background img

The New Stuff

Bazı Zamanlar...

Bazı zamanlar, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Oturduğum yerden kalkmaya, yürümeye, konuşmaya ve hatta yemek yemeye bile eriniyorum. Ne zaman düzeleceğim diyorum, kendime. Cevap yok. Ne dudaklarım aralanıyor, ne dilim hareket ediyor, ne de ses tellerim zahmet edip de titreşiyor.

Bazı zamanlar, geçiyorum ekranın karşısına ve rastgele bir fotoğraf açıyorum. İçinde insan olmayan, rastgele bir fotoğraf. Tam ekran yapıyorum ve bir sigara yakıyorum. Çekiyorum deli gibi dumanı ciğerlerime. En fazla ne kadar acı çekebilirim sigara dumanıyla, ne kadar yakabilir boğazımı diye denemeler yapıyorum. Bu sırada dalıp gitmiş oluyorum fotoğrafa. İnceliyorum... İnceliyorum... O kadar çok şey söylüyor ki bana, anlatmam imkansız. Mümkün değil. Parmaklarımın arasındaki sigara ise eridikçe eriyor. Küller düşmek için boynunu büküyor. Bir nefes daha alıyorum ve söndürüyorum sigaramı.

Bazı zamanlar, öyle yalnız kalıyorum ki... Yalnızlığa takıyorum kafayı. Dalga geçiyorum onunla. Dilimi çıkarıyorum. Kahkaha atıyorum. Duruluyorum... Karşısına geçiyorum ve ''Derdin ne senin?'' diyorum. Yüzüme bile bakmıyor; ne bir ses var ne de bir tepki. Kafasını kaldırsa, konuşsa, söylese, susmasa; belki çözülüp bitecek dertler. Kalkıyorum karşısından, yanına geçiyorum. Ben de susuyorum ve onun olmadığı tarafa çeviriyorum kafamı. Bir nokta seçiyorum ve oraya dalıyorum.

Bazı zamanlar öyle bir yazasım geliyor ki... Kalemleri, kağıtları ağlata ağlata. Bir şarkı istiyorum, hiç bitmeyen. Bir başlatayım, ömrümün sonuna kadar çalsın. Ve ben o zaman sürecinden sadece yazayım. Hiç kimse olmasın yanımda. Ne bir el istiyorum ellerimde, omzumda, ne bir ses istiyorum kulağımda... Sadece müziğin o hiç rahatsız etmeyen tınısı, kalemim, kağıtlarım ve ben... Bir yandan kalemim ağlasın, bir yandan ben.

Bazı zamanlar öyle bir sessizlik oluyor ki... Kulaklarımda bangır bangır çınlıyor sesi; sessizliğin sesi...

Ben Saymaya Başlıyorum... Gel, Olur Mu?


Hiçbir şey hissetmiyorum... Belki de hissedemiyorum... Bilmiyorum...

Kafamı kaldırıyorum yavaşça. Yukarıya, en tepeye, en uzağa bakmak istiyorum. Gökyüzünde görebildiğim, görebileceğim en uzak yere. En açık mavi, beyaza kaçan yere. Gözlerimi oraya dikmek ve uzun bir süre oraya bakmak...

Gözlerimi açamıyorum. Gün ışığı yüzüme vuruyor ve gözlerimi açmadığım halde gözlerimi daha da sıkı kapatmama sebep oluyor. ''Açma!'' diyor sanki. ''Açma gözlerini.''

Soramıyorum ''Neden?'' diye. Kafamı sallıyorum. Omuzlarım düşüyor. Açmak istiyorum gözlerimi, açamıyorum. Açsam, baksam, görsem en uzağı. Belki biter içimdeki en acı duygu. Açsam gözlerimi, baksam, görsem en uzağı, gülümseyeceğim belki. Açsam gözlerimi, baksam ve görsem en uzağı, o zaman rahatlayacağım belki de.

***


Elini uzat, tut ellerimden. Yavaşça okşarken işaret parmağımı, gözlerime bak. Gülümse, kafanı eğ ve okşadığın parmağıma bak. Tekrar kaldır kafanı. Parlayan gözlerinle bak gözlerimin içine. Uzaktan değil. Korkma. Gel. Bakabildiğin kadar yakından bak gözlerime, tutabildiğin kadar sıkı tut ellerimi, gidemeyeceğin kadar kal yanımda.

Bırak şimdi diğer elindeki bardağı. Soğudu o kahve. Sıkma canını, yenisini söyleriz. O da mı soğuyacak? Bir tane daha söyleriz... Boşver şimdi onu. Her iki elinle de tut ellerimi.

*** 


Neden dolu bu kadar içim? Neden dışarıya atamıyorum bu pis duyguyu? Neden sıkışıyor kalbim? Neden yanımda değilsin? Neden ellerim boşta? Neden gözlerim ağlıyor, benden habersiz. Neden çökmüş yanağım? Neden kıpkırmızı gözlerimin altı?

Nerdesin?

Nerdesin bilmiyorum. Ama her nerdeysen bir an önce gel. Çünkü bu gözler seni görmek, bu eller sana dokunmak istiyor. Bedenim sana susamış. Bir görse canlanacak, bir görse kendine gelecek.

Bak... Bu son gözyaşım olmayacak, biliyorum. Sen gelene kadar akacak, süzülecek, kuruyup gidecek belki bir zaman sonra. Ama akacak... Akacak...

Hadi gel... Bekliyorum...

Şimdi...

Şu an...

Ben saymaya başlıyorum... Gel, olur mu?

1... 2... 3... 4...

Aynı Yıldızın Altında - John Green


Facebook olsun, Twitter olsun, Tumblr olsun, bütün internet sitelerinde resminin ve adının çok dolandığını gördüğümden hep merak ettiğim bir kitap olarak, kitap listemde duruyordu Aynı Yıldızın Altında. Daha sonra filminin de yapılıyor olduğunu görünce, filmi çıkmadan alıp okumalıyım, dedim ve kitabı henüz bitirmiş bulunmaktayım.

Çok etkilendiğimi söylemeden edemeyeceğim. Yazarın kullandığı samimi dil ve olay örgüsü çok başarılı. Kızın kanser olması beni derinden yakalayan nokta oldu. Arkadaşlarımın ailesinde ve özellikle benim de teyzemin kanser olması, kitabı okurken daha çok içimi acıttı. Beni daha çok duygulandırdı.

Kitaptan çok fazla bahsetmek istemiyorum ki zaten yaptığım kitap yorumlarında bir kitabı çok beğenmişsem ondan oldukça az bahsetmeyi tercih ediyorum. Çünkü sizler de okurken aynı heyecanı, aynı duyguları ilk olarak yaşayın istiyorum.

Eğer siz de benim gibi bir kitabın filmi varsa önce kitabını okumak taraftarıysanız, filmi çıkmadan bir an önce alın okuyun derim. Ben kitabı çok sevdim ve kitaptan çok etkilendim. Her zaman favori kitaplarımdan biri olacak.

Love is All You Need? - Kısa Film


Love is All Your Need, bugüne kadar beni etkileyen en başarılı kısa film diyebilirim.

Amerikan film festivallerinde birçok dalda aday olarak gösterilmiş bu kısa film, toplam 18 ödüle layık görülmüştür.

Filmin amacı, homoseksüel bireylerin küçük yaşta başlayan arkadaş ortamındaki dışlanmaları, yok sayılmaları ve hayatlarını cehenneme dönüştüren olayları tamamen ortadan kaldırabilmek. Homoseksüelliğin bir hastalık, bir tercih değil, bir yönelim olduğunu anlatabilmek.

Film, tamamen empati duygunuzu devreye geçirecek türden. Bu filmde homoseksüellerin değil, heteroseksüellerin olmadığı bir dünya var. Heteroların dışlandığı, onların yok sayıldığı bir dünya. Ve bu filmi izleyen birçok homofobik birey kendi kendine birçok soru yöneltecek diye düşünüyorum. Amacımız da bu aslında. Tabuları tamamen yıkıp, herkesin hayatına saygı göstermeyi öğretebilmek.

Sizden istediğim tek şey, bir 20 dakikanızı ayırıp, bu kısa filmi sonuna kadar izlemeniz. Özellikle homofobik bir bireysen sevgili okuyucum, lütfen ama lütfen bu filmi izle. Sen, dışlandığın ve yok sayıldığın bir dünyada yaşamak ister miydin?


Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.