background img

The New Stuff

Gözlerde Saklanmış Huzur

Eskiden hayal ettiklerimin hepsi bir bir gerçekleşiyordu. Çok umutsuzdum o zamanlar. Hiçbir şeye inanamıyor, güvenemiyordum. Bir yıkılma vardı içimde, bir tereddüt. Doğruyu bulamıyor, geleceği göremiyordum. Düşünmekten vazgeçmemiştim ama, hep de düşünecektim. Hayal edecektim ilerisini. Tek başıma değil tabii ki. Hayallerimi süsleyecek birisi her zaman yanımda olacaktı. O olmazsa, bunları neden hayal edeyim ki?

Gözlerimi yavaşça açtığımda, yanımda ağlayan bir bebeğin sesini duydum. Avazı çıktığı kadar ağlıyor, yukarıdan bir şeyler sarkıtmışlar ve onu tutmaya çalışır gibi elleri havada çırpınıyordu. Önce sağ tarafımda gülümseyerek uyuyan genç adama baktım. Kahramanıma. Bana bu ağlama sesleriyle mutluluğu yaşatan o adama baktım. Sonra çocuğumuza, bizi tam bir bütün yapan o minicik elleri ve ayakları olan, kocaman gözleriyle bana bakan çocuğumuza baktım. İkisine de baktığımda aynı şeyleri görüyordum. Ne tuhaf. İkisinin de gözlerinde, mutluluk vardı, masumluk vardı.


Mutluluk, Bana Bir Kez Sarıl

Yavaş adımlarla çıkıyorum merdivenleri. Hiç ilerlemek istemediğim bu yolda ilerliyorum, ilerliyorum ve içimde yaşadığım her fırtına öncesi sessizliğin haykırışları duyuluyor. Biliyorum, duyuluyor. Hani olur ya; çok heyecanlanırsınız veya bir şeyin olacağından korkarsınız ve o korku veya heyecan tam kalbinizin ortasında bir gerilme, bir doluluk ve kıpırdanma hissi yaratır. Adımlarınız geri geri gider ama yapmak zorundasınızdır, başka çare yoktur. O kapıdan girilecek. Bugün o kapı açılacak ve ben o haykırışları içimde bir kez daha duyacağım.

Durmuştum kapının eşiğinde, bakıyordum öylece. Sanki tüm hayatım, her bu kapıdan içeriye süzülüşümden sonra yaşadığım yalnızlıklar bir bir yansıtıldı kapıya. Biri oyun mu oynuyordu benimle? Yalnızlığımdan zevk alan birileri mi vardı? Kimin yalnızlığının haykırışıydı bunlar? Madem yalnızlığa mahkum edilmişim, madem beni yalnızlığa itip, koca bir sessizlik denizinin içerisinde yüzdüreceksiniz; susun! Dalga geçer gibi gülüşmeyin içimde. Rahat bırakın, susun!


Yalnızlığa Seyahat

Çok şey istediğimi düşünüyorum çoğu zaman. Fakat istediğim tek şey sadece birazcık mutluluk ve huzur. İnsanlar; kafasını dağıtmak, yorgunluğunu üzerinden atmak ve yalnızlığını bir kenara atıp, sevdiğiyle beraber güzel vakit geçirmek için tatile gider. Ben ise, çıktığım yoldan, geçirdiğim tatilin en ufak anında bile yalnızlığımı yanımdan ayırmadım.

Yalnız olmayı ben mi istiyorum? Hayır! Kim ister ki yalnız kalmayı, mutsuz olmayı? Bu istenilecek bir durum olsaydı eğer, ben yine bunu isteyecek en son kişi olurdum. Hele ki bir de bu mutsuzluğu ve yalnızlığı, sevgilim yanımda olduğu halde yaşıyorsam, daha ne kadar yalnız olabilirim... İlişkimde, mükemmelliyetçi davranırım. İlişkim mükemmel olsun, hep mutlu olalım demiyorum yine fakat mutsuzluklarımız da her şeye bedel oluyor ve iş yerinden oynuyor. Çoğu zaman bu mükemmeleştirmem de kendi mükemmelliğiyle yalnızlığa seyahat ediyor, o ayrı bir konu.


Sus! Haykırışlarını Dinlemek İstiyorum

Sus, haykırışlarını dinlemek istiyorum. Saatlerce, dakikalarca yapmak istiyorum bunu. Tüm dünya ile alakamı kesip, sadece seni dinlemek, seni izlemek ve gözlerine bakmak. Ne kadar tatlı olursun bir şeyler anlatırken sen şimdi. Gözlerinin içi güler, arada bir durursun, sen de izlersin beni. Daha da tatlı olursun, tebessüm edersin birazcık.

El ele dolaşırız her tarafı, her bir yanı. Sarılırsın arada bana, gülüşürüz ve bazen dudağıma ufak bir öpücük kondurursun belki de. Herkes bakar bize, gülümserler, kıskanırlar belki. İstediğimiz de bu değil mi zaten? Herkesin aşkımızı izlemesi ve bize hayran kalması. Konuşma, sus. Sadece beni izle, bana bak ve beni gör. Sadece beni.

Bir Ses: ''Nefret Ediyorum!''

Kendimi nasıl bu evin dışına, daha da, tamamen dışına nasıl atabilirim diye düşünemiyordum bile. İki kelimelik bir söz, insanın hayatını ne kadar yıkabilirdi ki? Ne kadar mahvedebilirdi? Nasıl alt üst olurdu her şey?

Kapıyı açtım ve hiç durmayacakmış, en sona kaçarcasına koşmaya başladım. Koştukça, uzaklaştıkça; o söz daha da yankılanıyordu beynimin içinde. Bütün hislerimi kemiriyor, gittikçe hissizleşiyordum. Koşmaktan, etrafa bakmaktan, durup etrafımdan dönmekten; ayaklarımı, ağlamaktan ise gözlerimi hissedemiyordum. Sadece gözlerimin içindeki yanmayı hissedebiliyordum. Kalbimin en derinindeki yanmaya benziyordu. Aynı acıydı bu.


Koştum. Koştum. Koştum. Durmayacağım, durmak yok! Bitecek mi bu da? Her berbat olay gibi, bunu da unutabilir miyim? Unutamam... Unutabilirim... Bilmiyorum. Daha fazla yapabileceğimi düşünmüyorum. Her şey bu kadar basit olamazdı. Unutamam, unutamayacağım ama bunun da bir sonu olacaktı. Biliyorum, evet olacaktı.

Daha ne kadar koşacağım, istemiyorum! Sus, konuşma. Hayır, hayır, hayır! Nefret etmiyor. Sadece bir anlık sinirdi, seviyor. Ben onun kızıyım. Beni seviyor, ben de onu. Beni sevi... Sus artık! Dinlemeyeceğim seni!

...

Daha Fazla Yazamıyorum



Ben de istiyorum artık mutlu olmayı. Etrafıma baktığımda, her denk geldiğim insanın gülmesi, hayattan zevk alması sanki içime içime batıyor. Kıskanıyorum, imrenerek bakıyorum. Kapatıyorum kendimi odama, ağlamaya başlıyorum saatlerce, günlerce. Sonra düşünüyorum. Ben niye mutlu olamıyorum? Yanlış tercihler, yanlış seçimler mi yapıyorum da bir türlü mutlu olamıyorum.
Her insan mutlu olmayı ister, gerektiği gibi. İnsan mutlu olmadığı sürece, yaşamaktan neden zevk alsın ki? İstese de alamaz. Belki de etrafta gördüğüm o kadar insanın gülümsemesi sahtedir. Belki de mutsuzluklarının üzerine bir perde çekmişlerdir ve güneş batınca o perdeyi açacaklardır. Bu da güzel. Ben onu bile yapamıyorum. Perdem 7/24 açık; ışığı da karanlığı da içeriye alıyorum. Ne yazık ki karanlık da mutsuz ediyor beni, ışık da. 

Birazdan Biri Gelecek


Şarkılar olduğundan uzun geliyor artık. Dinlemek istemiyorum, kapatıyorum. Tekrar açıyorum, tekrar kapatıyorum. Yapacak bir şey bulamıyorum. Evin içinde tur atmaya başlıyorum. Evimde, sanki daha önce görmediğim bir yer arar gibi dolanıyorum. Çekmeceleri, dolapları karıştırıyorum. Oturuyorum tekrar bilgisayarın başına, açıyorum sosyal paylaşım sitelerini, başlıyorum; bir şeyler yazmaya, birileriyle konuşmaya, sıkıntımı gidermeye. Olmuyor, gideremiyorum sıkıntımı. 
İnsanın hayatında, tek bir kişiyle konuştuğu andan itibaren sıkıntısını yok edebilecek biri varsa eğer, çok şanslıdır bence. Benim hayatımda böyle biri var ama onunla konuşamıyorum. Konuşuyoruz aslında, her şey çok iyi ama hala yolunda gitmeyen bir şey var. Birbirimizi bu kadar çok sevmemiz mi zarar veriyor aşkımıza, bilmiyorum? Aslında ona olan aşkım, şimdiye kadar nokta kadar zarar almadı. Ona hep aşığım, hep olacağım. 
Yeri gelir, hayatınızdan bir kaç kişiyi çıkarmanız gerekir. Sizi daha önce mutlu eden insanlar olur, daha sonra değişmeye başlarlar. Senden uzaklaşmaya, seni anlamamaya. Gün gelir; aslında tanımadığınız, tanımak bile istemeyeceğiniz, çirkin bir insan oluverirler. Hayatımda şu an  ’keşke tanımasaydım’ ve ‘çirkin insanlar’ adı altında bulunan iki kişi var. Evet, onlarla çok güzel anlar da yaşadım ama artık hiçbirinin önemi yok. Şu anki yalnızlığımla, baş başa kalmak galiba en iyisi.

Ölümü Bekledim, Gelmedi


Yaşlıydım. Sadece dış görünüş olarak değil; kalp olarak da, düşünce olarak da, fikir olarak da…
Kalbim, yaşlı kalbim artık sadece bedenime değil; bu koca eve, bu kocaman şehre bile sığmıyor. Hani derler ya, insanı yaşı değil yaşadıkları olgunlaştırır, yaşlandırır diye. Peki yaşadıklarıyla birlikte, yaşı da ileri safhadaysa bu sorunun cevabı ne olmalı? Ölüm mü? 
Mutfağa doğru yavaş adımlarla ilerledim. Buruş buruş, her ilerleyişinde daha hızlı titreyen ellerimle, bir cizvenin içini su ile doldurdum. Sadece kendime yapmıyordum  bu kahveyi çünkü. Beni yapayalnız bırakan tüm insanlara yapıyordum. Sanki, çakırkeyif kafalarla eğlenmeye devam ederken; her saçma nedene içkilerimizi tokuşturup, kahkaha atarak gülüyormuş, gülecekmiş gibi tokuşturup kahvelerimizi; dertlerime, yalnızlığıma, kahkaha atar gibi ağlayacağız.
Yalnızlığıma, terkedilmişliğime ağlayamıyorum bile. Gittikçe hissizleşiyorum. Kahveleri, her bir bardağa dikkatlice doldurup, kendime ait olan bardağı alıverdim elime. Sıcaklığı, önce elimi, sonra tüm hafif bir ürperti ile tüm bedenimi ısıtıyordu. Ufacık bir fincan bile, bedenimi kolayca ısıtabiliyormuş demek.

Sonsuzluğum


Sessizce ilerliyordum sonu belirsiz ve görünmeyen bir yolda. Etrafta tek bir ev, tek bir ışık bile yoktu. Kendi nefes alış verişlerimi, attığım adımlardan yükselen sesler ve her yükselen sese irkilen ve uyuşan bedenim. Hissediyorum. Hissettiğim tek şey de bu, korku.
Hafifçe esen rüzgarın oynattığı ağaç yapraklarının çıkardığı hışırtıları, peşimden gelen insanlar sanıyorum. Kim getirdi ve koydu beni bu ıssız yere? Yoksa ben mi koydum kendimi bu yalnızlığa, sessizliğe ve çaresizliğe? Yine bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum. Adımlarımı arada bir hızlandırıyorum, bir yaprak hışırtısı ve adımlarım yavaşlıyor…
İlerde bir son varmış gibi, yolun sonunda bir nokta varmış gibi görüyorum ama ilerledikçe, ben bir adım daha attıkça o nokta da bir adım atıyor. Bana doğru gelmiyor, kaçıyor benden. Elbet bir gün bir sona varmayak mıyız zaten? Neden kaçıyor benden bu son? Neden istemiyor beni?
Belki de bu sefer sonu olmayan ve olmayacak bir yolun içerisindeyim. Ne kadar hızlı adım atarsam atayım, yine de sonu gelmeyecek bir yol. Bundan huzursuz veya mutsuz muyum? Hayır değilim. Eminim ki bu yolu tek başıma yürümüyorum, adımlarımı tek başıma atmıyorum. O hışırdayan yapraklar, sertçe esen rüzgarın ıslıkları, benimle beraber gelen ve beni hiç yalnız bırakmayacağına dair söz veren kişidir. Bundan eminim.
Düşüncelerimden olsa gerek, bir an durdum. Arkama döndüm ve bir daha, bir daha. Bir süre kendi etrafımda yavaşça döndükten sonra, bedenimi dikleştirdim ve sonra da başımı. Gülümsedim; hem gözlerimle, hem dudaklarımla hem de kalbimle. Sol tarafıma baktım. Tahmin ettiğim gibi, yanımdaydı. Ellerime doğru indirdim gözlerimi, sıkıca tutmuştu ellerimden, hiç bırakmayacasına. Daha fazla gülümsemeye başladım o an, mutluluktan. Mutluydum, evet.

İyi Geceler Anne!


Odamda, yatağımın üzerine iki büklüm bir halde uzanmıştım. Gözlerimi sımsıkı kapatmış, iç odadan gelen bağırış, çağırışları dinliyordum. Annemin ve babamın birbirlerine bağırmalarına dayanamıyordum, özellikle de bu bağırış çağırışların nedeni bensem, hiç dayanabileceğim bir olay değildi. 

Her zaman olduğu gibi babam, beni korumaya çalışıyordu. Annem ise, beni haksız yere suçlarından bıkmadan devam ediyordu bağırmaya. Korkuyordum. Sesler bir inip, bir şiddetleniyordu. Sesler azaldıkça gözlerimi yavaş yavaş açmaya çalışıyorum ve tam göz kapaklarımın arasından ince bir çizik halinde ışık sızacak iken, bir bağırışla göz kapaklarım kırış kırış oluyor ve son gücüme kadar bastırıyordum gözlerimi. Ben göz kapaklarımı birbirine bastırınca ya sesler daha az gelecek ya da kendimi fazla sıkmaktan kulak zarlarım patlayacak ve bir daha hiçbir şey duymayacağım sanırdım. Maalesef ki öyle olmuyor. 


Ah be Yalnızlığım!


Yalnızlığım yine dans ediyor gözlerimin önünde. Acı çektirmeye çalışıyor bana yine. Çaresiz bırakıyor beni. Kollarının arasına alıp, beni kendisine ait etmeye çalışıyor. Yapabilir miyim? Yalnızlığıma kendimi teslim edip, kendi ellerimle kendimi bir hiç uğruna karanlıklara gömebilir miyim? Bilmiyorum. 
Ah be yalnızlığım. Neden dansını bölüp arada sırada bana bakıyorsun öyle. Masummuş numarası yapma bana, inanmayacağım sana. Gelmeyeceğim yine yanına. Katılmayacağım o çirkin oyununa. Kendimi sana teslim edemem. O kadar güçsüz müyüm? Bu sessizlik, bu etrafın bomboşluk hali ve sadece buzdolabının gıcırdayışı, beni sana teslim edemez. Alıştım ben, yalnız kalmaya, kendi sessizliğimde kaybolmaya. 
Ah be yalnızlığım. Bakma bana öyle, çaresiz kalıyorum. Yapacak bir şey yokmuş, bir çözüm yolu daha yokmuş gibi davranma. Belki birazdan o gelecek ve sen gideceksin. Bekleyeceğim onu ve beni senin bu kötü oyununun içinden, güçlü elleriyle çıkaracak. Şu an sana gelmememin ve senin oyununa katılmamamın tek nedeni; onun yanımda olduğunu hissetmem. O hep yanımda. Belki bu sessizlik de o yüzdendir. Bu yalnızlık o yüzdendir. Etraftaki her şey bizi baş başa bırakmak için kendi kabuklarına çekildi. Bizi rahat bırakmak için, birbirimize teslim olalım diye.
Güle güle yalnızlığım. Yanında sessizliğini de al ve git. 


Aşk Galiba…

Çoğu insan aşık olduğunu sanır; sevdiğini, çok bağlandığını ve aşkın hep süreceğini. Kimisi yanılmıştır, bitmiştir çabucak her şey, tek bir hareketle, tek bir çırpıda. Kimisi de sürmüştür, sürüyordur ve sürmeye devam edecektir. 
‘Aşk diye bir şey yok’ diyen birinin aşık olabileceğini düşünmek veya birine karşı şiddetli duygular besleyeceğini düşünmek biraz komik olur sanırım. Ha, eğer ki şiddetli bir duygu hissederim diyen varsa, bu sözü söylemiş de olsa, hissettiği tek duygu nefrettir. Tabii ki o insan hiçbir zaman aşık olamaz da diyemeyiz, sadece bir ihtimal. Sevmek, sevilmek, aşık olmak ve hatta sevdiğini veya aşık olduğunu sanmak da insanların doğasına özgü bir şey ve küçücük çocuklar bile bunu yaşamışlardır. Derler ya hani kocaman oldukları zamanlarda: ”İlk aşkım.” diye. Bazıları da bulamaz aradığını ‘ilk aşklarında’ ve aramaya başlarlar deli gibi. Sanki oyuncaklarını kaybetmişler de onu arıyorlar. Sevgili çocuklar, oyuncağınız; masanın altından, dolabın içinden, koltuk aralarından veya yatağınızın altından çıkabilir ama bu baktığınız yerlerde aşkı bulamazsınız. 

Hayal Kırıklıkları


Hayal kırıklığı. Evet, sanırım her insanın yaşadığı tüm duygulardan daha kötü hatta en kötü olanıdır; hayal kırıklıkları. 
Düşünürüz, hayal ederiz, mutlu oluruz. Fakat hiçbir zaman kurduğumuz hayallerin olmama olasılığını düşünmüyoruz. Sadece o an ki yaşamak istediklerimize odaklanıyoruz, yapmak istediklerimize, yapmayı planladıklarımıza. Oysa ki kurduğumuz, düşündüğümüz ve yüzümüzü güldüren, suratımıza aptal bir gülümseme yerleştiren o hayallerimizin çoğu; ya beynimizde hayal olarak kalıveriyor ya da sadece düşünme süresince beynimizde kalıyor. Daha sonra biri sizi dürtüyor ve her şey toz duman olmuş. Bütün hayalleriniz; pencerenin, kırılan camının ufak ama dokunulduğunda canınızı acıtan parçacıkların arasında. 

Biz Neredeyiz?


Hayatımızı, hayal dünyasına çeviren insanlar vardır. Bir de cehenneme çevirenler ve dünyamızı ne tür bir şekle çevirdiği belli olmayan insanlar. Aslında ne olduğu ve bize ne yaşattığı belli olmayan o kadar çok insan var ki çevremizde, bazen birinin gözlerinden anlarsınız size ne şekilde yaklaştığını ama bazıları vardır ki o gözlerin geçmişini de çıkarsak, geleceğini de bilsek bizim için neler düşündüğü ve neler yaptığı belli olmaz.
İsterdim ki her insan aynı olsun. Herkes, çevresinde olan insanlar için hep ”benim istediğim gibi olsunlar” diye düşünür. İyi olsun, sırlarımı saklasın, hep benimle olsun, arkamdan konuşmasın, beni küçük düşürmesin, beni hep sevsin. Herkes böyle olsaydı, eminim yine dengesiz olan bir çok şey olacaktı.

Sessiz Bir Yalnızlık

Sağım boş, solum boş. Yine yalnızım. Hem ruhen, hem bedenen. Eskiden her yatağıma uzandığımda sağ tarafıma baktığım zaman abimi görürdüm. Şimdi ise üzerinde örtüsü hatta çarşafı bile olmayan, kardeşimin ayıcıklarıyla dolu bomboş bir yatak görüyorum. Sol tarafım ise, sağ tarafımın ve ruhumun boşluğundan, doluluğunu yitiriyor. Görünüş olarak hala dolu ama hissettiklerim o kadar boş ki. 
Bence insanların bir şeyi, bin farklı şekilde görmelerinin nedeni, ruhlarına ve hislerine bağlı. Olay gözlerde değil, içimizde başlayıp, içimizde bitiyor. Ben yalnızken tüm insanların yalnız olduğunu düşünemiyorum mesela. Yalnız olmadığımda da düşünmüyorum doğrusu. Koskoca dünyada sadece ben yalnızmışım gibi hissediyorum. Neden bana yalnız olduğumu hissettirecek insanlar var etrafımda anlamıyorum.


Bir Yudum Sen

Her zaman gittiğimiz lokantadayım. Her zaman oturduğumuz masaya doğru ilerliyorum. Bakıyorum ki başka aşıklar bizim yerimizde otuyor. Sinirleniyorum. Bağırıp, çağırıyorum. Nedenini soruyorlar, bu masaya oturmak istediğimi söylüyorum sakince. Kalkıyorlar yerimizden. Oturuyorum, her zaman oturduğum sandalyeye. Tek değişen şey, bu sefer karşımın boş olması. 
Çağırıyorum garsonu, siparişimizi veriyorum. Yemeğin yanında da senin sevdiğin gibi kırmızı şarap söylüyorum. Ne çok severdin. Garson bana deliymişim gibi bakıyor: ”Bakma öyle!” diyorum. ”Bir arkadaşım gelecek. Önden siparişi vermemi istedi, gelene kadar hazır olsun diye.”
”Estağfurullah efendim.” deyip, çekip gidiyor.
Gitme garson bey, sen de gitme. Sessizliğin ortasına sen de atma beni.


Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.