background img

The New Stuff

Kapı Aralığından Sızan Hüzün

Arabaların gözümün önünden hızla akıp gitmesini izliyorum. Aynı telaşla, bir çok insanın oradan oraya koşuşturmasını, birbirlerinin aralarından süzülüşlerini izliyorum. Garip geliyor.

Yalnızlığın bu kadar yakın olması bana, bu kadar dost olmak istemesi benimle nedendir ki? Laftan anlamıyor. ''İstemiyorum!'' diye haykırıyorum karanlığa doğru, yine de peşimi bırakmıyor.

Kurduğum bir çok hayalimin arasına dalıyor, amaçsızca. Bakakalıyorum öylece. Sanki benden intikam almaya çalışan bir düşman gibi sırıtıyor, gözlerimin en derinine bakarak. Ezikliğimle susuyorum ve bekliyorum çıkıp gitmesini. Olmuyor, gitmiyor, gitmeyecek. Hazırda bekliyor. Hayal kurmamı, güzel bir an yaşamamı bekliyor kenarda, sinsice. Hayal kuruyorum, güzel bir an yaşamaya başlıyorum, saniye sürmüyor ve kapı çalıyor. Kim geldi? Tabii ki yalnızlığım.

Neden insanlar terk edilir, neden yalnız bırakılır? Neden ihtiyacımız olanlar bize her zaman en uzaktadır? Yaşanması en zor gelen şey de bu: Mesafeler. Bazen de mesafenin anlamı olmaz, hem de hiç. Ne olursa olsun elinizi tutan birisi vardır ama bunu düşünmek de yetmiyor bazen. Hissetmek istiyor insan. Durup düşünüyor, hisleri toprağın altındaymış meğer.

Anlatacak çok şeyim var, kafam ağzına kadar dolu. Taşamıyorum bir türlü. İçimdekiler çıkmıyor, dökülmüyor. Hapsolmuş kalbime, beynime, en derinlerime. Çıkartmanın bir yolu bulunmalı, bulmalıyım.

Bir karar aldım kendi kendime. Bir daha hiçbir zaman hayal kurarken veya mutluluk dolu, güzel bir an yaşıyorken kapıyı açmayacağım. İstediği kadar çalsın, duymayacağım. Bu sefer yalnızlığın kapının arasından içeriye sızmasına bile izin vermeyeceğim. Umarım yapabilirim, umarım. Biliyorum, yalnız kalmamı istemeyen kişiler var...

Kızgın Kuşlar İstanbul Semalarında

Geçenlerde boğazda olanlar ve gökyüzüne bakanlar kocaman Angry Birds kuşlarının bir yakadan diğer yakaya sürekli uçtuklarını görmüşlerdir. Kızgın kuşlar, Cheetos için özel olarak hazırlanan Angry Birds oyununun tanıtımı için muhteşem bir gösteri yaptılar. Asya’dan gerilen 9 metrelik dev sapan Avrupa’ya onlarca kuş fırlattı.

Videoyu da izlediğinize göre artık her gün yeni bir iPad 2 ve beraberinde birçok ödülün verildiği oyunu da oynamak istersiniz diye düşünüyorum. www.istanbulkusatmasi.com adresinden oyunu oynayabilirsiniz.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

Sağlıklı Sabah Yürüyüşleri

Pazartesi gününden itibaren her gün saat 7'de sabah yürüyüşlerine başladım. Sadece Salı günü gitmedim fakat sonraki günler aynı saatte devam ettim. Henüz 4 gündür koşmama rağmen, kendimi daha iyi hissediyorum.

Kilolu bir insan değilim ve sabah yürüyüşlerimi de kilo verme amaçlı değil; spor, bir nevi rahatlamak amaçlı yapıyorum. Yaptığım ve planladığım günlük planlara göre oldukça iyi gözlemler elde ettim kendimde. Günlük yaşantımda elime ne geçse yerdim ve zayıf olduğum için de ne yediğimi, ne kadar yediğimi önemsemezdim. Fakat insan kafasına sağlıklı beslenmeyi yerleştirdi mi bunu gerçekleştirmesi hiç zor değil. Bunun için iyi bir iradeye sahip olmak da gerekir tabii.

Sabah 7 itibariyle sahilin yarısını gidiş ve geliş olarak sadece yürüyerek geçiriyorum. Koşarak kendimi yormuyorum. Evden çıkarken elime sadece bir şişe su alarak çıkıyorum ve yanıma para almıyorum. Bir şey görürsem almayayım diye, ne olur ne olmaz tedbir almak gerek. Ne de olsa sağlığı kafaya koyduk. Bir şişe su bana yetiyor hatta bitirmediğim de oluyor. Eve geldiğimde duşumu alıyorum ve sabah kahvaltımı yapıyorum. Spora başlamadan önce kahvaltıda canımın istediği her şeyi yerdim fakat spora başladıktan sonra sevdiklerimi yememeye bile başladım. Daha doğrusu yiyememeye. Çok az ve belirli şeyler yedikten sonra kendimi tok ve rahat hissediyorum. Midemi rahatsız edecek derecede bir tokluk değil tabii bu. Geri kalan akşama kadar geçen sürede sadece canım isterse meyve, istemezse de hiçbir şey yemediğim oluyor. Sadece elimin altından suyumu eksik etmiyorum. Akşam yemeğine gelince de fazla yağlı yemekler yemiyorum. Eskiden de fazla yağ içeren yemekleri sevmezdim. Akşam yemeğinde bulunan yemeklerin hepsinden birer kaşık alarak kendimi yine rahat bir toklukta bırakıyorum.

Sadece spor yapmak için değil kilo vermek isteyenlerin de uyması gereken ve dikkat etmesi gereken şeyler bunlar. Ciddi anlamda kilosu olmayan ve az da olsa kilo vermek isteyenler için gayet güzel bir program bu. Kafayı sağlığınızı ve zayıflamayı koyduğunuz zaman geri kalan her şey kolay geliyor zaten. Yediğiniz yemek miktarı siz farkında olmadan düşüyor ve kendinizi dinamik, dinç ve enerji dolu hissedebiliyorsunuz. Ben ne olur ne olmaz günlük yiyecek programımı aşağıya tekrar not düşüyorum. Hepinize sağlıklı günler!

07.00 - 08.30: Sabah yürüyüşü.
09.30 - 10.00: Sabah kahvaltısı. (Bu süre daha az da olabilir daha çok da. Önemli olan yediğiniz miktar.)
Saat 10'dan itibaren istediğiniz her şeyi yemekte özgür olabilirsiniz. Tabii ki çok kalori içeren yiyecekler dışında. Daha çok meyve ve sulu şeyler tüketmeye bakın.
17.00 - 18.00: Akşam yemeği. (Aynı şekilde bu süre daha az olabilir. Yediğiniz miktar önemli.)
Saat 19.00'dan sonra kesinlikle ağır yemekler yememeye çalışın. Oldukça fazla su ve meyve tüketin bu saatten sonra. Meyvenizi, akşam yemeğinden 1 saat aradan sonra, isterseniz az kalorili tatlı yiyecekseniz de meyveden 1 saat sonra yemeye bakın.



Durağımız Dostluk


Dünden sonra bu şeyi çok düşündüm. Acaba herkes bir dost edinebilmiş midir? Gerçek bir dost. Onunla anlık eğlenceler yaşamış mıdır? Hiç plansız programsız birden bir arabaya atlayıp eğlenceli bir gezi yaşamış mıdır? Hem de cebinde yeterli bir miktar para olmadan. Hadi gelin bunları size anlatayım. 


Sabah mesajlaşırken ''Acaba bugün ne yapsak?'' diye düşünüyorduk. Kaç günümüz sıkıcı geçiyordu ve bir gün öncesinde de ufak bir tartışma yaşamıştık. Konuşa konuşa ne yapacağımıza karar vermiştik ve ben hazırlanıp Belen'e doğru yol almaya başladım. Yazlıkları oradaydı ve ben de orada biraz vakit geçirme amaçlı, hem de ''gerçek dost'' dediğim dostumu görmek için gitme kararı aldım. Kısa süreli de olsa yolculukları severim. Bir yerden başka bir yere gitmek ve orayı tanımak, etmek. Bunları tek başıma yapmayı sevmem tabii ki de. Kim tek başına zevk alır ki seyahat etmekten? Yanımda ya sevgilim olmalıydı ya da dostum. Ben ise dün dostumu seçtim, ufak bir seyahat için. Sevgilimle kavgalıydım. 

 Tek başıma Belen'e gittim ve bir lokantanın önünde beni bekliyordu. İndim ve 5 adım attıktan sonra neler yapalım diye etrafımıza bakarken birden ''Otostop çekelim mi?'' dedi. ''Saçmalama ne işimiz var şimdi otostopla.'' falan diye karşılık verdim fakat ben daha bunu der demez, adı otostop olmayan bir şey yapıp bir Antakya arabasını durdurdu ve ne olduğunu anlamadan Antakya otobüsüne binip Antakya'ya doğru amaçsızca yol almaya başladık. Bu çılgınlığın etkisiyle bir süre kahkaha atıp durduk arabada. Ardından, daha önce karar verdiğimiz gibi, dostluğumuzu ve yaşadığımız güzel anıları kaydetmek için video çektik. Çok da eğlenceli ve güzel oldu. 

Bir süre sonra yol ücretini bilmediğimizden dolayı önümüzde oturan adama yol ücretini sorduk. Adamın söylediği miktar ile hemen ikimizin ortak parasını hesaplamaya ve gidiş ücretini de katarak bir plan yapmaya başladık. Fakat elimizdeki para orada bir şey yapmak için oldukça yetersizdi ve geri dönüş parası da tam değildi. Biz bunları düşünürken önümüzde oturan adam bize ne kadarımız olduğunu sordu ve ardından yol paramızı kendisinin verebileceğini söyledi. Biz de mecbur olduğumuzdan dolayı adama karşı gelemedik. 

Çok öncelerde konuşurken birbirimize hep ''Biz cebimizde para olmadan bile eğlenmek için bir şeyler buluruz ve o gün mükemmel geçer.'' derdik ve şu an, o kurduğumuz cümleyi yaşıyorduk. Cebimizde yeterli miktarda para olmadan Antakya'ya bir gün geçirmeye gidiyorduk. 

Antakya'ya daha önce bir kaç kez gelmiştim fakat hiç gezmemiştim. Bildiğim belirli yerler vardı. Arabadan inince bir süre aylak aylak dolaştık, gülüştük ve bir kaç video daha çektik. Yoldan insanlarla konuştuk, yemek yiyebileceğim yerleri sorduk. Sora sora Bağdat bulunur derler ve biz de sanırım  Bağdat'ı bulduk. çok güzel döner yapan bir yere geçtik ve nefis bir dönerin ardından karşı sokağa geçip dondurmalarımızı aldık. Oradaki çocukla da biraz muhabbet ettik ve kendimizi sevdirdik. 

Dondurmalarımızı, yan taraftaki bahçe olan yerde oturup yedik. Dondurmalarımız da bitince yavaş yavaş durağa doğru yürümeye başladık. Durağa giderken bir markete geçip su, çikolata ve sakız alıp çıktık. Durağa vardığımızda bir süre bekledik ve araba geldiğinde hemen kendimizi arabaya attık. 

Arabaya oturur oturmaz düşündüğümüz tek şey ''2 dostun yapabileceği mükemmel şeylerden birini daha yaptık ve daha önce de dediğimiz gibi hiç paramız olmadan müthiş şeyler yapabiliriz.'' oldu. Bunu dile getirmesek de düşüncelerimizin aynı olduğundan emindim. 

Dostluğumuzu yaşatmak için geçirdiğimiz bir gün daha olmuştu. İlerde hatırlayıp konuştuğumuzda yüzümü güldürecek bir anı. 


Fotoğraf: Kübra Kardeş, Hasan Okçu

Babalar Gününüz Kutlu Olsun!


Baba olmak nasıl bir duygudur hiç bilemem. O an çocuklarının sana koşarak gelmesi, sarılmaları ve öpmeleri. Ardından ''Babalar günün kutlu olsun baba.'' demeleri...

İnsanın tatmak istediği çok duygu vardır hayatında. Özellikle erkeklerin en büyük hayali de, baba olmaktır. Sevdiği kadından bir çocuk ve baba olmak. Daha ne ister bir erkek?

Her baba, erkek olsun ister ilk çocuğunun. Her ne kadar ''Erkek adamın erkek çocuğu olur.'' dese de aslında kalbi bu cümleyi doğrulamaz. Derler ya, kız çocuğu babaya düşkündür diye. İşte bu lafın kendisi de doğrudur, tersi de. Babalar da en çok kız çocuklarına düşkün olur.

Bir erkek için erkek çocuğunun olması da bambaşka bir duygudur. Kendisi gibi bir erkek yetiştirmek ister. Ona her şeyi ''ben'' öğreteceğim psikolojisine girer ve yapar da. Kendisini örnek almasını ister, bunu gördüğünde de gerçekten ''baba'' olduğunu hisseder.

Bunların hiçbirinin nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorum ve sanırım bilmem de biraz zor olacaktır. Fakat kendi babanızın hayat çizgilerini, yaşadıklarını, yaptıklarını ve en önemlisi gözlerine bakarak sizin için beslediği duyguları görebilirsiniz. Ben hepsini gözlemledim ve yazdım.

Ben, babamı örnek almadım şimdiki hayatıma kadar. Örnek alınmayacak bir insan demiyorum, kesinlikle örnek alınacak bir adam fakat ben buna gerek duymadım. Hep kendim olmak istedim, kendi kararlarımı kendim vermek istedim. Babam; evini korumak için, evine ekmek getirebilmek için oradan oraya koşuşturan bir adam. Hiçbir zaman pes etmeyen, tuttuğunu kesinlikle koparan bir adam. Böyle bir baba, kesinlikle örnek alınacak bir insandır. Dediğim gibi, örnek almak istemediğimden ya da örnek alınmayacak bir insan olduğundan değil, sadece ben kendi kararlarım ve kendi kurallarım doğrultusunda hareket etmeyi seven bir insan olduğum için. Bunlara rağmen, hiçbir zaman babamın utanacağı ve gurur duymayacağı bir çocuk olmadım. Benimle gurur duyması için bir çok şey yaptım, yapacağım da. Hatalarım oldu, kızdı. Doğrularım oldu benimle beraber sevindi, gurur duydu. Fazlasıyla hatalar yapmış olsam da, benimle hep gurur duydu ve duyacaktır. Şimdiki hayatımı bir gün arkamda bırakacağım, fakat onlar aynı zamanda gözümün önünde de olacaklar. Her baba, bir gün çocuğundan emeğinin karşılığını görecektir. Ben buna inanıyorum.

Babalar Gününüz Kutlu Olsun... 

Tess Gerritsen - Çırak

Tess Gerritsen'in, genelde gerilim romanı yazan bir yazardır. Anlatımını ve kitaplarını büyük bir heyecanla, gerçek anlamda ''gerilerek'' okuyorum. Gerilim romanlarında adı benim için her zaman birinci sırada olan bir yazar.

Şimdiye kadar iki kitabını okudum, şu an ise üçüncü kitabındayım. İlk iki kitap: Günahkar ve İkiz Bedenler. İkisi de olağan üstü ve gerçekten baştan çıkarıcı bir hikaye ile okuyucuyu etkisinde bırakıyor ve ağzı açık bir şekilde düşündürüp, şaşırtıyor. Günahkar kitabında, ara ara bölüm sonlarına doğru gerilim yükseliyor ve ben de kendimi kitaba kaptırmışsam o sıralar, birden kitabın kapağını kapatıp şöyle bir duraksadığım zamanlar oluyordu. O derece gerilim duygusunu hissettiren bir yazar.

Günahkar ve İkiz Bedenler adlı iki kitap da çok fazla hoşuma gitmişti çok kısa süre içinde bitirmiştim ikisini de. Fakat bu iki kitabı okurken hissettiklerim ve heyecanım, Çırak kitabını okurken hiç yoktu üzerimde. Yine bir gerilim romanı fakat sanki daha çok polisiye ve tıbbi bir roman. Bunlarla birlikte gerilimi de koymuş Tess Gerritsen. Sanırım bu yüzden kitap çok hoşuma gitmedi.

Günahkar kitabında ve İkiz Bedenler kitabında, sabah da okusam içime bir korku geliyordu, akşam da. Çırak kitabında ise akşam okuduğumda heyecanı hissediyorum. O da ara ara oluyor.

Yani diyeceğim şu; Çırak, yine gerçekten okunabilirlik derecesi yüksek bir kitap ve konusu da öyle. Fakat Günahkar ve İkiz Bedenler kitabı beni daha çok etkilemişti. Çırak kitabını bitirdikten ve okumam gereken 3-4 kitabın ardından, tekrar Tess Gerritsen'in geri kalan gerilim romanlarını okuyacağım.

39. Altın Kelebek Ödül Töreni



Dün akşam, Kanal D'de canlı olarak 39. Altın Kelebek Ödül Töreni; Sarp Apak, Öner Erkan ve İrem Sak sunuculuğu eşliğinde gerçekleştirildi. Ödülleriyle sahnede buluşan ünlüler arasında mutluluktan göz yaşı döken, kahkaha atan, heyecandan konuşamayan da oldu.


Ajda Pekkan, Ebru Gündeş, Göksel, Gökçe ve Murat Boz gibi ünlü şarkıcılar sahnede oldukça güzel performanslar sergilediler. Sahnesini en beğendiğim şarkıcı Ebru Gündeş oldu. Gerek; saçıyla, sarı ve uzun sırt dekolteli elbisesiyle, gerek de dansçıların dans performansıyla oldukça güzel bir sahne performansı ile karşımıza çıktı. Ajda Pekkan'ın da sahnesi pek fena değildi. Çiçek desenli, şıkır şıkır, omuzları düşük elbisesini bordo ayakkabılarıyla çok güzel bir şekilde kombinlemişti. Elbisesinin bilek kısımlarından başlayan detay yüzünden bir ara mikrofon, elbisesine dolandı fakat çok geçmeden durumu kurtaran Ajda Pekkan, şarkıya kaldığı yerden devam etti. Göksel; kısa, kırmızı ve yan kısımlardan çok kısa yırtmaçları olan elbisesiyle gayet seksi ve hoş görünüyordu sahnede. ''Acıyor'' isimli şarkısını sahnede sunduktan sonra, alkışlar eşliğinde sahneden indi. Gökçe; rengarenk, oldukça farklı bir tarza sahip olan, kırmızı renginin ön planda olduğu bir elbise giymişti. Saçına taktığı ufak siyah şapkalı taç ise elbisesinin şirinliğine ve farklılığına göre fazla ağır olmuştu. Belki daha tatlı, şirin bir renk olsaydı bu kadar kötü durmazdı. Her şeye rağmen dört ünlü kadın solistimiz de müzikleriyle, sahne performanslarıyla ayrı bir güzellerdi ve biz seyircilere güzel bir gece yaşattılar. 




KELEBEKLER YALAN DÜNYA'YA UÇTU


Kanal D'de Cuma geceleri ekrana gelen Yalan Dünya dizisi dün akşam 39. Altın Kelebek Ödül Töreni'nde 5 dalda ödül aldı. En İyi Senaryo Yazarı: Gürse Birsel, En İyi Dizi, En İyi Komedi Dizisi, En İyi Kadın Komedi Oyuncusu: Gupse Özay, En İyi Erkek Komedi Oyuncusu: Bartu Küçükçağlayan kelebeklerin üzerine uçtuğu ünlüler oldu. 


Sendromsuz Pazartesiye Merhaba!

Bugün, okulların kapanmasının ardından gelen ilk Pazartesi. Okullar, iki gün önce kapandı ve sevinen öğrenciler de oldu, bütün yıl çalışmadığına pişman olan da. Ama hepsi de okulların kapanmasıyla bir 'Oh!' çekti. Bana da bir rahatlama, huzur gelmişti. Ne de olsa koca bir yıl daha bitmişti ve yaz tatili de sonunda gelmişti.

Pazartesi günleri; çalışanların ve öğrencilerin korkulu rüyası diyebiliriz. Çalışanlar, işlerine kaldığı yerden devam ediyor fakat bugün çoğu öğrenci, sosyal paylaşım sitelerinde ilk defa Pazartesiye lanet yağdırmayacak. Buna ben de dahilim çünkü, Pazartesi sendromunu derinden yaşayanlardan biriyimdir aynı zamanda. Biz bütün öğrenciler, bugün hep beraber ''Sendromsuz bir Pazartesiye ve yaza merhaba'' kafası yaşayacağız.

Fakat tabii ki çoğu güzel şeyin sonu olduğu gibi, üç aylık yaz tatilinin ardından herkese tekrar bir Pazartesi sendromu yapışacak. Bu kaçınılmaz bir gerçek. Pazartesilerin yakamızdan düşeceği yok fakat istesek de istemesek de ne yazık ki geliyor ve onu da yaşayıp, çabucak bitirme çabasında oluyoruz.

Her şeye rağmen, önümüzde uzun bir yaz tatili var ve bugün benim gibi sendromsuz uyanan tüm okurlarıma: ''Merhaba!''

Hayal Edilen Gerçek


''Hadi çocuklar, hazır mısınız?'' diye seslendim, uzun ve geniş koridora doğru. Elimde, arabamın anahtarları ve çocuklarımı okula götürmek için kapının eşiğinde duruyordum. Bir süre sonra aynı anda odalarından çıktılar ve sırtlarında çantalarıyla: ''Hazırız anne!'' diye bağırdılar aynı anda. Yanımdan geçerlerken yanağıma birer öpücük kondurup, gülüşerek arabanın içine atladılar. O kadar uzun süre beklediğimi tamamen unutmuş ve oldukça mutlu , güler yüzlü bir şekilde arabama doğru ilerledim ve yola çıkmak üzere koltuğuma oturdum. 

Arabayı çalıştırmadan önce, hep yapmak istediğim ve yıllar önce de hayalini kurduğum o şeyi yapmak üzere arkama dönüp: ''Sizi bugün okula sahil yolundan götüreyim çocuklar ne dersiniz? İlerideki marketten de birer dondurma alır yeriz ha?'' demiştim, beni hayata bağlayan o iki çift renkli gözlere bakarak. 

''Anne sen bir tanesin!'' demişlerdi yine aynı anda. Aralarında 2 yaş olmasına rağmen ikiz gibilerdi. Arabayı çalıştırmadan önce hemen radyoyu açtım ve direk son sese verdim. İnanılır gibi değildi. Çıkan şarkının verdiği şaşkınlıkla arkamı dönüp çocuklarıma baktım. Çalan şarkının, babalarıyla yıllar öncesinde ve şimdi bile şarkımız olduğunu biliyorlardı. Bir neşe, bir mutluluk, bağıra çağıra şarkıya eşlik ediyorduk. İçimden, keşke bugün toplantısı olmasaydı da kocam da yanımızda olsaydı diyordum. 

Akvaryumun Senfonisi

İlk defa fark ediyorum pencerenin bu kadar açık olduğunu. Yatağımda uzanmış, pencereden dışarısını izliyorum. Gördüğüm bir şey yok. Sadece yaşlı bir nenenin kendini sakladığı; boyası olmayan, çatlaklarla süslenmiş bir duvar var karşımda. Gördüklerim sadece bunlardı. Harbiden, duvarın çatlakları neden bu kadar derindi acaba? Gördüğüm şey duvarın çatlaklığı mıydı yoksa kalbimin, düşüncelerimin yansıması mı, bilemiyorum.

Neden ilk defa bu kadar yalnız kaldım bu odada? Kardeşim, abim neredeler? Sessizlikle süslemişler odamı, yalnızlığı da üzerime atıp kapıyı kilitlemişler sanki. Kaçmışlar! Her şeyi bu odanın içerisinde bırakıp, kaçıp gitmişler. ''Tamam, ben toparlarım odayı eğlenin siz.''

Bir kulağımdan içime dolan bir şarkı çalıyor, diğer kulağımda ise akvaryumumun çıkardığı acayip bir ses. Hiç bitmeyen, uzun bir ses bu. İkisi birbirine karışıyor ve sanki aralarında anlaşmalı ritim tutuyorlar, birbirlerine uymaya çalışıyorlar. Ne tuhaf, birbirlerinin ardını bırakmıyorlar.


Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.