background img

The New Stuff

Nasıl Bir Çocuk - Ken Barris

Bu kitabı, internetten kitap araştırırken bulmuştum ve ilgimi çekmişti. Her zaman yaptığım gibi not aldım ismini fakat almaya hiç fırsatım olmadı. Daha sonra bir arkadaşım bana aldı ve öyle okuma fırsatım oldu.

Nasıl bir çocuk, hiç beklediğim ve umduğum gibi bir kitap çıkmadı. Tam tersine tamamen kötü bir kitap diyebilirim, benim için. Oldukça can sıkıcı, akıcı değil ve okuyucuyu içine almayan bir kitap. Okuduğum çoğu şeyden bir şey anlamadım, karma karışıklıktan. İnce ve sayfa sayısı az olan bir kitap ama ben 1 buçuk haftada bitirdim ve istemeyerek okudum. İlk defa böyle bir şeyle karşı karşıya kaldım fakat daha önce yine internette okuduğum bir şey sayesinde kitabı sonuna kadar okudum. Şöyle diyordu: ''Bir kitabı beğenmeseniz bile onu kesinlikle sonuna kadar okumayı sürdürün.'' Bu yazıya dikkat edip de devam ettiğim için çok pişman değilim. Kitaptaki karakterleri, yerleri falan anlayabiliyorsunuz fakat konusu belli belirsiz bir şey. Kitabın sonu da karakterlerden biri ile bitişini yaptığı için son anda bir şaşırma duygusu yaşatıyor kitap. 

Ken Barris'in başka kitapları çıkarsa alır mıyım diye sorarsanız, almayı tercih ederim. Denemekte fayda vardır ve okumakta da bunun fazlası vardır. 

ARKA KAPAK 

Diaz: Bir dövmeci. Cortes'in conquistador'larından, beş yüz yaşında! Ölmeden, en iyi bildiği kağıda, insan derisine, ''Meksika'nın fethinin bir tarihçesini çıkarmak istiyor.

Luke: Bir gazeteci. ''Renkli'' bir tecavüz çocuğu. Kimliğindeki boşluğu tutkularıyla kapatıyor: Yemek pişirme, kadınlar ve dövme.

Malibongwe: Şehrin ve yaşamın kenarında doğmuş, amaçsız, ümitsiz bir çocuk. ''Siyah'' bir tecavüz çocuğu. Ama Luke'un tersine, kimlik sorunlarıyla uğraşacak ne vakti var ne de fırsatı.

Her biri için ayrı bir dünya olan Cape Town'da buluşacaklar. Şehir onların kaderlerini birleştirecek...



Acımasız Dalgalar

Saat gece 10 gibiydi. Belki de 11'di. Sahil boyunca tek başıma, etrafıma bakmadan. Yanımdan geçen hiçbir insanın yüzlerini göremiyorum. Sadece ellerini, ayaklarını ve... ve sadece telaşlarını görüyorum. Hepsi öyle değil ama, bir çoğu oldukça sakin ve arkadan kahkahalarını bırakarak geçiyorlar yanımdan. Aldırış etmiyorum. Etmemem gerekiyor. Yolum uzun, sadece buna odaklanmalıyım. Sadece buna...

Aklım bir ton dolu. Gözlerim yere sabit bir şekilde yürüyorum. Yavaşça ve kollarımı hareket ettirmeden. Hiçbir şeyin farkında değilim, hiçbir şeye ayak uyduramıyorum. Taşlara sertçe vuran dalgalar dışında. Bir an duraksayıp sağıma doğru hafifçe dönüyorum. Bir süre hala başımı kaldıramıyorum, duruyorum öyle. Dinliyorum biraz daha, bir süre dinlemeye devam ediyorum dalgaların sesini ve arada birbirlerine karışmasını.

Başım hala eğik. Az sonra hepsinden daha sert bir dalga taşlara daha da sert bir şekilde çarpıyor ve bir miktar su parçacıkları yüzüme değiyor. Hafif ve yumuşak bir değme bu, rahatsız etmiyor. Sadece bir an için kendime geldiğimi hissediyorum. Hissediyorum, evet... Başımı kaldırıyorum yavaşça, bakıyorum önümde uzanmış sonsuzluğa. Dalgalar ardı ardına gelmeye devam ediyor. Hep düşünmüşümdür; Deniz, neden gökyüzünü kıskanıyor diye. O siyah olduğunda neden maviliğini, yeşilliğini ve güzelliğini bir kenara bırakıp o da siyaha bürünüyor? Çok durmuyorum bunun üzerinde. Sadece çok uzakta birbirine yakın, bir çok ışık görüyorum. Acaba şu an oralarda benim gibi durup düşünen, daha doğrusu düşünemeyen bir insan var mı diye.

Tekrar yavaş hareketlerle dönüyorum, kafamı eğmeden. İnsanların yüzlerine bakıyorum. Önümden geçen herkes bana bakıyor ve ardından kafalarını çevirip yollarına devam ediyorlar. Hiçbirinin gözlerine bakmıyorum, baksam aldanacağım çünkü. Ama fark edebiliyorum bana baktıklarını. Gülümsüyorum. Yüzüme yapmacık ve fazla abartılı bir gülümseme yerleştiriyorum ve kafamı daha da dikleştiriyorum. Hızlı ve az önceki beni hatırlatmayan adımlarla ilerliyorum. Ama gülüyorum, hep gülüyorum...

Toprak Kokusu

Yağmuru özledim. Elimde sıcak ve beni yavaş yavaş ısıtan, üzerinde buharı tüten kahvemle penceren dışarısını izlemeyi özledim. Bazılarının yağmurdan hızlıca ve amaçsız kaçışını, bazılarının da yüzündeki o tatlı huzurla yağmurun altına yavaşça yürümelerini özledim. Geceleri uykumu bölüp, cama değerken çıkardığı bir ritimle bana bir şeyler anlatmasını özledim. Yağdıktan sonraki toprak kokusunu içime çekmeyi özledim. Gözlerimi kapatıp, ufak bir tebessümle ciğerlerimi o temiz havayla doldurmayı özledim.

Sevilmeyi özledim. Uzun zaman oldu birinin sevgisini hissetmediğim. Ağzıma kadar doldum sevgisizlikle. Gözlerime, gülümseyerek bakan kimse yok ya da benim gözlerim çok kötümser bu aralar. Kulağıma sevgi sözcüklerinin fısıldanmasını özledim. Kulaklarım sevgi sözcüklerine sağır bu aralar. Kalbim de aç, çok aç. Sevmeyi de özledim bir yandan. Kendimi iyi hissetmeyi, mutlu olmayı özledim. uzun zaman oldu. Ben iyiyim, sadece bir şeyleri özledim. Fazlasıyla özledim.

Çok oldu içten gülemediğim. Yeni fark ettim bunu da. Gülmeyi de özlüyor insan, doyasıya eğlenmeyi ve bir şeylere takılı kalmadan, bir şeyleri düşünmeden çılgınca eğlenmeyi.

Huzuru özledim.

Mutluluğu özledim.

Özledim... Ben iyiyim, sadece bir şeyleri özledim işte. Çok da mühim şeyler değil oysa ki, değil mi? Gelip geçer. Sen boş ver bunları şimdi. Sen nasılsın?

Benzemez Kimse Sana

Her Cuma akşamı olduğu gibi dün akşam da Star Tv'de Benzemez Kimse Sana adlı program vardı ve ben de her Cuma akşamı olduğu gibi izledim. Başlardaki performansları kaçırmama rağmen tam yerinde açtığımı düşünüyorum. Benzemez Kimse Sana; Seyfi Dursunoğlu, Hande Ataizi ve Erol Evgin'in jüriliğiyle ve Murat Başoğlu'nun sunuculuğu ile her Cuma saat: 21.00'da Star Tv ekranlarında. 

Dün akşam yarışmada bir ilk yaşandı diyebilirim. Geçen haftalar boyunca ve şimdiye kadar hiç birinciliği yakalayamayan Kendi, dün akşam Ajda Pekkan performansıyla, tiplemesiyle birinciliği yakaladı. Jüri'nin verdiği oylarla 4. sırada kalan Kendi, arkadaşlarının verdiği puanlama sonucu birinci oldu ve 10 bin TL'lik ödül ''Çocuklar Gülsün Diye'' derneğine gitti. 



Tüm haftalar boyunca elinden geleni yapan ve çoğu yaptığı tiplemeyi de benzeten Kendi'nin de düne kadar hakkının yendiğini düşünenlerdendim. Dün akşam da jüriler tarafından hakkı yenildi fakat bunu da fark eden arkadaşları da söze ''Haftalarca hakkının yendiğini düşündüğüm için...'' ile başlayıp puanlarını Kendi'ye verdiler. 

Dün gecenin performansları ise şöyle gerçekleşti: 

Uğur Arslan/ Bon Jovi
Ümit Erdim/ Ümit Besen
Bay J / Ferhat Göçer
Ömür Gedik / Tarkan
Asena / Nükhet Duru
Cem Kılıç / Aşık Veysel
Pelin Öztekin / Var Mısın 
Kendi / Ajda Pekkan

Adrenalin... Kaldığı Yerden: Toyota GT86

Toyota’nın 50 yıllık spor otomobil birikimini, heyecan verici tasarım özellikleri ve üstün sürüş keyfiyle birleştiren Toyota GT86 Türkiye’de!

Spor otomobilde tutkunun yeni adı olan arkadan itişli Toyota GT86, sürücüsü ile bütünleşerek gerçek, saf ve eğlenceli sürüş keyfini garanti ediyor. Dünyada sadece Toyota’da sunulan önden yatay (boxer) motor ve arkadan itiş özelliklerinin hayat bulduğu sürücü odaklı Toyota GT86, aynı zamanda dünyanın en kompakt 4 kişilik spor otomobili olarak tüm dikkatleri üzerinde topluyor. Toyota GT86, yere yakın olan ağırlık merkezi ve aerodinamik tasarımıyla heyecan ve sürüş keyfi arayanlara hitap ediyor. 

Toyota GT86 ultra hafif gövdesi, kompakt 4 kişilik tasarımı, mükemmel dış tasarımı ve içeride ayrıntılara verilen önem ile sürüş keyfini en üst seviyede yaşatırken, spor otomobil zevkini de geniş kitlelerin erişimine sunuyor. Toyota’nın D-4S teknolojisiyle üretilen 2,0 lt atmosferik boxer motoru ile 200 HP güç ve 205 Nm tork sunan GT86, 6 ileri otomatik vites modellerinde 7,1 lt/100 km yakıt tüketimi ve 164 g/km CO2 salımı ile ekonomik ve çevre dostu sürüşe verdiği önemi de ortaya koyuyor. GT86’da ayrıca ABS ve devre dışı bırakılabilen VSC ile GT86’nın üstün aerodinamik özellikleri sayesinde sürücüler kişisel sürüş kabiliyetlerini ortaya çıkarma fırsatını da bulabiliyorlar. GT86’da sunulan VSC SPORT seçeneği ise dengeden ödün vermeden aracın dinamik sınırlarının keşfine imkan tanıyor.

Toyota GT86 İstanbul Park’ta yapılan lansmanla Türkiye’de satışa sunuldu. Toyota GT86’nın turuncu, kristal siyah, saten beyaz ve şimşek kırmızı olmak üzere 4 farklı renk seçeneği bulunuyor.

Toyota GT86’yı daha yakından keşfetmek için www.adrenalinkaldigiyerden.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Tüm yeniliklerden anında haberdar olmak için Toyota’yı Twitter’dan takip edin: https://twitter.com/Toyota_Turkiye

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Sizce Aşk Nedir?

Farkında olamıyorsunuz her şeyin. Bir çok şey de farkınızda olmadan gelişiyor. Aşkın nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz sizce? Bence bilmiyorsunuz. Nereden bileceğiz ki aşkın nasıl bir şey olduğunu? Eskilerden birileri bir şeyler ''aşk'' demiş yaşamışlar ama bize onun ne olduğunu, nasıl bir şey olduğunu veya aşkı yaşayıp yaşamadığımızı anlayabileceğimiz bir bilgi bırakmışlar mı? Hayır.

Aşk dediğimiz şey; ondan gelecek bir mesajı nefes nefese, sabırsızlıkla beklemek midir? O mesaj atmadığı zamanlarda sıkıntıdan ölüp, mesaj attığı zamanlarda ortalığı birbirine katarak heyecanla mesajını okuyup, her şeyi unutup sadece ona odaklanmak mıdır? Her kelimesini bir umut, bir ümit diye algılamak mıdır? Onun için endişelenip, meraktan yerinizde duramamak mıdır? Sesini duyduğunuzda her şeyi bir kere daha unutup sadece dudaklarının eşsiz dansına odaklanıp, bir tebessümle onu izlemek midir? Gözlerinin sizi masum masum süzüşünü, düşünceli sözlerine diyecek laf bulamamak, sadece gülümseyip utançla başınızı yere doğru eğmek midir?

Aşk, sizce nedir?

Wulf Dorn - Psikiyatrist

Tess Gerritsen'ın ardından okumayı tercih ettiğim Psikatrist kitabını henüz dün akşam bitirebildim. Bitirmem biraz zaman aldı fakat yavaş yavaş okuduğuma kesinlikle pişman olmadım. Çok başarılı bir gerilim romanı çıkarmış Wulf Dorn. Her sayfasında ayrı bir tad var ve kendini içine çekiyor. Bazen bölüm sonlarında kitabı biraz kapatıp, düşünmeye koyuluyorsunuz ve ''acaba''lar geçiyor kafanızdan. Wulf Dorn, gayet başarılı bir gerilim romanı ile gerilim romanı yazarları arasına müthiş bir giriş yaptı ve arka kapakta Weltbild'in de dediği gibi Wulf Dorn ''Gerilim romanların yeni yıldızı!'' Bence de öyle.

Bu kitapta, ana karakterin yerine kendinizi koyuyorsunuz ve olayları sanki siz, yer ve mekanı dahi yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Öyle bir odaklanıyorsunuz ki kitaba, cümleleri okuduğunuzu fark etmeden sanki film izliyormuş gibi akıp gidiyor. Wulf Dorn'un yeni çıkaracağı kitapları da sabırsızlıkla bekliyor olacağım ve dileğim de sadece gerilim romanı yazması. Psikiyatrist'i herkes okumalı!

ARKA KAPAK 

''O GELDİĞİNDE BENİ KORUYACAĞINA SÖZ VER!''

Şiddet mağduru bir kadın hasta, psikiyatrist Ellen Rothun kâbusu haline gelir: Kara Adam tarafından izlendiğini iddia eden hasta, gizemli biçimde, iz bırakmadan ortadan kaybolur. Şimdi kendi hayatını da hastasınınkini de tehlikeye atan korkunç bir oyunun ortasındaki Dr Ellen Roth için hiç kimseye güvenemediği umutsuz bir savaş başlamıştır. Şeytani bir yapbozun parçalarını bir araya getirmeye çalışmaktan başka çaresi kalmayan genç psikiyatrist, korku, şiddet ve paranoyadan oluşan bu labirentte çıkış yolunu bulabilecek midir?

''İnsan zihninde öyle yerler vardır ki kimse buralara ulaşamaz. Psikiyatrist bizi zihnimizin karanlık tarafına görütüyor.'' ( Donato Carrisi )

''Gerilim romanlarının yeni yıldızı!'' ( Weltbild )

''Sanki David Lynch, Stephen Kingin bir romanını filme almış gibi. Harika!'' ( Thomas Thiemeyer )  


Sen Gittikten Sonra

Sen gittikten sonra gözlerim eski canlılığını yitirdi. Artık eskisi gibi parlamıyorlar. Eskisi gibi bakmıyor gözlerim etrafa, kimseye. Boşluklara kayıyor sürekli, boşlukları doldurmaya çalışıyor gözlerim. Beceremiyorum. Gözlerimin içindeki boşluğu dolduracak bir şey bile yok artık ellerimin arasında, değil boşlukları ben gözlerimle doldurayım.

Sen gittikten sonra saçlarım eski canlılığını yitirdi. Eskisi kadar gür değiller. Eskisi gibi kokmuyorlar, masal gibi. Saçlarımı savurduğumda gülüşünü göremiyorum yanımda. Nerede o bakışların şimdi? Nerede o gülüşlerin? Benim yanımda güldüğün gibi gülme başkalarına, bakma bana baktığın gibi. Dayanamam sonra.

Sen gittikten sonra ellerim yazın bile üşüyor. Eskisi kadar pürüzsüz ve canlı değil ellerim. Eskisi gibi tutamıyorum bir şeyi, titriyorlar. Üşüdükleri için mi bilmiyorum ama titriyorlar işte. Buruş buruş oldular, beyaz beyaz bölgeler oluştu. Kanım çekildi sen gittikten sonra, eski neşem yerimde değil, gülümseyemiyorum.

Ne zaman geleceksin yanıma? Ne zaman çekeceksin kokumu içine? Özledim seni. Gözlerine bakmayı özledim, ellerimi tutmanı ve bana sarılmanı. Saçlarımı taramanı, koklamanı. Hadi şimdi kalk gel ve mutlu et beni. Sensiz üzerimde mutsuzluk bulutları cirit atıyor oradan oraya. Götür kara bulutları üzerimde, bembeyaz yap onları.

Her şeyi boşver, her şeyi bırak ve yanıma gel. Sadece gel...

Eurovision Şarkıları Bağımlılık Yaptı

Her sene Eurovision'u izleyen ve takip eden biriyimdir. Şarkıları önceden dinler, aralarından kendime göre seçimler yapar ve favorilerimi de belirlerim. Bu sene de aynı şekilde favorilerimi belirlemiştim. Benim listem, sonuçlara göre çok uzak. Fakat ben yine de bu seneki en başarılı şarkıların kendi seçtiklerim olduğunu düşünüyordum. Benim ilk 3 listem:


1. Tooji - Stay (Norveç):

Norveç her sene güzel şarkılar çıkarıyor. 2009 yılında Alexander Rybak'ın Fairytale şarkısıyla birinciliği yakalayan Norveç, sonraki yıllarda bir derece alamadı. Bu sene Tooji, Stay şarkısıyla Eurovision'a katıldı fakat sonunculukla tamamladı yarışmayı. Kesinlikle sonunculuğu hak eden bir şarkı olduğunu düşünmüyorum. En azından birinci olmasa bile ilk üçü zorlayacak derecede güzel ve kaliteli bir şarkıydı. 


2. Eva Boto - Verjamem (Slovenya):

                                       
Slovenya bu yıl çok güzel bir şarkıyla karşımıza çıktı fakat hiçbir derece alamadı. Finale bile geçiş yapamayan Eva, 16 yaşında olmasına rağmen çok güzel bir performans sergiledi. Neden elendiğini hiç anlamadım fakat finalde olmayı hak ettiğini düşünmüştüm. 


3. Sabina Babayeva - When The Music Dies (Azerbaycan): 
                                                                
                                       

Hepimizin bildiği gibi geçen sene, 2011 Euvision birincisi Azerbaycan olmuş ve sahneye de Türk bayrağı ile çıkarak hepimizi gururlandırmıştı. Bu sene Sabina ile Eurivision'a katılan Azerbaycan dördüncülükle listede yerini aldı. 

EUROVİSİON ŞARKILARI BU SENE BAĞIMLILIK YAPTI

Bu sene Eurovision şarkıları benim de olmak üzere bir çok kişinin hoşuna gitti. Çoğu şarkı defalarca dinlendi ve hala dinlenmekte. Geçen senelere göre bu senenin şarkıları daha çok tutuldu ve bir diğer deyimle bağımlılık yaptı. Benim üzerimde ilk dinlediğimdeki etkileri hala aynı ve her gün şarkıları tekrar tekrar dinliyorum. Bakalım seneye hangi ülkeler, nasıl şarkılarla karşımıza çıkacak. Heyecanla bekliyorum. 

EUROVİSİON 2012 İLK 5 LİSTESİ: 
1. Loreen - Euphoria (İsveç)
2. Buranovskiye Babushki - Party For Everbody (Rusya)
3. Zeljko Joksimovic - Synomym (Sırbistan) 
4. Sabina Babayeva - When The Music Dies (Azerbaycan) 
5. Rona Nislui - Suus (Arnavutluk)

İskenderun Festivalinde: Murat Boz


Dün akşam (4 Temmuz), İskenderun Festival'i sayesinde sahneye çıkan ünlü isim Murat Boz oldu. İskenderun turizm ve kültür festivalinde sahne alan Murat Boz, İskenderun halkına, gencine, yaşlısına unutulmaz bir gece yaşattı. Çoğu şarkısını sahnede, dansçılar eşliğinde eğlenceli bir şekilde söyleyen Murat Boz, tüm İskenderun halkına kendini fazlasıyla sevdirdi.


Eski şarkılarına daha fazla ağırlık veren Murat Boz, güler yüzlülüğüyle, sevecen tavırlarıyla ve şarkı aralarında konuşmalarıyla İskenderun halkını tamamen baştan çıkardı. Her şarkı sonunda İskenderun'u sevdiğini belirten ve dinleyenlere büyük bir keyif yaşatan Murat Boz, bir ara kendisinin de Antakyalı olduğunu ve İskenderun'u çok fazla sevdiğini dile getirdi. Bu da, halkın fazlasıyla hoşuna gitti.


Murat Boz'u dinlemeye gelenler, her şarkıya oldukça güzel bir şekilde eşlik etti. Bundan mutluluk duyduğu belli olan Murat Boz, dinleyicileri coşturdukça coşturdu ve her şarkıya eşlik edilmesini istedi. Ara sıra mikrofonu seyircilere uzatıyordu ve aynı zamanda dinleyicilere yaptığı mimikler ve gönderdiği öpücükler, sevimli gülümsemeler genç kızları mest etti.


Ben de Murat Boz'un ilk defa sahnesini görme şansı yakaladım İskenderun Festivali sayesinde. Oldukça müthiş bir geceydi. Şimdiye kadar konserine gittiğim sanatçılardan sahnesini en çok beğendiğim isim Murat Boz oldu. Kendini sevdirmesini ve dinletmesini çok iyi bilen bir şarkıcı. Danslarıyla olsun, sesiyle olsun kendini sevdiriyor ve dinlettiriyor.



İskenderun halkına çok eğlenceli ve güzel bir gece yaşatan Murat Boz'u İskenderun'da tekrar görmek dileğiyle...



Eylem - Helal Olsun

Eylem'i hepimiz 2006 yılında ''Aman, Mız mız'' gibi şarkılarıyla tanıdık. Yabancı aksanı ile olsun, sevimliliğiyle ve sıcaklığıyla kısa sürede hızlı bir fan kitlesine sahip oldu ve çoğu zaman şarkıları uzun süre dilimize pelesenk oldu.

Geçenlerde Eylem'in ''Helal Olsun'' adlı klibini çektiği son şarkısını dinledim. Şarkı, Eylem'in 2011 - Bugün Burda albümünden bir parça. Oldukça güzel ve hoşuma gitti. Günlerdir üst üste dinlediğim tek şarkı diyebilirim.

Aynı zamanda fark ettiğim bir diğer nokta da şu; Eylem, eskisine göre aksanını çok ciddi şekilde ilerletmiş. Çok az pürüzler olsa da Eylem'i böyle tanıdık ve bu kulağa kesinlikle kötü gelmiyor.

Eylem'in müzik dünyasına giriş yaptığı ve uzun süre dillerde bıraktığı ilk şarkısı: Aman

Son klip çektiği ve ''Bugün Burda'' albümünün bir parçası olan yeni şarkısı: Helal Olsun



Şarkı sözleri: Bir yara gibi açık senin bendeki yerin 
Sarmadım bile bile sızlıyor geceleyin
Sanki tüm yükünü geçmişin geleceğin
Topladım yine sabah edeceğim

Bu saatlerden sonra açılır bu defterler
Geceler iflah olmaz feda olsun
Beni kendimden aldın yaralandım her yerden
Yine de sende kaldım helal olsun

Bir yara gibi açık senin bendeki yerin

Sarmadım bile bile sızlıyor geceleyin
Sanki tüm yükünü geçmişin geleceğin
Topladım yine sabah edeceğim

Bu saatlerden sonra açılır bu defterler
Geceler iflah olmaz feda olsun
Beni kendimden aldın yaralandım her yerden
Yinede sende kaldım helal olsun
Bir zaman geldiğinde bitse bu işkence
Böyleyim her gece, her gece, her gece, her gece.

Zincirlenmiş Umutlar

Yavaşça açtım gözlerimi. Karanlığa doğru kıstım önce, zamanla alıştı ama. Kaç gündür uyuyordum acaba, kaç gündür bir şey yiyip içmiyorum ve bir insan yüzü bile görmüyorum.

Bulunduğum odanın geniş olduğu anlaşılıyordu. İçerisi çok karanlıktı. Camlar siyah bantlarla örülüydü. Sadece camda bulunan ufak bir çatlaktan ışık sızıyordu içeriye, bir miktar. Ve duvarın sonsuzluğuna doğru ilerliyordu. Ne ses var ne de görebildiğim herhangi bir şey. Belki camdaki şu ufacık çatlaktan dışarısını görebilirim diye ayağa kalkmaya çalıştım. Bunu yapmaya çalışırken, yere hızlı bir şekilde devrildim. Ellerim ve ayaklarım zincirlenmişti, bunu o anda fark ettim. Bunları neden hissetmemiştim ki?

Hiç direnmeden, şaşkınlık hissine kapılmadan pes etmişlik çöktü üzerime. Çaresizce doğruldum sadece, olduğum yerde. Ağzımı açıp bağırmak, haykırmak istedim. Sesimin nasıl çıkacağından korktum. Kendi sesimi bile unutmuştum. Kendi sesim bile bana çok uzaktaydı şimdi. Vazgeçtim, sustum.

Yiyecek bir şeyler aramaya başladı gözlerim. Sağ tarafımda rengi açık kahverengiye dönmüş su, bir tasın içerisindeydi öylece, hareketsizce. Hemen yanında da üzerine doluşmuş karıncalar. Her yerde var mıydı acaba bunlardan.

...

Böyleydi işte düşündüklerim, hissettiklerim. Yemeğin üzerine dolaşan karıncalar; hayallerimi, isteklerimi yok etmeye çalışanlar. Camdan içeriye sızan ufacık o ışık, ufacık umutlarıma bir işaretti. Bileklerime vurulan zincirler, önümde olduğunu göremediğim ve onlara şiddetle çarptığım halde hissedemediğim engeller. Odanın üzerine sindirdiği sessizlik ve yalnızlık ise... sadece sessizlik ve yalnız işte.

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.