fakat Imax seçeneği mevcuttur. Filmin galası 25 Ekim 2012'de gerçekleşti ve film 2 Kasım 2012'de vizyona girdi. ( vikipedi'den alıntıdır. )

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.