background img

The New Stuff

2. Nostalji Kafkas Halk Dansları Konseri


Mehmet Ön'ün hocalığını yaptığı, 35 yaş ve üzeri kadınların bir arada bulunduğu İskenderun Kafkas Halk Dansları Topluluğu, geçtiğimiz gün (28 Mayıs 2013) Belediye Kültür Saray'nda harika bir konser ile karşımızdaydı. 


Ben de 2 sene önce Halk Dansları ekibinde 1 sene boyunca oynadım. O zevki, o heyecanı tatmış olduğumdan, bu gösterinin, sahneye çıkan ablalarımı nasıl bir psikolojiye soktuğunu anlayabiliyorum. Provaları da defalarca izlediğimden hepsinin nasıl heyecanlandığını gözlerimle gördüm. Bir çoğu ilk defa sahneye çıkıyordu ve böyle büyük bir gösterinin parçası oluyordu. Tüm bunlara rağmen harika bir iş çıkardılar. Çok da beğenildiler. 


Gösteri 20:00'da başladı ve 22:00'da bitti. Zamanın nasıl geçtiği anlaşılmadı bile. Tüm ekip uzun zaman çalıştılar, emek ettiler ve büyük bir gösterinin altına başarıyla imzalarını attılar. 


Beni sürekli takip edeniniz, sürekli yazılarımı okuyanınız ismen tanırlar belki. Sanem Burcu Pekel. Canımdan, kanımdan çok sevdiğim dostum, kardeşim. Halk Danslarına başlamamın en büyük etkenidir. Onun sayesinde başladım ve sonrasında bırakmak zorunda kaldım. Fakat her daim kendisini izlemeye ve desteklemeye devam ettim, edeceğim de.

Gösteride en çok ilgi gören de ne güzeldir ki kendisi oldu. Erkek figürleriyle farklılık yarattı ve her sahneye çıktığında büyük alkış aldı, defalarca ayakta alkışlandı. Evet, çünkü gerçekten, kardeşim diye demiyorum ama o bu işin en iyisini yapıyor. 

Bu da gösteriden bir video: 


Gece Yolu - Kristin Hannah


Bana Kristin Hannah denildiğinde akan sular duruyor. Gece Yolu ile birlikte toplamda üç kitabını okudum henüz; Ateşböceği Yolu ve Kış Bahçesi. Bütün kitapları birbirinden güzel, bütün hikayeler birbirinden daha özenli ve başarılı. Diğer kitaplarını da mutlaka okuyacağım.

Kristin Hannah, kesinlikle idol olarak gördüğüm tek isim. Yazım dili, olayları anlatışına fena şekilde hayranım. Kitaplarını okurken her cümlesinden etkileniyorum ve o cümlelerin hepsi bana yeni bir şeyler katıyor. Kitaplığımdaki tüm kitaplar benim için çok çok çok değerli fakat Kristin Hannah'ın kitapları ayrı bir değere sahip.

Gece Yolu, kesinlikle ve kesinlikle okunması gereken bir kitap.

Hannah, bu kitabında; aile, aşk, ölüm gibi kavramları ele almış. Ve bunları birbiriyle harika bir şekilde bağdaştırmış. Bizlere de seçenekler sunmayı ihmal etmemiş: Beklemek, Geçmişe Tutunmak, Unutmak ve Affetmek. Siz olsanız hangi yolu tercih ederdiniz?

Kitabın konusu, dediğim gibi çok başarılı.

Jude, çocuklarına çok düşkün ve onlara ufacık bir zarar gelmesini bile istemeyen bir anne. Mia ve Zack, Jude'nin ikizleri. Zack, çok yakışıklı ve popüler bir çocuk. Mia ise içine kapanık ve pek arkadaşı olmayan biri. Liseye başladıkları ilk gün Mia ve Lexi arkadaş olur. Yani Mia'nın deyimiyle Lexi ''Sosyal bir intihara'' kalkışır. Kısa zamanda çok şey paylaşırlar ve çok yakın iki arkadaş haline gelirler. Zack ve Lexi birbirinden hoşlanmaktadır fakat bunu dile getirmekten korkarlar. Çünkü Mia, daha önce abisine aşık olan bir kızla yine çok yakın arkadaştı ve Zack'le ayrılınca kız Mia ile de konuşmayı kesmiş ve Mia da bu durumdan çok etkilenmiştir.

Zack, Mia ve Lexi. Bir gece büyük bir hata yaparlar. Ve bu hata, hepsinin hayatını baştan aşağıya değiştirir. Pişmanlık, bu bölümden sonra en yoğun şekilde anlatılan duygu oluyor.

Ben, kitap için yapılan yorumları çok inceledim ve çoğu yorumda ''ağlayacaksınız!'' diye uyarılıyoruz. Kristin Hannah'ın bundan önce okuduğum iki kitabına da ağladığım için ''Hadi bakalım, bunda da ağlayacağız.'' diye başladım okumaya ve öyle de oldu, kitabı okurken her seferinde gözyaşı döktüm.

Hannah, okuyucusunu kalbinden yakalamayı ve onu deli gibi etkilemeyi çok iyi başarıyor. Bu kitabı okurken gözyaşlarınız sizden bağımsız olarak akacak ve kendinizi tutamayacaksınız!

''Uykum ve Ben''den Sürpriz Hediyeler Var


Benim düzenlediğim çekilişe katılan Hilal arkadaşımız, kendi blogunda da çekiliş düzenlemekte şu an. 3 şanslı arkadaşımız, çekiliş sonucunda, Hilal'in hazırladığı hediye paketlerine sahip olacak ve sürpriz hediyelerin sahibi olacak.

Ben biliyorum ki hiçbir çekilişte bir şeyler kazanamadım ve kazanamayacağım da. Fakat pes etmiyorum nedense, o yüzden bu arkadaşımın çekilişine katılarak aynı zamanda ona da destek olmak istedim. Bu çekilişler, kazanmasam da bana çok eğlenceli geliyor üstelik. Bakalım bu sefer kazanabilecek miyim?

Çekilişe katılmak için buraya tık tık! 

Tumblr Günlüğü

Son zamanlarda Tumblr sallanmakta. Bilmeyeniniz varsa nedenini hemen söyleyeyim. Bizim o çok sevdiğimiz, bizden biri olarak ona taptığımız Deyvidciğimiz bizi sattı diyebiliriz. Yahoo CEO'su Marissa Mayer, Tumblr'ı satın aldı. Deyvid bugünlerde bizden bayağı bir laf yemekte zaten. E hak etti de yani!

Neyse ki biz Tumblr çocuğu olarak neşemizi kaybetmemekte de gayet istikrarlıyız. Yüzümüzü güldüren gifler, fotoğraflar akıp gitmekte. Sizlerle de paylaşmak istedim yine.


Başta duygusal duruyor ama ne yazık ki ablamız akbil derdinde. E tabii o da haklı. Sen kızı bırak git, yetmedi akbili de verme. Uyanık bebe seni.


Benim de başıma defalarca geldiğinden bu gifi görür görmez yere düştüm. Bayağı güldüğüm bir gif oldu. Eminim hepiniz evden çıktıktan beş dakika sonra aynı hızda koşarak eve gidip fişi çekmişsinizdir. 

Satışlara gelmemizden sonra Deyvidciğimize Keep Calm yapmayı da ihmal etmedik tabii. 

 Pink Freud'un, Sorun Bendeymiş kitabının ilk bölümünden bir kısım. Cevap harika!


Ablamızın hazin sonu.

Pizza servisçisi olan abiciğimiz o kadar aç olmalı ki servise götürdüğü yemeği asansörde açıp zeytinlerini, mısırlarını hızlıca mideye indiriyor. Olmaz abicim öyle bak şimdi senin yüzünden ben de tedirgin oldum. Artık gelen pizzaları önce iyice bir inceleyeceğim malzeme eksik mi diye. Ayıptır yani.

Tumblr'dan beni takip etmek isterseniz: allahimbensananaptim.tumblr.com

Konuşan Kalem 1 Yaşında!

Merhaba, beni yazmaya başladığım günden beri asla yalnız bırakmayan, yazdıkça mutlu etmek istediğim, duygularımı yazarak anlatmak istediğim biricik takipçilerim, okurlarım.

Tam tamına 4 senedir blog yazarlığı yapmaktayım. Çok küçük yaşta başladım yazmaya. Bu yüzden yazmanın, yazarak bir şeyler anlatmanın nasıl bir duygu olduğunu artık çok içten biliyor ve anlayabiliyorum. Kimi zamanlar geldi istediğim halde yazamadım, kimi zamanlar geldi yazdığım halde bir türlü olmayan şeyler oldu. Her türlü inişi çıkışı yaşadım ve nihayet iyi bir yere geldiğimi düşünüyorum.

Bir şanssızlığım vardı ki, sürekli olarak bu 4 sene içerisinde hep değişimdeydim. Önce Tumblr'da yazmaya başladım, daha sonra Blogger ve daha sonra Wordpress. Son olarak da ''Konuşan Kalem'' ismini verdiğim bu blogumu açtım ve Konuşan Kalemde de 1 yılımı doldurmuş bulunmaktayım.

Şu an o kadar şey yazmak istiyor, sizlerle uzun uzun konuşmak istiyorum aslında. Fakat sıkılırsınız diye de korkmuyor değilim. Bu ben de hep olan bir duygudur aslında. İçimde hep bir ''acaba?'' duygusu vardır. O yüzden hep daha iyi, hep daha güzel şeyler yazmak, sizlere her şeyin en güzelini okutmak ve sunmak istiyorum. Umarım bu konuda başarılı oluyorumdur ve sizleri memnun edebiliyorumdur.

Bu blogumu açtığımdan beri hep bir cümle kullandım: ''Sizler beni okuduğunuz sürece, kalemim asla susmayacak!'' diye. Sizden tek isteğim beni okumaktan asla vazgeçmeyin, çünkü ben yazmayı çok seviyorum. Yazmayı sevmemin en büyük etkeni de sizlersiniz. Hep var olun, hep benimle olun. Beraber gülelim, beraber ağlayalım.

Hepinize sonsuz teşekkürler ve sonsuz sevgiler.
Benim için çok değerlisiniz.

Seneye Çok Çalışacağım: Söz!


Bu Pazartesi günü, 19 Mayıs sebebiyle okullar tatildi. Biz öğrenci grubu da tabii ayrı bir bayram yaptık. Pazartesiden bir kere daha nefret etmedik. Sendrom falan hiç yakınımızda olmayan, anlamını bile bilmediğimiz bir kavram haline geldi. Pazar akşamı uyumadık, Pazartesi öğlene kadar yataktan kalkmadık. Olabildiğince tembel geçirdik yani günü. Ya da en azından ben şu an sadece kendi yaptıklarımı anlatmaktayım.

Pazartesi günü tembellik yapıp durdum, çünkü ertesi günü başlayacak olan sınavları kafamdan atmaya çalışıyordum. ''Hayır yazılı diyiliz kandırıyorlar bizi! Yok öyle bişi ya YOK!'' diye kendimi kandırmaya çalışsam da ne yazık ki sınavlar bana girmeye yavaştan başladı.

Salı günü Coğrafya yazılımda dağlar, bayırlarla bir kendime geldim böyle. Yazılıda sorulara bakıyorum falan bir şey anladığım yok. E tabii bir gece önce kitabı açıp ''Ha bu basitmiş ya biliyorum ki ben zaten bunu.'' diye diye bir şeye de çalışmadım. Sınav esnasında da radarlar açıldı tabii bende. ''Kim ne yapmış?'', ''Benim kağıdım A grubu, yanımdaki de A'dır inşallah da hepsini ondan yaparım ihih.'' falan yaparken, benim o kötü şansım kör talihim bana bir kerecik gülümsedi ve farklı gruplar olmamıza rağmen, sorularımız aynıydı. Ben de kağıdı olduğu gibi geçirdim ve 85'i kaparak, 24 olan notumu yükselterek karneme Coğrafyayı 3 düşürmeyi başarmış bulunmaktayım.

Bugün de İngilizce yazılısında en favourite singer'ımı sonracığıma ne söyleyim en beğendiğim music'i, sonra işte güzel song yapabiliyormuşum da sesim good muymuş neymiş onları sormuş kadın bize. Ya benim güzel hocacığım, benim ikoncan bebikim sen şimdi benim sesimin good olup olmadığını ne yapıcaksın. Sesim good ise bana sabahtan akşama kadar şarkı mı söyleteceksin yani nedir derdin?

Ben bunları çözmeye çalışırken bir de gördüm ki bu sefer yanımdaki arkadaşımla kağıdımız gerçekten aynı. Ben A grubu, o da A grubu. Tabii hiç çaktırmıyorum hocaya, yanımdaki arkadaşıma da ''Lan gruplarımız aynı ha vuhuu kesin yüz aldık nırırırımmm!'' falan yaptım böyle tabii ikimizde mal gibi birbirimize bakıyoruz çünkü soruları çözemiyoruz. Neyse ki bu benim canım arkadaşım kopya hazırlamış da sıranın altına şey ettirmiş biz böyle birazcık ordan birazcık burdan kağıdı tamamladık, 100 aldık çıktık.

Şimdi bu sınavlar iyi hoş güzel geçti tamam içimiz şu an rahat, ohh mis. Fakat yarın İnkılap ve Edebiyat, Cuma günü de Dil Anlatım ve Tarih yazılılarım var. Dil Anlatım ve Edebiyat'ı saymıyorum çünkü onlar hiç çalışmadan bile harika puanlar aldığım dersler. Fakat Tarih ve İnkılap da en özürlü olduğum dersler. Ne yapıcam ne edicem bilmiyorum. Uykulu uykulu bunları yazıyorum zaten birazdan da mışıl mışıl akşama kadar uyurum sonra uyanır tekrar uyurum gün biter.

Allah'ım senden ufacık mini minnacık bir istediğim var. Şimdi yani ben bütün sene böyle çok çalıştım bir sürü güzel, pıtır pıtırcık notlar aldım, şu son yazılılara da böyle kendimi yormak istemiyorum. Bir güzellik yap da sen yarın ve Cuma günü olacak sınavlarda da bana bir kıyak yap şöyle mesela yanımdakiyle kağıtlarımız aynı olsun, kopya çektiğimizi hoca görmesin falandı filandı. İşte sen bilirsin zaten ne yapacağını. Çok teşekkür ederim Allah'ım. Söz veriyorum seneye çok çalışıcam, çok.

Eurovision 2013 Birincisi: Danimarka!

İçveç'in Malmö şehrinde gerçekleşen 58. Eurovision yarışması Cumartesi günü büyük final ile karşımızdaydı. Türkiye'nin yarışmaya katılmamasıyla birlikte, TRT yarışmayı yayınlanmadı. Bir çok Eurovision tutkunu da çareyi internette -benim gibi- ya da Azeri veya Gürcü kanallarda buldu.

Her sene olduğu gibi büyük bir heyecan içerisinde izledim yarışmayı. Benim favorilerim mutlaka ki vardı ve geçtiğimiz hafta içinde de sizlerle favorilerimi paylaşmıştım. Bunlar; Rusya, Beyaz Rusya, Malta ve İsrail'di. İsrail ne yazık ki yarı finali geçemedi. Diğerleri geçti fakat Rusya 5., Beyaz Rusya 16. ve Malta da 8. sırada tamamladı yarışmayı.


Bu senenin şarkıları, geçen senenin şarkılarına göre oldukça kötüydü açıkçası. Birinci olan şarkı Emmelie de Forest'in seslendirdiği Only Teardrops şarkısı ile Danimarka oldu. Şarkı favorilerim arasında değildi fakat dinledikçe en iyi şarkının da o olduğu anlaşılıyor. Hakkettiğini düşünüyorum fakat Rusya'nın birinci olmasını isterdim.

Azerbaycan, oylama boyunca birinciliği acayip derecede zorladı fakat bir türlü birinciliğe oturamadı. Fakat ikinci olarak da bizi gururlandırdı ve yarışma boyunca ellerinde yine Türk bayrağı vardı.

Beni şaşırtan olay ise Ukrayna'nın üçüncü olması. Bana göre şarkı çok çok kötüydü ve nasıl o kadar puanı aldı, nasıl  üçüncü oldu hiç bilemiyorum.

Ayrıca bu Eurovision'un en çok konuşulan ismi Krista Siegfrids oldu. Ülkesi olan Finlandiya'da eşcinsel evliliğe onay verilmediği için protesto amaçlı, kendisine şarkıda eşlik eden hemcinsiyle şarkı sonunda öpüştü. Performans oldukça iyiydi. Protestoyu da kesinlikle destekliyordum. Fakat pek başarılı olamadı oylama sırasında ve sondan üçüncülükle tamamladı yarışmayı.

İrlanda ise sonuncu oldu.

İşte Danimarka'nın kazandığı şarkı:

İkinci olan Azerbaycan'ın şarkısı:

Üçüncü olan Ukrayna'nın şarkısı:

Favorim olan Rusya'nın şarkısı:

Ve Finlandiya'nın şarkısı:

Bir sonraki Eurovision'u da şimdiden sabırsızlıkla bekliyorum. Bakalım seneye Türkiyeyi de finalde görebilecek miyiz? Ve ülkemizi hangi isim temsil edecek? Bekleyelim görelim diyorum. 

Bol Eurovision şarkılarıyla dolu günler! 

Kitabımızın Kış Kokan Sayfalarını Çeviremedik


Her zaman olduğu gibi... İyi değilim. Havalar sıcak olmalıydı halbuki, güneş en tepede kasıp kavurmalıydı her yeri. Terlemeliydik deli gibi, zar zor nefes almalı, güçlükle adım atmalıydık. Bir damla suya muhtaç kalmalı, onun için savaş vermeliydik. Belki deniz kenarında kumsalda, belki havuz başında bir şezlongda uzanıyor, güneş gözlükleri gözümüzde, kalınca kitabımızın kış kokan sayfalarını çevirerek serinlemeliydik.

Fakat şu an yaz aylarında kışı yaşıyoruz. Pencereler, kapılar ardına kadar kapalı. Şimşek çakıyor, gök gürüldüyor ve birazdan yağmur başlar. Ben de yatağımda, battaniyenin altında bunları yazıyorum sana. Çünkü yine gözlerimin önündesin.
Anla işte.
Sana olan aşkımla ısınmaya çalışıyorum...

Şu Hortumlu Dünyada Fil Yalnız Bir Hayvandır


Kitap alışverişlerimi yaptığım kitabevine gittim yine. Sık sık gittiğim için beni tanır ve severler, ben de aynı şekilde. O yüzden gittiğim zaman sadece kitap almak için gitmiyorum, sohbet ediyoruz, okuduğumuz kitaplardan birbirimize bahsedip ayaküstü yorumlarda bulunuyoruz. Yine o günlerden biriydi ve oradaki abla bana ''Ahmet Şerif İzgören'in kitabını okudun mu?'' diye sordu. ''Hayır.'' dedim ve bana anında kitabı uzattı. ''Bu kitabı kesinlikle oku ve bitirince yanıma mutlaka gel, konuşalım.'' dedi. Ben de ''Peki.'' dedim. Kitap bitti fakat henüz gitmedim, en kısa zamanda gideceğim.

Kitaba gelecek olursak; nasıl yorumlayacağımı bilemiyorum açıkçası. Şimdiye kadar okuduğum kişisel gelişim kitaplarının gerçekten aslında boş olduğunu hissettim. Ahmet Şerif İzgören, anlatımlarını o kadar samimi bir dille yapıyor ki, okudukça okuyasınız geliyor ve okuduklarınız size ''Gerçekten böyle yapabilirim.'', ''Evet, çok haklı, bu yoldan ilerlemeliyim.'' gibi şeyler söyletiyor. Aynı zamanda kendi yorumları sizi gülümsetiyor.

Kitabı elinize aldığınız andan itibaren, içerisinde buluyorsunuz kendinizi. Bir günde bitiverdi kitap. Kitabı bitirdiğinizde, okuduklarınızın hepsini yerine getirme, gerçekleştirme isteği doğuveriyor içinizde ve öyle de yapıyorsunuz. Kitap bittiğinde, hayatınızın o kitabı okurken ki süreçten sonra nasıl da değişime uğradığını siz bile fark edeceksiniz.

İzgören, kesinlikle takdir edilmesi gereken bir yazar. Ben çok sevdim ve diğer kitaplarını da mutlaka alıp okuyacağım.

Sorun Bendeymiş - Pinkfreud


Dizüstü Edebiyatın 12. kitabı olan Sorun Bendeymiş de bitti ve kitaplıktaki yerini aldı.

Yaz aylarının en keyifli yanlarından biri de Dizüstü Edebiyat kitaplarını okumaktır bence. Kışın okuduğumuz o kalınca romanlar içimizi nasıl ısıtıyorsa, Dizüstü Edebiyata ait kitaplar da yazın bir o kadar sıcağı etkisiz hale getirebiliyor. Aslında bu kitabı üç gün önce okumaya başladığım sırada havalarda bir değişim olup kışa tekrardan dönüş gibi bir olay gerçekleşti, dün bittiğinde de aynı soğuk devam ediyordu.

Pucca'nın kitaplarında yaptığım düzensizliği Pinkfreud'da da yapmış bulunmaktayım. Pucca'nın kitaplarını 3-1-2 diye okudum ve Pinkfreud'un da bu, yani ikinci kitabından başladım. Sebebi elime bunun geçmesi oldu açıkçası. Üstelik kitaba niyeyse biraz ön yargılı yaklaştım fakat okudukça pişman oldum, çünkü en az Pucca kadar komik ve samimi.

Kitapta Pelin'in Mehmet Emin'le olan ilişkisinin bitişini başlangıç noktası yapmış ve sonrasında hayatının aşkı olan Bora ile 4 yıllık ilişkileri içerisinde yaşadıklarını anlatmış. Her bölüm birbirinden komik ve eğlenceli. Bu kitabı beğenmemden dolayı ilk kitabı ve yeni çıkmış olan kitabı ''Beni Hep Sev''i mutlaka önümüzdeki yaz günlerinde alıp, okuyup, yorumlayacağım yine burada.

Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum; Dizüstü Edebiyatı kitaplarında en çok hoşuma giden şey, esprili ve rahatça kullanılan dilin sizi güldürmesi bir yana aynı zamanda fena şekilde içinizi burkması da söz konusu oluyor. Yani mesela Pelin'in yaşadığı o olaylara kahkahalar attığım da oldu, ''Yazık ama laan...'' deyip şööyle bir dalıp gittiğim de oldu. Bu sadece bu kitapta değil, Pucca'nın ve Onur Gökşen'in Yedi Kere Sekiz kitabında da olmuştu.

Benim gibi ön yargı ile yaklaşanınız varsa, yıkın o yargıları ve koşun alın derim.

Eurovision 2013 - Favorilerim


Bu sene Eurovision'a Türkiye katılmadı, hepimizin bildiği gibi. Fakat ben her zaman yaptığım şeyden vazgeçmedim bu sebeple. Eurovision şarkılarını önceden dinleyip aralarında beğendiklerimi 'favorim' diye belirlerim ve izlerken de hangisi daha çok hoşuma gittiyse o ülkeye oy gönderirim. En büyük zevkim budur. Eurovision yarışmalarını seyretmek acayip bir zevk veriyor bana.

Bu sene de birkaç favorim var tabii. Fakat şunu belirtmek isterim ki bu seneki Eurovision pek olmamış gibi. Yani şarkılar geçen seneye göre oldukça kötü. Geçen seneki şarkılar çok iyiydi ve benim de çok fazla favorim vardı. Bu sene belirli birkaç ülke var sadece kafamda. Onları da sizlerle paylaşmak istedim.

İlk olarak en çok beğendiğim şarkı İsrail'in şarkısı oldu. Fakat tabii müzik ve sesten çok politika gibi şeylerin de bu yarışmada etkili olmasından birinci olacağına pek bir ihtimal veremiyorum. O ihtimali vermesem de bence bu senenin en güzel şarkısı veya beni en çok etkileyen şarkısı bu oldu. 


Sonraki favorim ise Beyaz Rusya. Şarkı tam Eurovision formatında. Hareketli bir şarkı, eğlenceli. Aynı zamanda şaşırdığım bir nokta oldu. Şarkının klibinin sonunda 2009'daki yarışmada birinci olan Alexander Rybak çıkıveriyor ortaya. Hoş bir jest olmuş bence.


Rusya'nın şarkısı da çok hoşuma gitti. O da kesinlikle favorilerim arasında.


Malta'nın şarkısı da eğlenceli, hoş bir şarkı. Şarkıyı Gianluca Bezzina söylüyor. Kendisi de oldukça sevimli ve güler yüzlü olduğundan bunun şarkıya da yansıdığını düşünüyorum açıkçası. Çünkü şarkıyı ilk dinlediğimde pek beğenmesem de ikinci sefer dinlemeyi tercih ettim sonradan ve devamı da geldi öylece.


Benim favorilerim bunlar. Tabii ki yine bu şarkılar arasında performansını en çok beğendiğim ülkeye oy göndereceğim. Fakat tabii önce yarı finalden geçmeleri gerekiyor. İlk yarı final yarın, ikincisi Perşembe günü düzenlenecek ve final de Cumartesi günü olacak. 

Bir de şöyle bir durum söz konusu; Finlandiya'yı temsil eden Krista Siegfrids, ülkesinde eşcinsel evliliğe onay verilmediği için buna karşı protesto amaçlı, performansı sonrasında o sırada sahnedeki orkestra arkadaşlarından hemcinsi olanı ile öpüşecek. Bu kararını önceden dile getirdi. Canlı yayın olduğu için bunun önüne de geçme gibi bir imkanları olmayacak. Bana sorarsanız ben de kesinlikle destek veriyorum bu durumda. Şarkıyı beğenmemiş olsam bile böyle bir noktaya değinmeleri çok hoş bir durum. Sonuç olarak herkes için özgürlük, herkes için adalet politikasını izlemekteyim. Eşcinsel arkadaşlarımın, takipçilerimin her zaman olduğu gibi yanındayım, destekteyim.

Anneler Günün Kutlu Olsun Meleğim


Ne yapsak ödeyemeyiz annelerimizin hakkını. Onları ne kadar seversek sevelim, onların bize olan sevgisi yanında az kalır ne yazık ki. Bir babadan çok daha farklıdır anne. Çok çok daha farklı.

Mutluluğun, sevginin, huzurun somut hali adeta. Derler ya ''Dost gider, sevgili gider, aile kalır.'' diye. Bana sorarsanız aile de gider. Anne kalır.

Şimdi buraya ne kadar uzunca bir yazı yazsam da ben, duygularımı kelimelerin perdesi yapsam da, başkaları dünyanın en harika melodisiyle, en harika sözleriyle bir şarkı yazsa da, en pahalı boyalarla gökyüzü tabloya inse de yine ödenmez annemin, annelerin hakkı.

Bir gün değildir ki annelerimizin günü. Her gün onlara, bugün gösterdiğimiz sevgiyi göstermeliyiz. 365 günden sadece 1 gün mü değerli görülür anneler? Asla! 365 günün her saati, her dakikası, her saniyesi annelerimizin. Onlar bizim meleğimiz!

Bir çocuğun gözyaşı nasıl olur da annenin kalbini paramparça ederse, ben annemin gözlerinden akan yaşları gördüğümde bu duygunun nasıl bir şey olduğunu anlayabiliyorum. Biliyorum, ağlaması bile bir meleğin gülümsemesi kadar ışıltılı ve göz alıcı.

Cennetin kokusu, senin kokun anneciğim.
Hayatımın en değerlisi olduğunu sen de biliyorsun.
Tek istediğim, her zaman yanımda olman.
Sakın hiçbir yere gitme, hep yanımda ol.
Seni çok seviyorum anne.
Anneler günün kutlu olsun...

Kitap Çekilişi

Bu aralar çekilişlerin ardı arkası kesilmiyor arkadaşlar. Bildiğiniz gibi ben de blogumda ilk çekilişimi yapıyorum ve hala sürmekte. Öncelikle ona katılmak isteyeniniz olursa buraya tıklamanız yeterli.

Onun dışında çok güzel bir kitap çekilişi ile karşılaştım ve hemen katılmak istedim. Sizler de isterseniz bazenoyleolur'dan kitapzen.com sponsorlığundaki kitap çekilişine katılabilirsiniz. Katılım için: buraya tıklamanız yeterli.

Kitapları ne olduğunu merak edenlere.

Erken Kaybedenler - Emrah Serbes
Ruhi Mücerret - Murat Menteş 
Bir Psikiyatristin Gizli Defteri - Gary Small 
Hasret - Canan Tan
Son Oyun - Ahmet Altan
Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini
Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler - Jan Philipp Sendker
Kürk Mantolu Madonna 70 Yaşında (Özel Baskı) - Sabahattin Ali
Sevgili John - Nicholas Sparks
Düğümlere Üfleyen Kadınlar - Ece Temelkuran

Neden Gıdıklanırız?

Bazı zamanlar geliyor, en olmadık yerde aklıma bir şey geliyor ve onu merak ediyorum. Çok meraklı biri olduğum için de bir an önce o şeyi öğrenmek, bilmek isterim. Yine böyle bir şeyle karşı karşıya kaldım. Dersi dinlemediğim bir vakitte, arkadaşımın başka bir arkadaşımı gıdıklaması sonucu kendi kendime konuşmaya başladım ''Lan biz niye gıdıklanırız ki yani ne alaka şimdi?'' Gün boyu da okulda bunu düşündüm durdum. Üstelik başkasının gıdığımızın olduğu yerlere dokunmasıyla yaşadığımız ve verdiğimiz o tepkiyi, kendimize dokunduğumuzda vermiyoruz. Bu da biraz ilginç ve tuhaf geliyor bana.

Merakımdan çatlamadan hemen girdim ve araştırdım. Neden gıdıklanıyormuşuz, sebebi neymiş bunun diye.
Bilgiyi de aynen sizlere aktarayım. Eksik veya fazla olmasın diye okuduğum siteden alıntı* yapıyorum.

''Gıdıklanmak; her ne kadar rahatsız edici olsa da bir yandan da eğlendirir. Ama gıdıklanmak en başta eğlenceli gelirken daha sonra korku ve paniğe dönüşebilir. Bazılarımız, gıdıklanmada çok hassasken, bazılarımız hissetmez bile!

İnsan, kendi kendini gıdıklayamaz. Ancak başka bir kişinin bize dokunması ile gıdıklanabiliriz. Gıdıklanmamıza neden olan noktalar; koltuk altı, avuç içi ve ayakaltı, böcek gezmesi, tüy dokunması gibi hassas noktalarımızdır. Aslında gıdıklanmak, hassas bölgelerimizde, derinin üstünde bulunan küçük sinir lifçiklerinin harekete geçmesi sonucu beyne sinyal gönderilmesiyle gerçekleşir. Beyindeki bu sinyaller, bir refleks üretir. Bizler de gönüllü veya gönülsüz olarak güleriz. Gıdıklanırken nabız hızlanır, beyin daha fazla uyanır.''

Bu bilgi ile beraber, ''Niçin Gıdıklanırız?'' diye bir video buldum. Bu soruyu yoldan geçen insanlara soruyorlar. O videoyu da sizinle paylaşmak isterim.


Alıntı* (www.cicicee.com)

Düğümlere Üfleyen Kadınlar - Ece Temelkuran


Öncelikle Düğümlere Üfleyen Kadınlar, Ece Temelkuran'ın okuduğum ilk kitabı oldu. Bu demek değildir ki Ece Temelkuran'ı da yeni tanıdım. Biliyordum fakat ilgimi çeken bir kitabı olmadı açıkçası. Hani bunu mutlaka alıp okumalıyım demedim hiçbir kitabı için. Fakat Düğümlere Üfleyen Kadınlar'ın ismi çok duyuldu ve birkaç blogda da dile getirilen güzel yorumlar sayesinde içimde bir merak duygusu oluşuverdi ve işte o zaman dedim ''Bunu mutlaka alıp okumalıyım.'' diye.

Öyle de yaptım. Aldım ve okudum. İlk olarak Ece Temelkuran'ın yazım diline bayıldığımı söylemeliyim. Konuları ve duyguları en açık biçimde, okuru fazla sıkmadan, harika bir dille anlatıyor. Düğümlere Üfleyen Kadınlar'ın konusu zaten oldukça güzel ve sizi içine çekiyor.

Kitabın konusu: Olaylar tamamiyle Ortadoğu'da geçiyor. Bu bir yolculuk hikayesi aslında. Tunus'dan Mısır'a, oradan Libya'ya. Yolculuğa ise dört kadın birlikte çıkıyor. Hepsinin bir hikayesi var, bir sırrı. Hepsi de aslında yüzleşmekten korktuğu sırlarından kaçmak için çıkıyorlar bu yola. Biri hariç. O da Madam Lilla. O hikayesinin sonunu yazmaya gidiyor.

Kitaptan çok bahsetmek istemiyorum açıkçası. Sebebi ise aslında bir çok konuyu içinde barındırıyor olması. Yani Temelkuran, kitapta sadece bir konu üzerinde odaklanmamış. Dört kadının da hayatına yer vermiş, hepsini bir noktada toplamış. Bu macera dolu serüveni bence siz de ellerinizin arasına almalısınız.

Kitabı farklı kılan bir diğer nokta da, bölüm başlarında, o bölümün en kilit noktasının verilmiş olması. Yani bölümde anlatılan hikayenin en düşündürücü en derinden olan kısmı alınıp ilk başa konulmuş ve ardından hikaye baştan anlatılmaya başlamış. Bu da biz okurları olay üzerinde düşünmeye ve kafa yormaya davet ediyor. Böylelikle kitabın tadı daha bir güzel oluyor. Umarım ki anlatabilmişimdir.


Bir de bende şöyle bir durum oldu. Kitabın kapağı beni acayip şekilde etkiledi. Yani kitabı elime aldığım anda ister istemez her seferinde birkaç dakika kitabın kapağına bakıyorum öylece. Niyeyse içim duygu doluyor, sonra açıp okuyorum. Belki tuhaf gelebilir sizlere fakat gerçekten kapağı beni etkileyen bir kitap, anlıyorum ki çok hoşuma gidecek. Bu da öyle oldu. Hatta en iyisi oldu.

Son zamanlarda yazılmış en başarılı ve okura en güzel şekilde sunulmuş bir roman diyebilirim. Şiddetle tavsiye ederim. Okuyanlarınızın, okumak isteyenlerinizin yorumlarını bekliyorum.

Kitabın aynı zamanda bir tanıtım videosu bulunmakta. Onu da izlemenizi isterim.


İyi okumalar...


Bertan Asllani - Damla Damla


Bertan Asllani, Makedonya'nın başkenti olan Skopje'de dünyaya gelmiş, Arnavut asıllı bir şarkıcıdır. Müziğe ilk adımını 1996 yılında bir Türk grubuyla söylediği şarkıyla atmış ve sonrasında çocuk festivallerinde görev almış. 2000 yılında da ilk ödülünü almıştır. Sonrasında Süper FM'de spiker olarak çalışmış ve burada da çoğunlukla çocuk programlarında görev almıştır. Ayrıca Ankara'da Balkan Mini Festivali'nde doğduğu ülke Makedonya'yı temsil etmiştir.


Geçtiğimiz günlerde müzik kanallarını zaplarken karşılaştım Bertan Asllani ile. ''Bu neymiş bakalım?'' dedim ve izlemeye başladım. Önce kendisini klipte oynayan birisi sandım sonra baktım ki klipte bir bu çocuk var zaten  şarkıyı  da o söylüyor. Şarkı çok hoşuma gitti. Girdim internetten araştırdım ettim ve yukarıda paylaştığım bilgilere rastladım sadece. Youtube'dan daha önceki şarkılarına baktım ve pek hoşuma gitmedi zaten o yüzden devam ettirmedim. Fakat ''Damla Damla'' isimli şarkısı bence oldukça güzel bir şarkı. Henüz 1 haftalık  fakat izlenme oranları gayet iyi. Bu yaz her yerde duyacağımız bir şarkı olacak gibi geliyor bana.

Çok da yakışıklı. Genç kızların yeni sevgilisi olmaya aday diyeceğim de çoktan olmuştur bile. 

Şarkının sözleri: Ahmet Kurtiş
Müziği: Bertan Asllani & Robert Bilbilov'a aittir. 

Sizin Tweetleriniz: 

@skorayduman: Farklı bir aranje farklı bir adam dinlemek gerek!
@ucantuay: Bu adamı dinleyin.
@tugbaildiz: Antrenmana giderken ki yeni parçam. Çok tatlı dans ediyor.
@gizem_kayaa: 1 ay sonrasının hit şarkısını @oguzhansaman belirledi ve işte o şarkı!


İlk Çekiliş!

Hepinize merhaba! 

Ne zamandır çekiliş yapmayı zaten düşünüyordum. Kendi katıldığım çekilişlerde karşılaştığım şanssızlığımla mutluluğu bu yolda aradım diyebilirim. Yani sizlere bir şeyler hediye ederek sizleri mutlu edebilirsem, ben de çok mutlu olurum. 

İlk çekilişimde kazanan şanslı arkadaşımızın sahip olacağı hediyeler: 


Tarihi bir kitap olan Adora, uzun süredir elimde. Fakat tarihi kitaplar okumayı çok sevmediğim için henüz okumadım. Okumayı da düşünmüyorum açıkçası. Bu sebeple öylece duracağına, bari bu tarz kitapları okumayı seven bir arkadaşımıza hediye edelim dedim. 


Kazanan şanslı arkadaşımız kız ise sağdaki, erkek ise soldaki not defterine sahip olacak. Bir de yanlarında mavi, yeşil ve mor renkte kalemler! 

*Bunlara ek olarak, kitap ayracını da kazanan arkadaşımızın kız veya erkek olmasına göre seçmemin daha mantıklı olacağını düşündüm. Yani kitap ayracı da hediyelerimiz arasında.

*Son olarak ise şanslı arkadaşımıza kendim seçeceğim bir sürpriz hediyem olacak. 

Çekilişe katılmanızın şartları:

*Blogumun takipçisi olmanız. 
*Çekilişi kendi blogunuzda duyurmanız.

+1 çekiliş hakkı kazanmak isteyenler ise:

*Facebook sayfalarında duyurabilir,
*Twitter'dan çekilişin linkini tweet atabilir.
Bu duyurularınızın linkini de yorumda paylaşırsanız sevinirim. 

Mail adreslerinizi de yazmayı unutmayın arkadaşlar.

Son katılım tarihi: 6 Haziran. Bir aylık bir sürecimiz var. Umarım katılım iyi olur. Herkes mutlu olur! 

Bakalım o şanslı siz misiniz? 

Oylar Konuşan Kaleme!


Merhaba arkadaşlar.

Takip ediyor olanlar bilir, Blogum Dergisi 12. sayısının şerefine biz bloggerlar için çok güzel bir yarışma düzenledi. Yılın Bloglarının seçileceği oylama başladı. Ben de bu oylama süreci içerisinde ''Kültür ve Sanat Kategorisi''nde yarışıyor olacağım.

Sizlerden isteyeceğim şey de -tabii sizler de layık görüyorsanız- oyunuzu bana vermeniz. Yapacağınız tek şey altta verdiğim linke tıklayıp ''hasanokcuu.blogspot.com''u işaretleyerek en altta yer alan ''Vote'' butonuna basmak olacak.

Oy kullanacağınız link: http://blogumdergisi.blogspot.com/p/blogum-dergisi-odulleri-kultur-sanat.html

Oylarınızı bana layık görüyorsanız ne mutlu bana.
Kategorimde benimle birlikte yarışıyor olan blogger arkadaşlarıma da başarılar dilerim.
Oylama 25 Mayıs'a kadar sürecektir.

Sevgiyle kalın.

Waffle'ın Uğruna...

Bu sıcak havalar, bana ister istemez geçtiğimiz yaz günlerini hatırlatıverdi. Oturdum düşündüm bütün gün ve gerçekten güzel günlerdi dedim. Bir kere daha söylemeliyim bunu. Bu yaz ayları o kadar güzel olacak mı diye de düşünmeden edemedim. Cevabını içten içe biliyorum çünkü az çok. Fakat yine de umudumu kaybetmeden, geçen seneden daha güzel günler yaşamaya çalışacağım. 

Geçtiğimiz yaz günlerinin her biri ayrı komikti bizim için. (Bizim derken, benim dışımda bir de Sanem var tabii.) Neredeyse her gün akşam sekize doğru dışarı çıkar gecelere kadar dolanır dururduk etrafta. Tabii birlikteyken bu kadar eğlenmemizin en etkin sebebi, yedi senenin getirmiş olduğu bir dostluk. 

Sıcak yaz günlerinde en vazgeçilmezimiz ise kesinlikle waffledır. Şöyle üzerine bol bol çikolata sosu, çilekler, muzlar... Her gün ilk işimiz, aynı yere gidip waffle yemek oluyordu. (Ve asıl anlatmak istediğim, olayın patladığı yere geçiş yapabilirim artık.)

Her zaman olduğu gibi sıradan bir gündü. Hazırlandım, giyindim, Sanem geldi beraber çıktık dışarı. Hani biliyoruz sonuçta artık direk sahildeki kafeye gidip waffle yiyeceğiz. Oraya yaklaştıkça tabii eller cebe, cüzdana doğru kayıyor para tam mı diye. Dediğim gibi çok yakın dost olduğumuzdan böyle bir şeyin de lafı asla olmaz aramızda. Ben de varsa ikimizindir, onda varsa onundur. Yani sadece onun. 

Şaka bir yana gerçekten birbirimizle bir şeyler paylaşmayı seven iki arkadaşız. 

Her neyse, baktık işte ben de iki lira eksik var. Sanem'deki de ancak kendisine yeter. Ne yapsak ne etsek dedik, aklıma halam geldi. Halamlar da her gün bizim gittiğimiz kafenin yanındaki aile çay bahçesine giderler. Gittik yanına halamın işte böyle ben pıtır pıtır halama yanaşıyorum böyle iki üç gülücük ''ehe ihi''den sonra halam da çakıyor durumu tabii ''İste hadi ne isteyeceksin?'' deyince ben de hiç o sevimliliğimi bozmadan ''Ehe şey ya halacık şimdi bizim iki lira eksiğimiz var yani sen şimdi bana şey etsen ben sana şey ederim yani şey değil yoksa da yani şey işte.'' Ben saçmalarken halam bana çoktan parayı vermiş, beni de Sanem'i de öpmüştü zaten. 

Artık kafeye yolculuk başladı... On adım sonra kafeye gireceğiz. Ama ne göreyim ben? Kafenin arka kapısından gireceğiz! Sanem'in koluna girmişim o sırada, tam gireceğiz durdurdum Sanem'i. Onun da klasik bir bakışı vardır her şeye aynı tepki aynı bakış yani. Böyle bir kaş kalkık ''Hayırdır olom'' der gibi bir bakış. Ben de tabii anladım hemen çaktım cevabı ''Kızım baksana ne güzel giyinmişiz cici cici arka kapıdan gazetecilerden kaçar gibi mi gireceğiz. Gel şöyle ön kapıdan milletin içinden geçelim de boyumuzu posumuzu görsünler bi hallahalla ya.'' 

Tabii bunları eğlencesine diyorum yani. Arkadaş ortamlarında sürekli o ortamı neşelendiren, şımarıklık yapan biri vardır ya, işte o hep benimdir. Güldürmeyi, gülmeyi severim Yine öyle bir şey yaptım. Sanem de dünyanın en üşengeç varlığı olarak, oflayıp puflayarak benimle beraber şöööyle bir kafeyi tavaf etti. Geldik ön kapıya. Ama önce şu uzuncana kaldırımdan yürüyüp, sağa sola serpilen masalardaki insanların ortasından geçerek kapıya gitmeliyiz. E hadi bismillah!

Daha iki üç adım atmamla, kafede oturan insanların tam ortasında ayağımın takılması bir oldu! O salına salına yürüyordum ya aha da şimdi böyle sırtımdan bıçaklanmış gibi, karşımda birini canlı canlı doğruyorlarmış gibi bir ifade aldı gitti yüzümü. Neyse ki tam yapışmadım yere tek elim yere değdi diğeriyle zaten Sanem sağ olsun çekti tuttu. Pardon ya ne sağ olsun Allah'ını seversen ya ne biçim dostsun ne biçim arkadaşsın kızım sen ya! Ben orada düşüyorum insan içinde bu gelmiş gülüyor. Yarım saatte susturamadık tabii arkadaşı. 

Ama ben ne yaptım? Tabii ki de artık oradan geçemezdim yani. Ya herkes gördüyse düştüğümü ya bana gülüyorlarsa? Bu sefer bir şey demeden, Sanem'in kahkahaları arasında tekrardan şöööyle bir dolandırdım onu arka kapıya ve gazetecilerden kaçarak arka kapıdan girdik. 

Bir waffle için, bir öne bir arkaya yaptığımız için de ayrıca bir küfür de yedim tabii.

O değilde waffle çok güzeldi arkadaş ya. Çok özledim...
Gelir mi tekrar o günler? 
Varsın ayağım takılsın düşeyim yani. 

Blogum Dergisi Mayıs Sayısı

Merhaba değerli takipçilerim...

Geçen ay da belirttiğim gibi artık Blogum Dergisi'nde sabit olarak yazarlık yapıyorum. Her ay gönderiyor olduğum yazıları, sizlerle burada, yani blogumda da paylaşıyorum (dergi yayına girdikten sonra tabii ki). Fakat yazıların dergide okunması daha büyük bir keyif, ayrı bir zevk verir insana diye düşündüğümden, haliyle burada da dergiyi sizlere sunuyorum.

En önemlisi de tabii ki bir çok kişinin bu dergi üzerinde emeğinin olmasıdır. Her sayı bir öncekinden daha başarılı daha bir harika oluyor ve olacak diye de düşünüyorum.

Dergi üzerinden yazımı okumak istiyorsanız, 6. sayfaya gelmeniz yeterli olacaktır.
Blogumdan okumak istiyorsanız ise buraya tık tık!

Hepinize teşekkür ederiz...

Yalnız Kırmızı


Sıkılıyorum salonda oturup,
televizyonda kavga edip, tartışan insanları izlemekten.
Kumandanın kırmızı düğmesine basıyorum
ve o an fark ediyorum
düğmenin ne kadar canlı bir kırmızı olduğunu.
Fark ettiğim bu değildi sadece,
kaderine de üzülüyorum kırmızının.
Yirmiye yakın siyah düğme arasında
tek bir kırmızı
tüm kaderi o belirliyor.

***

Kalktım yerimden yavaşça,
odama doğru yürümeye başladım.
Eğildim,
yerde duran fişi aldım elime ve prize taktım.
Açılmasını bekledim sabırsızca bilgisayarın,
şifreyi girdim ve…
Ve senin görüntün geldi aniden ekrana,
Boş gözlerle bakakaldım,
boş gözlerle bana bakan fotoğrafına.
Ne tatlısın öyle…
Üşüdüğüm için bacaklarımın arasına sıkıştırdığım elimi
çekiyorum.
Birini; ekrana, yüzüne doğru korkakça
bir titremeyle yaklaştırıyorum.
Yüzüne dokunuyorum…
Dudaklarında gezdiriyorum parmaklarımı,
usulca…
Gözlerimi kapatıp
bir öpücük konduruyorum hafiften
dudağına…

***

Gözlerimden yaşlar akmış
hissetmemişim…
Dayanamadım…
Çektim fişi hemen.
Sessizliğin ortasında patlayarak,
büyük bir gürültüyle karardı ekran.
Yatağa bıraktım kendimi,
telefonu aradı yatağın üzerinde
ellerim…
Buldum nihayet,
açtım kilidi.
Aynı fotoğrafını buraya da koymuşum.
Delirdim mi?
Kafayı mı yedim?
Bilmiyorum…
Belki de sadece, masum
saf bir sevgi benimkisi.

***

Pencerenin önüne geliyor,
telefonumu aşağıya fırlatmak için hazırlanıyorum.
Yapabileceğimi mi sandınız?
Yapamadım, hayır.
Yaptığım tek şey,
zifiri karanlık odamda,
yatağıma uzanıp,
ekrana bakarak uykuya dalmak oldu.

Uykuya dalmadan aklımdan geçirdiğim şey ise,
‘’Acaba sen de,
sen de beni böyle seviyor musun?’’ oldu.
Sahi,
sen beni böyle seviyor musun?
Ya da bir başkasını,
benim seni sevdiğim kadar,
seviyor musun?
Sevme…
Kimseyi görme…
Bakma hiçbir göze…
Bakma hiçbir surete…
Beni sev,
benim gözlerimin içerisine hapsol,
benim suretimi ört, kendi suretinle…

(Bu yazım, Blogum Dergisi Mayıs 2013 Sayısı'nda yayınlanmıştır.)

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.