background img

The New Stuff

aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bu gece yıldızlar görünmüyor... Her yer kapkara, zifiri karanlık. Yıldızlar oradadır belki, fakat saklanmışlardır kırık beyaz, kesik kesik bulutların ardına. İzliyorlardır beni, seni, bizi... Veyahut aşkımızı, şehvetimizi, tutkumuzu...

Biraz soğukluk taşıyor üzerinde hava, bu gece. Esmiyor ama tenimize dokunan hava ürpertiyor bedenimizi. Sıcak bir şeylere ihtiyacım var ya da beni sıcak tutacak bir şeylere. Aşkına bir kaşık şeker kat ve buharı üzerinde kalbini bana uzat.

Bir fısıltı gibi çarpıyor adın kulağıma. Havadislerini alıyorum elin kahpelerinden. İğneler batıyor bedenime, bir bir! Suratım düşüyor, ayak izleriyle kirlenmiş yerlere.

Bir sinek var odanın içinde. Sinir bozucu bir şekilde hızla uçuyor duvardan duvara, bana yaklaşınca yavaşlıyor. Bir süre duruyor, sanki beni izliyormuşçasına bir tavırla yalpalaya yalpalaya üzerime konuyor. İzliyorum... Ellerini birbirine sürtüyor, az sonra canımı acıtacağına dair bir işaret veriyor bana. Sen öyle yapmadın... Vakitsizce, bir bakış bile bırakmadan ardından; bir ses, bir nefes bile bırakmadan kan kırmızı toprağın altına bıraktın beni, ellerinle.

Şimdi ne yıldızlar umurumda ne de zifiri karanlık gökyüzü...

Umurumda Değil Yıldızlar

Bu gece yıldızlar görünmüyor... Her yer kapkara, zifiri karanlık. Yıldızlar oradadır belki, fakat saklanmışlardır kırık beyaz, kesik kesik bulutların ardına. İzliyorlardır beni, seni, bizi... Veyahut aşkımızı, şehvetimizi, tutkumuzu...

Biraz soğukluk taşıyor üzerinde hava, bu gece. Esmiyor ama tenimize dokunan hava ürpertiyor bedenimizi. Sıcak bir şeylere ihtiyacım var ya da beni sıcak tutacak bir şeylere. Aşkına bir kaşık şeker kat ve buharı üzerinde kalbini bana uzat.

Bir fısıltı gibi çarpıyor adın kulağıma. Havadislerini alıyorum elin kahpelerinden. İğneler batıyor bedenime, bir bir! Suratım düşüyor, ayak izleriyle kirlenmiş yerlere.

Bir sinek var odanın içinde. Sinir bozucu bir şekilde hızla uçuyor duvardan duvara, bana yaklaşınca yavaşlıyor. Bir süre duruyor, sanki beni izliyormuşçasına bir tavırla yalpalaya yalpalaya üzerime konuyor. İzliyorum... Ellerini birbirine sürtüyor, az sonra canımı acıtacağına dair bir işaret veriyor bana. Sen öyle yapmadın... Vakitsizce, bir bakış bile bırakmadan ardından; bir ses, bir nefes bile bırakmadan kan kırmızı toprağın altına bıraktın beni, ellerinle.

Şimdi ne yıldızlar umurumda ne de zifiri karanlık gökyüzü...

Bir kitap alışverişimde denk geldiğim bir kitap. Arka kapağını okuyunca bu kitaba kesinlikle sahip olmak istedim. Oldukça farklı, iç yakan ve insanı hayrete düşüren bir roman.

Yazar, oldukça akıcı bir dille yazmış romanı. Biraz deneme tarzında kısa kısa kesitlerden oluşuyor. Kitap toplamda dört bölümden oluşuyor, kendi içinde de belli kısımlara ayrılmış.

Kitabın konusu 14 yaşında bir kızın, peygamber tarafından seçilerek havari olan amcasıyla evlendirilmeye çalışması. Dinin insanlar üzerinde kurduğu, şaşkınlığa uğratan baskısı da kitabın içerisinde işleniyor. Belirtmeliyim ki kitapta bahsediliyor olan din Müslümanlık değil Hristiyanlık. Bu benim için pek bir şey ifade etmiyor çünkü bütün dinlerde geçen zorbalıklar ister istemez insanın inancını zedeliyor.

Dediğim gibi kitap oldukça akıcı, düz (kesinlikle sıkıcı değil) bir anlatıma sahip. Okumanızı isterim. Küçük bir kızın can alıcı, tüyler ürpeten, iç burkan ve hüzünlendiren bir aşk ve kaçış hikayesi.

İyi okumalar...

Bir önceki kitap yorumu: Temizlikçi - Franz-Olivier Giesbert 

Seçilmiş Kişi - Carol Lynch Williams

Bir kitap alışverişimde denk geldiğim bir kitap. Arka kapağını okuyunca bu kitaba kesinlikle sahip olmak istedim. Oldukça farklı, iç yakan ve insanı hayrete düşüren bir roman.

Yazar, oldukça akıcı bir dille yazmış romanı. Biraz deneme tarzında kısa kısa kesitlerden oluşuyor. Kitap toplamda dört bölümden oluşuyor, kendi içinde de belli kısımlara ayrılmış.

Kitabın konusu 14 yaşında bir kızın, peygamber tarafından seçilerek havari olan amcasıyla evlendirilmeye çalışması. Dinin insanlar üzerinde kurduğu, şaşkınlığa uğratan baskısı da kitabın içerisinde işleniyor. Belirtmeliyim ki kitapta bahsediliyor olan din Müslümanlık değil Hristiyanlık. Bu benim için pek bir şey ifade etmiyor çünkü bütün dinlerde geçen zorbalıklar ister istemez insanın inancını zedeliyor.

Dediğim gibi kitap oldukça akıcı, düz (kesinlikle sıkıcı değil) bir anlatıma sahip. Okumanızı isterim. Küçük bir kızın can alıcı, tüyler ürpeten, iç burkan ve hüzünlendiren bir aşk ve kaçış hikayesi.

İyi okumalar...

Bir önceki kitap yorumu: Temizlikçi - Franz-Olivier Giesbert 


Hiçbir şey hissetmiyorum... Belki de hissedemiyorum... Bilmiyorum...

Kafamı kaldırıyorum yavaşça. Yukarıya, en tepeye, en uzağa bakmak istiyorum. Gökyüzünde görebildiğim, görebileceğim en uzak yere. En açık mavi, beyaza kaçan yere. Gözlerimi oraya dikmek ve uzun bir süre oraya bakmak...

Gözlerimi açamıyorum. Gün ışığı yüzüme vuruyor ve gözlerimi açmadığım halde gözlerimi daha da sıkı kapatmama sebep oluyor. ''Açma!'' diyor sanki. ''Açma gözlerini.''

Soramıyorum ''Neden?'' diye. Kafamı sallıyorum. Omuzlarım düşüyor. Açmak istiyorum gözlerimi, açamıyorum. Açsam, baksam, görsem en uzağı. Belki biter içimdeki en acı duygu. Açsam gözlerimi, baksam, görsem en uzağı, gülümseyeceğim belki. Açsam gözlerimi, baksam ve görsem en uzağı, o zaman rahatlayacağım belki de.

***


Elini uzat, tut ellerimden. Yavaşça okşarken işaret parmağımı, gözlerime bak. Gülümse, kafanı eğ ve okşadığın parmağıma bak. Tekrar kaldır kafanı. Parlayan gözlerinle bak gözlerimin içine. Uzaktan değil. Korkma. Gel. Bakabildiğin kadar yakından bak gözlerime, tutabildiğin kadar sıkı tut ellerimi, gidemeyeceğin kadar kal yanımda.

Bırak şimdi diğer elindeki bardağı. Soğudu o kahve. Sıkma canını, yenisini söyleriz. O da mı soğuyacak? Bir tane daha söyleriz... Boşver şimdi onu. Her iki elinle de tut ellerimi.

*** 


Neden dolu bu kadar içim? Neden dışarıya atamıyorum bu pis duyguyu? Neden sıkışıyor kalbim? Neden yanımda değilsin? Neden ellerim boşta? Neden gözlerim ağlıyor, benden habersiz. Neden çökmüş yanağım? Neden kıpkırmızı gözlerimin altı?

Nerdesin?

Nerdesin bilmiyorum. Ama her nerdeysen bir an önce gel. Çünkü bu gözler seni görmek, bu eller sana dokunmak istiyor. Bedenim sana susamış. Bir görse canlanacak, bir görse kendine gelecek.

Bak... Bu son gözyaşım olmayacak, biliyorum. Sen gelene kadar akacak, süzülecek, kuruyup gidecek belki bir zaman sonra. Ama akacak... Akacak...

Hadi gel... Bekliyorum...

Şimdi...

Şu an...

Ben saymaya başlıyorum... Gel, olur mu?

1... 2... 3... 4...

Ben Saymaya Başlıyorum... Gel, Olur Mu?


Hiçbir şey hissetmiyorum... Belki de hissedemiyorum... Bilmiyorum...

Kafamı kaldırıyorum yavaşça. Yukarıya, en tepeye, en uzağa bakmak istiyorum. Gökyüzünde görebildiğim, görebileceğim en uzak yere. En açık mavi, beyaza kaçan yere. Gözlerimi oraya dikmek ve uzun bir süre oraya bakmak...

Gözlerimi açamıyorum. Gün ışığı yüzüme vuruyor ve gözlerimi açmadığım halde gözlerimi daha da sıkı kapatmama sebep oluyor. ''Açma!'' diyor sanki. ''Açma gözlerini.''

Soramıyorum ''Neden?'' diye. Kafamı sallıyorum. Omuzlarım düşüyor. Açmak istiyorum gözlerimi, açamıyorum. Açsam, baksam, görsem en uzağı. Belki biter içimdeki en acı duygu. Açsam gözlerimi, baksam, görsem en uzağı, gülümseyeceğim belki. Açsam gözlerimi, baksam ve görsem en uzağı, o zaman rahatlayacağım belki de.

***


Elini uzat, tut ellerimden. Yavaşça okşarken işaret parmağımı, gözlerime bak. Gülümse, kafanı eğ ve okşadığın parmağıma bak. Tekrar kaldır kafanı. Parlayan gözlerinle bak gözlerimin içine. Uzaktan değil. Korkma. Gel. Bakabildiğin kadar yakından bak gözlerime, tutabildiğin kadar sıkı tut ellerimi, gidemeyeceğin kadar kal yanımda.

Bırak şimdi diğer elindeki bardağı. Soğudu o kahve. Sıkma canını, yenisini söyleriz. O da mı soğuyacak? Bir tane daha söyleriz... Boşver şimdi onu. Her iki elinle de tut ellerimi.

*** 


Neden dolu bu kadar içim? Neden dışarıya atamıyorum bu pis duyguyu? Neden sıkışıyor kalbim? Neden yanımda değilsin? Neden ellerim boşta? Neden gözlerim ağlıyor, benden habersiz. Neden çökmüş yanağım? Neden kıpkırmızı gözlerimin altı?

Nerdesin?

Nerdesin bilmiyorum. Ama her nerdeysen bir an önce gel. Çünkü bu gözler seni görmek, bu eller sana dokunmak istiyor. Bedenim sana susamış. Bir görse canlanacak, bir görse kendine gelecek.

Bak... Bu son gözyaşım olmayacak, biliyorum. Sen gelene kadar akacak, süzülecek, kuruyup gidecek belki bir zaman sonra. Ama akacak... Akacak...

Hadi gel... Bekliyorum...

Şimdi...

Şu an...

Ben saymaya başlıyorum... Gel, olur mu?

1... 2... 3... 4...


Nasıl yapabilir ki insan? Sevmediği birinin bedenine dokunabilmeyi. Nasıl da yalan söyler karşısındakine? Yüz ifadeleriyle, hareketleriyle... Nasıl umursamadan yaşayabilir? Başkasının bedenini kafasına göre kullanmayı.

Aynı mıdır sizce de? Sevdiğiniz, aşık olduğunuz birisinin ten kokusunu içinizin en derin köşesine, en derin noktasına kadar çekerek sevişmek ile sadece zevk ve arzuların kötü kurbanı olarak, doruk noktasına ulaştıktan sonra bir daha görülmeyecek olan bir yüzle, bir bedenle sevişmek.

Aşıksanız, kafanızın içindeki düşünceler dolup taşar. Elleriniz titrer ellerine dokununca, gözleriniz dolar gözlerine bakınca. Bedeniniz yanıp yok olacakmış gibi hissederseniz, teniniz birbirine değince. Ayaklarınız yere değmez, yer çekimi kuralı kalmaz sizin için, dudakları dudağınıza değdiğinde.

Öyle bir ruha büründü ki artık insan bedeni, ne aradığını ne istediğini bilemiyor. Kendini tanımıyor, kendine güvenmiyor. İnanmıyor aşka, dudağının ucuyla sırıtıyor dalga geçer gibi, çekip gidiyor kendisinin de bilmediği bir yere. Gözüne kestirdiği ilk kurbana yaklaşıyor. İnanmadığı aşkın, aşk dolu cümlelerini sarf ediyor kurbana, iki dakikalık zevki için. Gösterdiği çaba anlamsız, bir o kadar acınası.

En yakın otele gidiliyor, bir oda alınıyor. Kapı açılıyor ve içeriye girilip arkadan kilitleniyor. Ne kurban katilinin yüzüne bakıyor, ne katil kurbanın yüzüne. Parlak, kırmızı, askılı kısa elbise, omuzlardan süzülüp yere düşüyor. Aynı parlaklıktaki kırmızı ojeli parmaklar sertçe lacivert kravatı söküp atıyor. Koparırcasına açıyor gömleğin düğmelerini. Artık katilin kaslı vücudu açıkta, kurbanın bedeni ise onu arzulamakta.

Hala birbirine değmeyen gözler, birbirine bakmayan yüzler.

İki dakika geçiyor; çığlıkların, acıların ve zevklerin arasında. Biraz önce yere düşen kırmızı elbise artık bedenin üzerinde. Bilhassa gömlek ve kravat da. Oda kapısı tekrar açılıyor, katil tarafından. Kapıyı arkasından kapattığında, kurban artık onun için ölmüştür...

Bu mudur sizce de sevişmek?

Bu mudur kalbinin içindeki çarpıntının sebebi?

Bu mudur içinizdeki kelebeklerin uçuşması?

Katil - Kurban Sevişmesi


Nasıl yapabilir ki insan? Sevmediği birinin bedenine dokunabilmeyi. Nasıl da yalan söyler karşısındakine? Yüz ifadeleriyle, hareketleriyle... Nasıl umursamadan yaşayabilir? Başkasının bedenini kafasına göre kullanmayı.

Aynı mıdır sizce de? Sevdiğiniz, aşık olduğunuz birisinin ten kokusunu içinizin en derin köşesine, en derin noktasına kadar çekerek sevişmek ile sadece zevk ve arzuların kötü kurbanı olarak, doruk noktasına ulaştıktan sonra bir daha görülmeyecek olan bir yüzle, bir bedenle sevişmek.

Aşıksanız, kafanızın içindeki düşünceler dolup taşar. Elleriniz titrer ellerine dokununca, gözleriniz dolar gözlerine bakınca. Bedeniniz yanıp yok olacakmış gibi hissederseniz, teniniz birbirine değince. Ayaklarınız yere değmez, yer çekimi kuralı kalmaz sizin için, dudakları dudağınıza değdiğinde.

Öyle bir ruha büründü ki artık insan bedeni, ne aradığını ne istediğini bilemiyor. Kendini tanımıyor, kendine güvenmiyor. İnanmıyor aşka, dudağının ucuyla sırıtıyor dalga geçer gibi, çekip gidiyor kendisinin de bilmediği bir yere. Gözüne kestirdiği ilk kurbana yaklaşıyor. İnanmadığı aşkın, aşk dolu cümlelerini sarf ediyor kurbana, iki dakikalık zevki için. Gösterdiği çaba anlamsız, bir o kadar acınası.

En yakın otele gidiliyor, bir oda alınıyor. Kapı açılıyor ve içeriye girilip arkadan kilitleniyor. Ne kurban katilinin yüzüne bakıyor, ne katil kurbanın yüzüne. Parlak, kırmızı, askılı kısa elbise, omuzlardan süzülüp yere düşüyor. Aynı parlaklıktaki kırmızı ojeli parmaklar sertçe lacivert kravatı söküp atıyor. Koparırcasına açıyor gömleğin düğmelerini. Artık katilin kaslı vücudu açıkta, kurbanın bedeni ise onu arzulamakta.

Hala birbirine değmeyen gözler, birbirine bakmayan yüzler.

İki dakika geçiyor; çığlıkların, acıların ve zevklerin arasında. Biraz önce yere düşen kırmızı elbise artık bedenin üzerinde. Bilhassa gömlek ve kravat da. Oda kapısı tekrar açılıyor, katil tarafından. Kapıyı arkasından kapattığında, kurban artık onun için ölmüştür...

Bu mudur sizce de sevişmek?

Bu mudur kalbinin içindeki çarpıntının sebebi?

Bu mudur içinizdeki kelebeklerin uçuşması?


18 Mayıs Cumartesi günü Facebook'da dolanırken birden bire karşıma Oben Budak'ın resmi çıktı ve altında saat 14:00'da İskenderun Primemall AVM'de imza gününe geleceği yazıyordu. O gün evden çıkmam neredeyse imkansız sayılırdı ve ne yapacağım ne edeceğim derken kardeşimi de tuttum kolundan koştur koştur gittik. 

Oben Budak'ı tanıyıp biliyordum fakat ilk kitabı olan Falan Filan'ı da okumadım. Bu tür kitaplarda zaten artık bildiğiniz gibi bir karmaşıklık yapıyorum, dizüstü edebiyatta da olduğu gibi. O yüzden Hayvan'ı almayı tercih ettim öncelikle ve aldım. Hemen ardından da imzamı da kaptım. Falan Filan'ı da kesinlikle alacağım.


Kitabın yorumunu yapmadan önce Oben Budak'ın çok sempatik bir insan olduğunu söylemek istiyorum. Beni görür görmez ''Hoş geldin, nasılsın?'' diye sordu ve fazlasıyla güler yüzle karşıladı beni. Birden o kadar sıcak geldi ki sanki 20 yıldır tanıyormuşum gibi. Yıllar önce kaybolmuş ağabeyimi bulmuş gibi hissettim kendimi resmen. Neyse işte sonra da imzamı falan aldım, hoşçakallaştık. İyi ki de geldi valla, ne yaptım ettim gittim ya o anı unutamam.

Kitaba gelecek olursak, Cemal tam bir HAYVAN! Öncelikle bunu dile getirmek istedim. Abi bir insan bu kadar mı şeyinin derdinde olur ya. Bir gününü sevişmeden geçiremiyor. Fakat kitabı okurken de kafamda canlanan tip gerçekten fazlaca yakışıklı biri oldu, hakkını yemeyelim.

Kitaba güldüğüm gibi üzüldüğüm nokta ise Cemal'in ilk aşkı ile yaşadığı o korkunç gün. O günden sonra Cemal kimseye aşık olmayacağını düşünüyordu fakat karşısına Bige çıkıyor ve olanlar oluyor.

Oben Budak harika bir kitap yazmış. Hayvan'ın gerçek tanımını merak eden herkes alıp okumalı. ''Hayvan'' diye nitelendirdiğimiz insanı en iyi şekilde bizlere sunmuş.

Ayrıca söylemeden de edemeyeceğim. Kitaptaki karakterlerin isimleri çok özenle seçilmiş gibi geldi bana. Farklı olduğu kadar da güzel isimler. Mesela şimdiye kadar Bige diye bir isim hayatımda duymadım yani. Şimdi kızım olsa adını Bige koyabilirim ama. Aman konu nereden nereye geldi.

Alıp okumayan Hayvan olsun diyorum ve hepinizi kocaman öpüyorum.

Hayvan - Oben Budak


18 Mayıs Cumartesi günü Facebook'da dolanırken birden bire karşıma Oben Budak'ın resmi çıktı ve altında saat 14:00'da İskenderun Primemall AVM'de imza gününe geleceği yazıyordu. O gün evden çıkmam neredeyse imkansız sayılırdı ve ne yapacağım ne edeceğim derken kardeşimi de tuttum kolundan koştur koştur gittik. 

Oben Budak'ı tanıyıp biliyordum fakat ilk kitabı olan Falan Filan'ı da okumadım. Bu tür kitaplarda zaten artık bildiğiniz gibi bir karmaşıklık yapıyorum, dizüstü edebiyatta da olduğu gibi. O yüzden Hayvan'ı almayı tercih ettim öncelikle ve aldım. Hemen ardından da imzamı da kaptım. Falan Filan'ı da kesinlikle alacağım.


Kitabın yorumunu yapmadan önce Oben Budak'ın çok sempatik bir insan olduğunu söylemek istiyorum. Beni görür görmez ''Hoş geldin, nasılsın?'' diye sordu ve fazlasıyla güler yüzle karşıladı beni. Birden o kadar sıcak geldi ki sanki 20 yıldır tanıyormuşum gibi. Yıllar önce kaybolmuş ağabeyimi bulmuş gibi hissettim kendimi resmen. Neyse işte sonra da imzamı falan aldım, hoşçakallaştık. İyi ki de geldi valla, ne yaptım ettim gittim ya o anı unutamam.

Kitaba gelecek olursak, Cemal tam bir HAYVAN! Öncelikle bunu dile getirmek istedim. Abi bir insan bu kadar mı şeyinin derdinde olur ya. Bir gününü sevişmeden geçiremiyor. Fakat kitabı okurken de kafamda canlanan tip gerçekten fazlaca yakışıklı biri oldu, hakkını yemeyelim.

Kitaba güldüğüm gibi üzüldüğüm nokta ise Cemal'in ilk aşkı ile yaşadığı o korkunç gün. O günden sonra Cemal kimseye aşık olmayacağını düşünüyordu fakat karşısına Bige çıkıyor ve olanlar oluyor.

Oben Budak harika bir kitap yazmış. Hayvan'ın gerçek tanımını merak eden herkes alıp okumalı. ''Hayvan'' diye nitelendirdiğimiz insanı en iyi şekilde bizlere sunmuş.

Ayrıca söylemeden de edemeyeceğim. Kitaptaki karakterlerin isimleri çok özenle seçilmiş gibi geldi bana. Farklı olduğu kadar da güzel isimler. Mesela şimdiye kadar Bige diye bir isim hayatımda duymadım yani. Şimdi kızım olsa adını Bige koyabilirim ama. Aman konu nereden nereye geldi.

Alıp okumayan Hayvan olsun diyorum ve hepinizi kocaman öpüyorum.

Sevginin bence göreceli bir kavramdır. Bana göre sevmek sonu olan bir duygudur, ucu sonu belirsizdir doğrusu. Tek bir açıklıkta sevgi sönüp gidebilir ama aşk öyle değil. Aşıkken insan yaşadığının ucunu sonunu düşünmez. Ne yaparsa yapsın, aşıkken yaptığı en berbat şey bile gözüne tatlı gelir. Çünkü deriz ya, aşkın gözü kör.

Aşk çoğu insanın aklına hep birinci anlamında geliyor nedense. Aşkın milyonlarca tanımı vardır üstelik. Aşk sadece; tutku, büyük bir 'sevgi' ile bağlanmak anlamına gelmez. Aşk sevgiden yücedir, sevgi de hoşlanma duygusundan.

Eğer sevginin değil de kendi tanımladığınız 'aşk' bir gün bitecekse veya biterse, bittiğinde bile içinizde bir yerlerde bir iz mutlaka bırakır.

Aşk Her Şeyden Yücedir

Sevginin bence göreceli bir kavramdır. Bana göre sevmek sonu olan bir duygudur, ucu sonu belirsizdir doğrusu. Tek bir açıklıkta sevgi sönüp gidebilir ama aşk öyle değil. Aşıkken insan yaşadığının ucunu sonunu düşünmez. Ne yaparsa yapsın, aşıkken yaptığı en berbat şey bile gözüne tatlı gelir. Çünkü deriz ya, aşkın gözü kör.

Aşk çoğu insanın aklına hep birinci anlamında geliyor nedense. Aşkın milyonlarca tanımı vardır üstelik. Aşk sadece; tutku, büyük bir 'sevgi' ile bağlanmak anlamına gelmez. Aşk sevgiden yücedir, sevgi de hoşlanma duygusundan.

Eğer sevginin değil de kendi tanımladığınız 'aşk' bir gün bitecekse veya biterse, bittiğinde bile içinizde bir yerlerde bir iz mutlaka bırakır.


Önden bir karikatür koyayım bari dedim, ben çok güldüm çünkü.

***

Ve beklenen gün geldi ne yazık ki...

Öncelikle şu Sevgililer Günü'nün amacını oldu bitti anlamış değilim doğrusu. Hani şu an sevgilim yok diye söylemiyorum bunu harbiden. Sevgilim olduğu dönemlerde de amacını anlamamış bir şekilde ama hiç de bozuntuya vermeden ''ihihiiii sevgilim bana nii almış öylee yirim seni yirim.'' gibi saçmalıklar yapardım yani yalan yok şimdi.

Her ne kadar saçma gelse de, belli bir amacının olmadığını düşünsem de ben depresyondayken bu gün beni daha da depresyona sokuyor! Sinirden de klavyeye harfleri bastıra bastıra yazdığımı fark ettim, deliriyorum galiba o derece yani!

Lan arkadaşım tamam sevgililer günü anladık da sen salak mısın yani? Sevgilisi olan var olmayan var, depresyonda olan var olmayan var, bunlara rağmen gelmiş sanki bilerek sevgilinle el ele, öpüşe koklaşa önümüzden geçiyorsun diye senin kafanı gözünü şişirip, organları tek tek ağzıyla parçalara ayırıp sağa sola fırlatmak isteyen var, kesinlikle isteyen var. Olmaz yani abicim böyle, lütfen ama, ayıp...

Bence bu sevgililer için özel bir alan yapılmalı. Yani madem kutlamaya bu kadar meraklılar, mıç mıç yapmak için dünden hazırlar, özel bir alan yapın da orada takılsınlar. Özellikle şu Sevgililer Günü'nü icat eden mal adam mı kadın mı her neyse o zaten bence eski sevgilisine inat böyle bir bok çıkardı ortaya sonra da özel bir alan yapmadı, gitti yeni sevgilisiyle, eski sevgilisinin gözünün önünde hop hop bir aşağı bir sağdan bir soldan Allah ne verdiyse götürdüler, adamı kıskançlıktan delirttiler.

Bıraksanız buraya daha neler neler yazacağım ama yazdıkça nabzımın atışlarını daha çok hissediyorum sinirden. Dilediğinizce yorum atabilirsiniz, sövebilirsiniz sevgililere serbest bebiklerim hadi!

Son olarak Sevgililer Gününüz Kutlu Olmasın canlarım kusura bakmayın. Bunca şeyden sonra bir de 'kutlu olsun' dememi beklemeyin. Hadi canım evlerinize, ananız babanız sizi bekliyor, bu kadarmış bitti sevgililer günü hadi dağılın!

Sevgililer Gününüz Kutlu Olmasın!


Önden bir karikatür koyayım bari dedim, ben çok güldüm çünkü.

***

Ve beklenen gün geldi ne yazık ki...

Öncelikle şu Sevgililer Günü'nün amacını oldu bitti anlamış değilim doğrusu. Hani şu an sevgilim yok diye söylemiyorum bunu harbiden. Sevgilim olduğu dönemlerde de amacını anlamamış bir şekilde ama hiç de bozuntuya vermeden ''ihihiiii sevgilim bana nii almış öylee yirim seni yirim.'' gibi saçmalıklar yapardım yani yalan yok şimdi.

Her ne kadar saçma gelse de, belli bir amacının olmadığını düşünsem de ben depresyondayken bu gün beni daha da depresyona sokuyor! Sinirden de klavyeye harfleri bastıra bastıra yazdığımı fark ettim, deliriyorum galiba o derece yani!

Lan arkadaşım tamam sevgililer günü anladık da sen salak mısın yani? Sevgilisi olan var olmayan var, depresyonda olan var olmayan var, bunlara rağmen gelmiş sanki bilerek sevgilinle el ele, öpüşe koklaşa önümüzden geçiyorsun diye senin kafanı gözünü şişirip, organları tek tek ağzıyla parçalara ayırıp sağa sola fırlatmak isteyen var, kesinlikle isteyen var. Olmaz yani abicim böyle, lütfen ama, ayıp...

Bence bu sevgililer için özel bir alan yapılmalı. Yani madem kutlamaya bu kadar meraklılar, mıç mıç yapmak için dünden hazırlar, özel bir alan yapın da orada takılsınlar. Özellikle şu Sevgililer Günü'nü icat eden mal adam mı kadın mı her neyse o zaten bence eski sevgilisine inat böyle bir bok çıkardı ortaya sonra da özel bir alan yapmadı, gitti yeni sevgilisiyle, eski sevgilisinin gözünün önünde hop hop bir aşağı bir sağdan bir soldan Allah ne verdiyse götürdüler, adamı kıskançlıktan delirttiler.

Bıraksanız buraya daha neler neler yazacağım ama yazdıkça nabzımın atışlarını daha çok hissediyorum sinirden. Dilediğinizce yorum atabilirsiniz, sövebilirsiniz sevgililere serbest bebiklerim hadi!

Son olarak Sevgililer Gününüz Kutlu Olmasın canlarım kusura bakmayın. Bunca şeyden sonra bir de 'kutlu olsun' dememi beklemeyin. Hadi canım evlerinize, ananız babanız sizi bekliyor, bu kadarmış bitti sevgililer günü hadi dağılın!

Bir Pazar gününden hepinize merhaba aşklarım.

Bu aralar inanılmaz kötüyüm. Aşk hayatım fena şekilde yerle bir olmuş vaziyette. Hayatımda kendimden daha şanssız birisini cidden tanımıyorum ve sanırım öyle biri hala yaratılmadı. 

Aşk acısı çekip, depresyon stayla takıldığım şu dönemlerde kafamı birazcık olsun dağıtmak, bir kaç saatlik kafamı boşaltmak ve en önemlisi de o birkaç saat içerisinde ''O''nu kafamdan çıkarmak için pıt pıt pıt hazırlandım bir güzel. Bizim burada Barlar Sokağı diye bir yer yapıldı, böyle bir ara sokağa bir sürü bar falan açtılar. Çok da şirin bir yer oldu. Neyse...

Ben, babam, halam ve abim yola çıktık. Benim aklımda hala o gerizekalı var tabii. Böyle ölü gibi yürüyorum yolda, koluma halam girmiş tık tık gidiyoruz. Barların olduğu yere geldik ve sokağa giriş yapmak için ilerideki araya doğru yürüdük. Tam köşeyi dönüyordum ki Allah bismillah! 

Ben şu boktan depresyonumdan çıkmak için teee buralara kadar geliyorum. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık var ve o kadar insan arasında ben, köşeyi dönerken bildiğin ''O''nunla çarpıştım. Neye uğradığımı şaşırdım ve o da yüzüme bakmadan kaçar gibi uzaklaştı oradan. Ben de böööyle arkasından baktım ve bir kere de arkasını dönüp bana baksın diye, bilmediğim duaları bile içimden ettim ama tabii dönmedi. 

Arkasından bakarken, halam da kolumdan çekiştirdi ''Hadi eve gidiyoruz, hiçbir barda boş yer yokmuş.'' dedi. Allaaah, ben daha da sinirlendim tabii. Depresyondan çıkayım derken başka bir depresyona giriş yaptım. Şu an iki depresyonu bir arada yaşıyorum!

Allah'ım, o kadar insan arasından sen beni niye onunla çarpıştırıyorsun, bu bir. Madem çarpıştırıyorsun şunu bana aşık et yani rica ediyorum, bu iki. Madem aşık etmeyeceksin, üzerine de çarpıştıracaksın bari şu barlardan bir tanesinde boş yer bıraksaydın ne olurdu? Beni niye bu kadar şanssız bir kulun yaptın, ben sana naptım ki yani? 

(ve yazar burada ağlamaya başlar!)

Not: Olay ve şahıslar tamamiyle gerçektir, hiçbir yerden alıntı yapılmamıştır. (Ne yazık ki!)

Allah'ım Ben Sana Naptım?

Bir Pazar gününden hepinize merhaba aşklarım.

Bu aralar inanılmaz kötüyüm. Aşk hayatım fena şekilde yerle bir olmuş vaziyette. Hayatımda kendimden daha şanssız birisini cidden tanımıyorum ve sanırım öyle biri hala yaratılmadı. 

Aşk acısı çekip, depresyon stayla takıldığım şu dönemlerde kafamı birazcık olsun dağıtmak, bir kaç saatlik kafamı boşaltmak ve en önemlisi de o birkaç saat içerisinde ''O''nu kafamdan çıkarmak için pıt pıt pıt hazırlandım bir güzel. Bizim burada Barlar Sokağı diye bir yer yapıldı, böyle bir ara sokağa bir sürü bar falan açtılar. Çok da şirin bir yer oldu. Neyse...

Ben, babam, halam ve abim yola çıktık. Benim aklımda hala o gerizekalı var tabii. Böyle ölü gibi yürüyorum yolda, koluma halam girmiş tık tık gidiyoruz. Barların olduğu yere geldik ve sokağa giriş yapmak için ilerideki araya doğru yürüdük. Tam köşeyi dönüyordum ki Allah bismillah! 

Ben şu boktan depresyonumdan çıkmak için teee buralara kadar geliyorum. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık var ve o kadar insan arasında ben, köşeyi dönerken bildiğin ''O''nunla çarpıştım. Neye uğradığımı şaşırdım ve o da yüzüme bakmadan kaçar gibi uzaklaştı oradan. Ben de böööyle arkasından baktım ve bir kere de arkasını dönüp bana baksın diye, bilmediğim duaları bile içimden ettim ama tabii dönmedi. 

Arkasından bakarken, halam da kolumdan çekiştirdi ''Hadi eve gidiyoruz, hiçbir barda boş yer yokmuş.'' dedi. Allaaah, ben daha da sinirlendim tabii. Depresyondan çıkayım derken başka bir depresyona giriş yaptım. Şu an iki depresyonu bir arada yaşıyorum!

Allah'ım, o kadar insan arasından sen beni niye onunla çarpıştırıyorsun, bu bir. Madem çarpıştırıyorsun şunu bana aşık et yani rica ediyorum, bu iki. Madem aşık etmeyeceksin, üzerine de çarpıştıracaksın bari şu barlardan bir tanesinde boş yer bıraksaydın ne olurdu? Beni niye bu kadar şanssız bir kulun yaptın, ben sana naptım ki yani? 

(ve yazar burada ağlamaya başlar!)

Not: Olay ve şahıslar tamamiyle gerçektir, hiçbir yerden alıntı yapılmamıştır. (Ne yazık ki!)


Tarifi yok duygularımın, hissettiklerimin. Ne desem yalan ne söylesem kandırmaca. Kendi içimde yok oluyorum. Savaş veriyorum duygularımla. Ben ölmedikçe o da ölmeyecek.

Aşk kavramı ne kadar da uzakta şimdi. Kaybetti beni diye düşünmeye başlamıştım, yanılmışım. Kim kimi kaybetti acaba. Hali hazırda bekliyormuş yamacımda. O anı bekliyormuş, ucunda kalp olan okunu bana saplamak için.

Sudan çıkmış balık gibi çırpınıveriyorum. Kendime gelmek istiyorum ama olmuyor. Ben artık benliğimden uzak bir yerlerde yapayalnız bir aşk yaşıyorum.

Her cümlemin sonuna, noktamdan önceme konu oluyorsun. Her şeyi sana bağlıyor, senle başlıyor, senle bitiriyorum. Bunu fark etmemiştim daha evvel. Belki de fark etmemek için ayrı bir savaş vermiştim. Sen hala sen; ben ise hala benim. Neden ortak bir noktaya adım atamadık, atamıyoruz ki?

Neden bu kadar uzaksın bana? Yanımda, en yakınımda olmana rağmen. Neden ulaşılmazsın ki bu kadar? Yoksa bunların hiçbiri yok da, ben kendi karamsarlığımla mı boğuşuyorum?

Ahh... Bunu daha önce kimselere söylemedim, söyleyemedim! Beni sev... En masum, en temiz kalbinle sev beni. Ben seni öyle seviyorum...

Yapayalnız Yaşıyorum Aşkımı... Nerdesin?


Tarifi yok duygularımın, hissettiklerimin. Ne desem yalan ne söylesem kandırmaca. Kendi içimde yok oluyorum. Savaş veriyorum duygularımla. Ben ölmedikçe o da ölmeyecek.

Aşk kavramı ne kadar da uzakta şimdi. Kaybetti beni diye düşünmeye başlamıştım, yanılmışım. Kim kimi kaybetti acaba. Hali hazırda bekliyormuş yamacımda. O anı bekliyormuş, ucunda kalp olan okunu bana saplamak için.

Sudan çıkmış balık gibi çırpınıveriyorum. Kendime gelmek istiyorum ama olmuyor. Ben artık benliğimden uzak bir yerlerde yapayalnız bir aşk yaşıyorum.

Her cümlemin sonuna, noktamdan önceme konu oluyorsun. Her şeyi sana bağlıyor, senle başlıyor, senle bitiriyorum. Bunu fark etmemiştim daha evvel. Belki de fark etmemek için ayrı bir savaş vermiştim. Sen hala sen; ben ise hala benim. Neden ortak bir noktaya adım atamadık, atamıyoruz ki?

Neden bu kadar uzaksın bana? Yanımda, en yakınımda olmana rağmen. Neden ulaşılmazsın ki bu kadar? Yoksa bunların hiçbiri yok da, ben kendi karamsarlığımla mı boğuşuyorum?

Ahh... Bunu daha önce kimselere söylemedim, söyleyemedim! Beni sev... En masum, en temiz kalbinle sev beni. Ben seni öyle seviyorum...


İçimde ölen umutların haykırışlarını duymamak elde değil. Bir insan nasıl olur da sonunu bildiği halde geri adım atmaz, atamaz?

Bir çizgi var şu an önümde. Belki umudumun belki de ölümümün çizgisi. İstemeyerek çıktığım bu yolda her köşe başında bir surat var. Hepsi de aynı. Onun suratı... İçimdeki umudun, sevincin çığlığını çok net duyabiliyorum. Kendimden geçiyorum adeta. Gerçek dünyadan soyutlanıyorum, başka bir boyuttayım. Daha önce hissedilmeyenler de eşlik ediyor.

Gözlerine kilitleniyor gözlerim. Hayal dünyamın kapıları ardına kadar açık şimdi. Her şey saniyeler içerisinde kurgulanıyor. Tüm gelecek, tüm güzel şeyler, tüm mutluluklar. Bunların arasında saklanan, gizlenen bir şey daha var: umut. Daha en başından belli etmiş oysaki kendini, gizlenerek. Daha o günden beri ''ben gidiyorum'' demiş. Ah aptal kafam, anlayamadım işte.

Bir armağan istedim senden sadece, ufacık. Bir bakış, bir gülümseme, bir öpücük belki de. Görünen ve bilinen sonum böyle bitsin bari. Ölüm çizgim böyle sonlansın.

Ölüm Çizgisi


İçimde ölen umutların haykırışlarını duymamak elde değil. Bir insan nasıl olur da sonunu bildiği halde geri adım atmaz, atamaz?

Bir çizgi var şu an önümde. Belki umudumun belki de ölümümün çizgisi. İstemeyerek çıktığım bu yolda her köşe başında bir surat var. Hepsi de aynı. Onun suratı... İçimdeki umudun, sevincin çığlığını çok net duyabiliyorum. Kendimden geçiyorum adeta. Gerçek dünyadan soyutlanıyorum, başka bir boyuttayım. Daha önce hissedilmeyenler de eşlik ediyor.

Gözlerine kilitleniyor gözlerim. Hayal dünyamın kapıları ardına kadar açık şimdi. Her şey saniyeler içerisinde kurgulanıyor. Tüm gelecek, tüm güzel şeyler, tüm mutluluklar. Bunların arasında saklanan, gizlenen bir şey daha var: umut. Daha en başından belli etmiş oysaki kendini, gizlenerek. Daha o günden beri ''ben gidiyorum'' demiş. Ah aptal kafam, anlayamadım işte.

Bir armağan istedim senden sadece, ufacık. Bir bakış, bir gülümseme, bir öpücük belki de. Görünen ve bilinen sonum böyle bitsin bari. Ölüm çizgim böyle sonlansın.


Ve Elif Şafak'tan Aşk da bitti.

Bumerang'ın ödüllerinden biri olan Elif Şafak'ın Aşk kitabını, okuma nedenim de elime geçmesi oldu açıkçası. Elif Şafak'a hep bir ön yargı ile yaklaştığımdan kitaplarını alıp okumak hiç geçmedi aklımdan, istemedim de. Kitabı okuduğumda pişmanlık duygusu sardı içimi. 

Aşk'ı elimden bırakamadım. Daha önce bu tür bir kitap okumamıştım. Okuyan arkadaşlarım kitap için hep ''İlahi aşkı anlatıyor, çok iyi değil yaa.'' diyorlardı ve bir kere daha kitaptan anlamadıklarını anladım. 

Aşk, sadece ilahi aşkı değil aynı zamanda Ella ve Aziz arasındaki güçlü aşkı da ele alıyor. Tamamen kurmaca olan bu kitap, aynı zamanda içerisinde bir kitap daha barındırıyor: Aşk Şeriatı. 

Ağır bir dil ve tamamen edebi sözcüklerle dolup taşan bu kitap gerçekten okumaya değer. Elif Şafak'ın kalemini çok sevdim. Bence bu kitabı başka birisi yazmaya kalksaydı, ortaya çok kötü şeyler çıkabilirdi diye düşünüyorum. Çünkü iki kitap arasındaki geçişler o kadar yerli yerindeki, bu da Şafak'ın kaleminin oldukça güçlü olduğunu gösteriyor. 

Kitabı geç okumuş bir okurum. Belki hala okumayanlar vardır diye de bu yazıyı yazıyorum. Alıp okumalısınız. Eminim ki siz de elinizden bırakmadan bir çırpıda okuyacaksınız. 

TANITIM BÜLTENİ

(Kitabın 35. sayfasından.)

Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikayeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hala ham, hala aşktan bir çocuk gibi toy... 

''Hamuş'' derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç, bir şairin, hem de namı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini?

Kainatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu. 

Mesnevi'yi şerh edenlerin çoğu bu ölümsüz eserin ''b'' harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi ''Bişnev!''dir. Yani ''Dinle!'' Tesadüf mü dersin ismi ''Suskun'' olan bir şairin en kıymetli yapıtına ''Dinle!'' diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?

Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. ''Neden?'' diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla. 

Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.

A.Z Zahara

Amsterdan, 2007

Elif Şafak - Aşk


Ve Elif Şafak'tan Aşk da bitti.

Bumerang'ın ödüllerinden biri olan Elif Şafak'ın Aşk kitabını, okuma nedenim de elime geçmesi oldu açıkçası. Elif Şafak'a hep bir ön yargı ile yaklaştığımdan kitaplarını alıp okumak hiç geçmedi aklımdan, istemedim de. Kitabı okuduğumda pişmanlık duygusu sardı içimi. 

Aşk'ı elimden bırakamadım. Daha önce bu tür bir kitap okumamıştım. Okuyan arkadaşlarım kitap için hep ''İlahi aşkı anlatıyor, çok iyi değil yaa.'' diyorlardı ve bir kere daha kitaptan anlamadıklarını anladım. 

Aşk, sadece ilahi aşkı değil aynı zamanda Ella ve Aziz arasındaki güçlü aşkı da ele alıyor. Tamamen kurmaca olan bu kitap, aynı zamanda içerisinde bir kitap daha barındırıyor: Aşk Şeriatı. 

Ağır bir dil ve tamamen edebi sözcüklerle dolup taşan bu kitap gerçekten okumaya değer. Elif Şafak'ın kalemini çok sevdim. Bence bu kitabı başka birisi yazmaya kalksaydı, ortaya çok kötü şeyler çıkabilirdi diye düşünüyorum. Çünkü iki kitap arasındaki geçişler o kadar yerli yerindeki, bu da Şafak'ın kaleminin oldukça güçlü olduğunu gösteriyor. 

Kitabı geç okumuş bir okurum. Belki hala okumayanlar vardır diye de bu yazıyı yazıyorum. Alıp okumalısınız. Eminim ki siz de elinizden bırakmadan bir çırpıda okuyacaksınız. 

TANITIM BÜLTENİ

(Kitabın 35. sayfasından.)

Bundan uzun zaman önceydi. Bir roman düştü gönlüme. Aşk Şeriatı. Yazmaya cesaret edemedim. Dilim lal oldu, kalemimin ucu kör. Kırk fırın ekmek yemeye yolladım kendimi. Dünyayı dolaştım. İnsanlar tanıdım, hikayeler topladım. Üzerinden çok bahar geçti. Fırınlarda ekmek kalmadı; ben hala ham, hala aşktan bir çocuk gibi toy... 

''Hamuş'' derdi Mevlana kendine. Yani Suskun. Düşündün mü hiç, bir şairin, hem de namı dünyayı sarmış bir şairin, yani işi gücü, varlığı, kimliği ve hatta soluduğu hava bile kelimelerden müteşekkil olan ve elli binden fazla muhteşem dizeye imza atmış bir insanın, nasıl olup da kendine SUSKUN adını verdiğini?

Kainatın da tıpkı bizimki gibi nazenin bir kalbi ve düzenli bir kalp atışı var. Seneler var ki nereye gidersem gideyim o sesi dinledim. Her bir insanı Yaradan'ın emaneti saklı bir cevher addedip, anlattıklarına kulak verdim. Dinlemeyi sevdim. Cümleleri, kelimeleri ve harfleri... Oysa bana bu kitabı yazdıran şey som sessizlik oldu. 

Mesnevi'yi şerh edenlerin çoğu bu ölümsüz eserin ''b'' harfiyle başladığına dikkat çeker. İlk kelimesi ''Bişnev!''dir. Yani ''Dinle!'' Tesadüf mü dersin ismi ''Suskun'' olan bir şairin en kıymetli yapıtına ''Dinle!'' diye başlaması. Sahi, sessizlik dinlenebilir mi?

Bu romanda her bölüm aynı sessiz harfle başlar. ''Neden?'' diye sorma, ne olur. Cevabını sen bul. Ve kendine sakla. 

Çünkü öyle hakikatler var ki bu yollarda, anlatırken bile sır kalmalı.

A.Z Zahara

Amsterdan, 2007


Yüreğim bulutlu, gözlerim yağmurlu. Hayallerim ise kızgın bir fırtınaya karışıp, benden uzaklara savrulmuş. 'Gören var mı?' diye çığlık atıyorum, hayallerimi arıyorum, kimseden çıt çıkmıyor ne yazık ki. Oturuyorum tahta sandalyeme, dalıyorum ufuktan bir noktaya. Önce kararıyor gözlerim, ardından şimşekler çakıyor içerimde. Çok geçmeden gözyaşlarım sel oluyor, boğuluyorum.

Yakınlar bile uzak sanki artık bana. Aşkı arıyorum, sevgiyi arıyorum. Hepsi bir yana, sadece bir tebessüm arıyorum. Gözüme, gönlüme güneş doğsun, bu yağmurlar bir son bulsun, içim ısınsın. Bunların aksi; benim nefessizliğim, benim kimsesizliğim.

Yüreğim de terk ediyor beni. Bedenimden kopup giderken, bir an dönüyor yüzünü bana. ''Ben sana söylemiştim.'' diyor. Önce anlam veremedim sözlerine, sonra anlayıp eğdim başımı önüme. Susuyorum ve gitmesini bekliyorum. Ardından sessizliği dinliyorum...

Sessizliği Dinliyorum...


Yüreğim bulutlu, gözlerim yağmurlu. Hayallerim ise kızgın bir fırtınaya karışıp, benden uzaklara savrulmuş. 'Gören var mı?' diye çığlık atıyorum, hayallerimi arıyorum, kimseden çıt çıkmıyor ne yazık ki. Oturuyorum tahta sandalyeme, dalıyorum ufuktan bir noktaya. Önce kararıyor gözlerim, ardından şimşekler çakıyor içerimde. Çok geçmeden gözyaşlarım sel oluyor, boğuluyorum.

Yakınlar bile uzak sanki artık bana. Aşkı arıyorum, sevgiyi arıyorum. Hepsi bir yana, sadece bir tebessüm arıyorum. Gözüme, gönlüme güneş doğsun, bu yağmurlar bir son bulsun, içim ısınsın. Bunların aksi; benim nefessizliğim, benim kimsesizliğim.

Yüreğim de terk ediyor beni. Bedenimden kopup giderken, bir an dönüyor yüzünü bana. ''Ben sana söylemiştim.'' diyor. Önce anlam veremedim sözlerine, sonra anlayıp eğdim başımı önüme. Susuyorum ve gitmesini bekliyorum. Ardından sessizliği dinliyorum...

Belki de bu şarkıda yanımda olmalıydın. Yalnız dinlememeliydim bu şarkıyı. Belki şimdi ağlayacağıma senin sıcak kolların arasında mutluluktan gülümserdim. Güzel bir anısı olurdu belki de. Her dinlediğimde, ilk defa dinliyormuş gibi sarılıyorum bu şarkıya. İçinde seni anlatıyor mu bilmiyorum. Anlıyor muyum onu da bilmiyorum. Sadece arkalardan gelen bir ses huzur dolduruyor içime. Gülümseyerek ağlamama neden oluyor ama bu mutluluk göz yaşları değil, bunun farkındayım sadece.

Yanımdan gelip geç, beni tanımayan gözlerinle bir bakış at. İstersen güzel bir bakışma olsun, istersen anlamsız, istersen de sıradan bir bakışma. Bak en azından gözlerime. ''Baktı!'' diyebileyim kendi kendime. Kendimi kandırabileceğim bir sahte mutluluk ver elime sadece. Söz veriyorum ona iyi bakacağım. Ellerimde güvende olacak. Sadece seni özlediğim zamanlarda beni ele geçirmesine izin vereceğim.

Hala duymuyor musun şarkının sözlerini. Sahiden duyamıyor musun? Sus şimdi, sesini hiç çıkarma. Şşş...

İşte hep böyle yakınımda ol, şarkıyı hiç duyma ve ben sana daha da yakınlaşayım. Sanki sana yaklaşınca ''gerçekten hala duyamıyorsun'' deyince duyacakmışsın gibi. Seni böyle kandırayım, seni böyle tutayım yanımda. Ne var ki, bunca yıl kendimi kandırdım beni sevdiğini düşünerek. Böyle de olsa yanımda olmanı istemem çok mu?

Şu an bu şarkının da bir dakika sonra biteceğini düşünemeyecek mutluyum. Kokun burnumda, hayalin ise yanımda. Gözlerimi açmaya korkuyorum. Ya yanımda değilsen?

Ellerimde Sahte Mutluluk

Belki de bu şarkıda yanımda olmalıydın. Yalnız dinlememeliydim bu şarkıyı. Belki şimdi ağlayacağıma senin sıcak kolların arasında mutluluktan gülümserdim. Güzel bir anısı olurdu belki de. Her dinlediğimde, ilk defa dinliyormuş gibi sarılıyorum bu şarkıya. İçinde seni anlatıyor mu bilmiyorum. Anlıyor muyum onu da bilmiyorum. Sadece arkalardan gelen bir ses huzur dolduruyor içime. Gülümseyerek ağlamama neden oluyor ama bu mutluluk göz yaşları değil, bunun farkındayım sadece.

Yanımdan gelip geç, beni tanımayan gözlerinle bir bakış at. İstersen güzel bir bakışma olsun, istersen anlamsız, istersen de sıradan bir bakışma. Bak en azından gözlerime. ''Baktı!'' diyebileyim kendi kendime. Kendimi kandırabileceğim bir sahte mutluluk ver elime sadece. Söz veriyorum ona iyi bakacağım. Ellerimde güvende olacak. Sadece seni özlediğim zamanlarda beni ele geçirmesine izin vereceğim.

Hala duymuyor musun şarkının sözlerini. Sahiden duyamıyor musun? Sus şimdi, sesini hiç çıkarma. Şşş...

İşte hep böyle yakınımda ol, şarkıyı hiç duyma ve ben sana daha da yakınlaşayım. Sanki sana yaklaşınca ''gerçekten hala duyamıyorsun'' deyince duyacakmışsın gibi. Seni böyle kandırayım, seni böyle tutayım yanımda. Ne var ki, bunca yıl kendimi kandırdım beni sevdiğini düşünerek. Böyle de olsa yanımda olmanı istemem çok mu?

Şu an bu şarkının da bir dakika sonra biteceğini düşünemeyecek mutluyum. Kokun burnumda, hayalin ise yanımda. Gözlerimi açmaya korkuyorum. Ya yanımda değilsen?

Duygularım belirsizleşiyor bu aralar. Neye nasıl tepki vereceğimi şaşırmışçasına yaşamaya başladım. Havalardan mı bilinmez. Bir yandan bu havaların beni aşırı duygusallaştırdığını ve kağıt - kalemin her zaman elimin altında olduğu gerçeğini kafamda evirip çeviriyorum, bir yandan da sebepsizce gülüp duruyorum. Bu da duysallığıma bağlı sinirden doğan bir gülümseme mi hiç bilinmez.

Sonbahar da yavaş yavaş geri çekiliyor ve yerini tamamen kışa devretme düşüncelerinde olsa gerek. Artık her gece mum ışığında, pencerede bulunan yağmur damlalarının birbirlerine çarpa çarpa büyüdüklerini ve sadece kocaman bir damla olarak yok olmalarına tanık olacağız.

Bu havalarda üşüyüp üşümediğime de karar vermekte güçlük çekiyorum. Bir yandan ağlamaktan ısınıyor yüreğim, bir yandan da yalnızlıktan buz tutuyor etrafı. Ama atmaya devam ediyor. Belki yeni başlayacak bir aşkın heyecanı için, belki de yalnız yaşamaya alışacak bir kalp olmak istediği için. Bana ise onun kararlarına saygı duymak düşüyor.

Odanın içerisinde sessizlik hüküm sürüyor. Sadece kalemimin, kağıda sürtünmesiyle çıkan ses yalnızlığımı ve ortamın sessizliğini bozuyor. Bu ses de yok olacak biraz sonra. Ve ben de gözlerimi kapatıp uykuya dalacağım...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Sonbahar Hüznü

Duygularım belirsizleşiyor bu aralar. Neye nasıl tepki vereceğimi şaşırmışçasına yaşamaya başladım. Havalardan mı bilinmez. Bir yandan bu havaların beni aşırı duygusallaştırdığını ve kağıt - kalemin her zaman elimin altında olduğu gerçeğini kafamda evirip çeviriyorum, bir yandan da sebepsizce gülüp duruyorum. Bu da duysallığıma bağlı sinirden doğan bir gülümseme mi hiç bilinmez.

Sonbahar da yavaş yavaş geri çekiliyor ve yerini tamamen kışa devretme düşüncelerinde olsa gerek. Artık her gece mum ışığında, pencerede bulunan yağmur damlalarının birbirlerine çarpa çarpa büyüdüklerini ve sadece kocaman bir damla olarak yok olmalarına tanık olacağız.

Bu havalarda üşüyüp üşümediğime de karar vermekte güçlük çekiyorum. Bir yandan ağlamaktan ısınıyor yüreğim, bir yandan da yalnızlıktan buz tutuyor etrafı. Ama atmaya devam ediyor. Belki yeni başlayacak bir aşkın heyecanı için, belki de yalnız yaşamaya alışacak bir kalp olmak istediği için. Bana ise onun kararlarına saygı duymak düşüyor.

Odanın içerisinde sessizlik hüküm sürüyor. Sadece kalemimin, kağıda sürtünmesiyle çıkan ses yalnızlığımı ve ortamın sessizliğini bozuyor. Bu ses de yok olacak biraz sonra. Ve ben de gözlerimi kapatıp uykuya dalacağım...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''


Her zamanki gibi yalnızım aslında. İkili bir ruh haline sahibim bir de. Bir üzülüyorum bir gülücükler saçıyorum etrafa. Durmadan geziyorum, yorulmuyorum da nedense. Koluma en yakın arkadaşımı da takmış İskenderun sokaklarında gezip duruyoruz sürekli.

İkimizde de bir eve gitmeme isteği oluyor, sıkılmıyoruz da gezmekten. Birlikteyken iyi vakit geçiyoruz. Tam anlamıyla yanında mutlu olduğum tek insan diyebilirim. Hatta hemen söyleyeyim, gerçekten yanında mutlu olduğum tek insan.

Benim, bu oldukça çekilmez zamanlarımda söylene söylene de olsa daima yanımda. Söylenmeleri de ciddi söylenmeler değil tabii ki.

En yakın dostum her zaman için yanımda olsa bile insan kendisine aşık olan birine gerçekten ihtiyaç duyuyor. Ona aşk dolu gözlerle bakan, duygu patlaması yaşatan, onunla ilgilenen gerçek bir sevgiliye. ''Bunu bir arkadaş da yapar.'' diyenler mutlaka ki olur fakat gerçekten arkadaş, arkadaş kaldığı sürece güzeldir. Sevgili ise apayrı bir konu bana göre.

Şimdi çoğu kişi bu yazdığımı okurken yarım bırakıp küfrederek sayfayı kapatmış olabilir. Bazıları da baygın baygın okumaya devam ediyor olabilir. ''Kardeş, sen bu yazıyı niye yazdın şimdi?'' gibi sorular yöneliyor olabilir bana karşı. Vallahi ben de bilmiyorum neden yazdığımı. Açtım sayfası, bunlar çıktı elimden, dilimden, düşüncelerimden.

Son olarak şu yakın arkadaşım, dostum diye bahsettiğim arkadaşımın da ismini vereyim yoksa demedik laf bırakmaz.

( Sanem Burcu Pekel için... )

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Karalamaca (1)


Her zamanki gibi yalnızım aslında. İkili bir ruh haline sahibim bir de. Bir üzülüyorum bir gülücükler saçıyorum etrafa. Durmadan geziyorum, yorulmuyorum da nedense. Koluma en yakın arkadaşımı da takmış İskenderun sokaklarında gezip duruyoruz sürekli.

İkimizde de bir eve gitmeme isteği oluyor, sıkılmıyoruz da gezmekten. Birlikteyken iyi vakit geçiyoruz. Tam anlamıyla yanında mutlu olduğum tek insan diyebilirim. Hatta hemen söyleyeyim, gerçekten yanında mutlu olduğum tek insan.

Benim, bu oldukça çekilmez zamanlarımda söylene söylene de olsa daima yanımda. Söylenmeleri de ciddi söylenmeler değil tabii ki.

En yakın dostum her zaman için yanımda olsa bile insan kendisine aşık olan birine gerçekten ihtiyaç duyuyor. Ona aşk dolu gözlerle bakan, duygu patlaması yaşatan, onunla ilgilenen gerçek bir sevgiliye. ''Bunu bir arkadaş da yapar.'' diyenler mutlaka ki olur fakat gerçekten arkadaş, arkadaş kaldığı sürece güzeldir. Sevgili ise apayrı bir konu bana göre.

Şimdi çoğu kişi bu yazdığımı okurken yarım bırakıp küfrederek sayfayı kapatmış olabilir. Bazıları da baygın baygın okumaya devam ediyor olabilir. ''Kardeş, sen bu yazıyı niye yazdın şimdi?'' gibi sorular yöneliyor olabilir bana karşı. Vallahi ben de bilmiyorum neden yazdığımı. Açtım sayfası, bunlar çıktı elimden, dilimden, düşüncelerimden.

Son olarak şu yakın arkadaşım, dostum diye bahsettiğim arkadaşımın da ismini vereyim yoksa demedik laf bırakmaz.

( Sanem Burcu Pekel için... )

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''


Fark et artık bakışlarımı ve otur yanıma. Adımı bildiğin halde adımı sor, konuş benimle, hiç susmayacakmış gibi. Susma, susmanı istemiyorum. Konuş ki sesini duyabileyim, sesini duydukça yaşayabileyim. Senin sesinle yatıp senin sesinle uyanmak, gözlerine bakarak gülmek istiyorum. Üşüyorum. Üşüdüğüm zaman yanımda ol istiyorum.

Şu an bir şarkı çalıyor, bu şarkı da bitmesin. Bizim şarkımız olsun bu. İçinde olduğun kalbimi titreten şarkı bu. Seni hatırlatıyor bana. Adın geçiyor sanki mısralarında. Bestesi bakışmalarımızı anlatıyor sanki. Neden bu kadar imkansız ki, neden bu kadar zor?

Her şey gibi sen de mi bana uzak olacaksın? Hayır, olma. İçine çek beni, vazgeçme, unutma, uzak durma. Asla uzak durma. Yanımdan geçip gitme, yanımdan geçerken dur ve dön bana doğru, gözlerime bak ve gülsün gözlerin bana, yaklaş bana doğru ve yanağıma bir öpücük bırak. Sen yoksan eğer, senden kalan tek şey bu olsun.

Her şey mi bana uzak geliyor yoksa ben mi hep uzağımda olanları yanımda istiyorum, bilmiyorum. Tek bildiğim bana uzak olanlardan birinin sen olmasını istemediğim.

Neden yalnızım ki, tam da şimdi? Neden yanımda olmayasın ki? Bu şarkıları neden beraber dinlemiyoruz ki? Canımı acıtacaklarına, neden içindeki gizli anlamlar ikimize hitap etmesin ki?

Gel ve benim ol. Sadece benim.

Senden Geriye Bir Buse


Fark et artık bakışlarımı ve otur yanıma. Adımı bildiğin halde adımı sor, konuş benimle, hiç susmayacakmış gibi. Susma, susmanı istemiyorum. Konuş ki sesini duyabileyim, sesini duydukça yaşayabileyim. Senin sesinle yatıp senin sesinle uyanmak, gözlerine bakarak gülmek istiyorum. Üşüyorum. Üşüdüğüm zaman yanımda ol istiyorum.

Şu an bir şarkı çalıyor, bu şarkı da bitmesin. Bizim şarkımız olsun bu. İçinde olduğun kalbimi titreten şarkı bu. Seni hatırlatıyor bana. Adın geçiyor sanki mısralarında. Bestesi bakışmalarımızı anlatıyor sanki. Neden bu kadar imkansız ki, neden bu kadar zor?

Her şey gibi sen de mi bana uzak olacaksın? Hayır, olma. İçine çek beni, vazgeçme, unutma, uzak durma. Asla uzak durma. Yanımdan geçip gitme, yanımdan geçerken dur ve dön bana doğru, gözlerime bak ve gülsün gözlerin bana, yaklaş bana doğru ve yanağıma bir öpücük bırak. Sen yoksan eğer, senden kalan tek şey bu olsun.

Her şey mi bana uzak geliyor yoksa ben mi hep uzağımda olanları yanımda istiyorum, bilmiyorum. Tek bildiğim bana uzak olanlardan birinin sen olmasını istemediğim.

Neden yalnızım ki, tam da şimdi? Neden yanımda olmayasın ki? Bu şarkıları neden beraber dinlemiyoruz ki? Canımı acıtacaklarına, neden içindeki gizli anlamlar ikimize hitap etmesin ki?

Gel ve benim ol. Sadece benim.

Artık her sabah daha kolay kalkıyorum yatağımdan. Aynanın karşısında daha fazla bakıyorum kendime, daha çok özen gösteriyorum nedense. Yüzümü gördüğü zaman, ''İşte bu.'' deyip, gülümsesin istiyorum çünkü. Beni sevebilsin ve beni sevdiği için kendisiyle övünüp dursun istiyorum. Ben, onun için öyle yapıyorum.

Her gün ilk önce onun yüzünü görmek, gözlerinin içine bakmak... Herkesin yaşayabilme ihtimalinin yüksek olduğu duygular bunlar, belki de. Fakat farklı şeyler var. Hatta farklı olan tek bir şey, en büyük etken aramızda. Uzak kalmak istemiyorum, rahatça ve dolu dolu bakmak istiyorum. Gitsin istemiyorum... Onun da uzaklaşmasını istemiyorum. 

Gizli ve kaçamak bakışların olduğu zamanlar bunlar. Belki gelip geçici, belki de sonsuz. Belki de yanılıyorumdur, bilmiyorum. Fakat hissedebiliyorum. İnsan, herkese aynı bakmaz, bir yerde bir farklılık vardır mutlaka. Nasıl baktığını karşıdakine hissettirir çoğu zaman, hissediyor mu bilmiyorum ama ben hissedebiliyorum sanırım. 

Kokusunu duyamadım hala, sesini de duyamadım, güldüğünü bile göremedim. Uzak bir ihtimal olmasını hiç olmamasına bile tercih edebilirim. Hiç olmazsa, yanımda otursun ve benimle konuşsun. Kaçarak değil, isteyerek bakışalım. Korkarak değil, gülümseyerek konuşalım. 

Hiç olmazsa... hiç olurum.  

Hiç Olmazsa... Hiç Olurum

Artık her sabah daha kolay kalkıyorum yatağımdan. Aynanın karşısında daha fazla bakıyorum kendime, daha çok özen gösteriyorum nedense. Yüzümü gördüğü zaman, ''İşte bu.'' deyip, gülümsesin istiyorum çünkü. Beni sevebilsin ve beni sevdiği için kendisiyle övünüp dursun istiyorum. Ben, onun için öyle yapıyorum.

Her gün ilk önce onun yüzünü görmek, gözlerinin içine bakmak... Herkesin yaşayabilme ihtimalinin yüksek olduğu duygular bunlar, belki de. Fakat farklı şeyler var. Hatta farklı olan tek bir şey, en büyük etken aramızda. Uzak kalmak istemiyorum, rahatça ve dolu dolu bakmak istiyorum. Gitsin istemiyorum... Onun da uzaklaşmasını istemiyorum. 

Gizli ve kaçamak bakışların olduğu zamanlar bunlar. Belki gelip geçici, belki de sonsuz. Belki de yanılıyorumdur, bilmiyorum. Fakat hissedebiliyorum. İnsan, herkese aynı bakmaz, bir yerde bir farklılık vardır mutlaka. Nasıl baktığını karşıdakine hissettirir çoğu zaman, hissediyor mu bilmiyorum ama ben hissedebiliyorum sanırım. 

Kokusunu duyamadım hala, sesini de duyamadım, güldüğünü bile göremedim. Uzak bir ihtimal olmasını hiç olmamasına bile tercih edebilirim. Hiç olmazsa, yanımda otursun ve benimle konuşsun. Kaçarak değil, isteyerek bakışalım. Korkarak değil, gülümseyerek konuşalım. 

Hiç olmazsa... hiç olurum.  


Nihayet dün akşam, 3 ay boyunca sabırsızlıkla beklediğim akşamların ilki gerçekleşti. Uzun zamandır uzun kollu pijamalarımla, elimde sıcacık kahvemle yağmuru ve beraberinde sertçe esen rüzgarı hissetmemiştim. Dün ise bunları acayip bir zevkle başlatmış oldum.

Fazlasıyla sıcak ve bunaltıcı bir yaz sonrası böyle havalara hasret kaldık gerçekten. Çoğunuz da benim gibi yağmurun camı tıkırdatma sesi eşliğinde kitap okuyup, yanında kahve keyfi yapmayı özlemişsinizdir. Bazılarımız için bu gerçekten paha biçilemez bir zevk.

Böyle bir havada edebiyat parçalamamak da biraz kaçar diye düşünüyorum. İçimde birden bire edebiyat yüklü cümleler kaynaşmaya başladı. Havanın o hafif soğukluğundan olsa gerek.

Şöyle söyleyeyim, kışı çok seviyoruz; üşümeyi, pijamalarımızın içinde sıcacık bir kahve ve kitap keyiflerimizi özlesek de kış, gerçekten insanı bazen depresyona sokabilen bir mevsim oluyor. İnsan sanki soğuk havalarda, daha çok yanında birinin olmasını arzuluyor. Kış, romantikliklerle doluşması gereken bir mevsimdir aynı zamanda. Ben böyle düşünüyorum. Ne yazık ki bir çoğumuz kış boyu üşürken, bazılarımız da aşkla ısınacak.

Her şey bir kenara, ne olursa olsun kışın gelmiş olması acayip bir duygu. Umuyorum ki 1 - 2 gün sonra tekrar sıcak havaları yaşamayız. Kış... lütfen gelmiş ol artık!

Aşk Mevsimi


Nihayet dün akşam, 3 ay boyunca sabırsızlıkla beklediğim akşamların ilki gerçekleşti. Uzun zamandır uzun kollu pijamalarımla, elimde sıcacık kahvemle yağmuru ve beraberinde sertçe esen rüzgarı hissetmemiştim. Dün ise bunları acayip bir zevkle başlatmış oldum.

Fazlasıyla sıcak ve bunaltıcı bir yaz sonrası böyle havalara hasret kaldık gerçekten. Çoğunuz da benim gibi yağmurun camı tıkırdatma sesi eşliğinde kitap okuyup, yanında kahve keyfi yapmayı özlemişsinizdir. Bazılarımız için bu gerçekten paha biçilemez bir zevk.

Böyle bir havada edebiyat parçalamamak da biraz kaçar diye düşünüyorum. İçimde birden bire edebiyat yüklü cümleler kaynaşmaya başladı. Havanın o hafif soğukluğundan olsa gerek.

Şöyle söyleyeyim, kışı çok seviyoruz; üşümeyi, pijamalarımızın içinde sıcacık bir kahve ve kitap keyiflerimizi özlesek de kış, gerçekten insanı bazen depresyona sokabilen bir mevsim oluyor. İnsan sanki soğuk havalarda, daha çok yanında birinin olmasını arzuluyor. Kış, romantikliklerle doluşması gereken bir mevsimdir aynı zamanda. Ben böyle düşünüyorum. Ne yazık ki bir çoğumuz kış boyu üşürken, bazılarımız da aşkla ısınacak.

Her şey bir kenara, ne olursa olsun kışın gelmiş olması acayip bir duygu. Umuyorum ki 1 - 2 gün sonra tekrar sıcak havaları yaşamayız. Kış... lütfen gelmiş ol artık!







Sadece istedi ve gittim. İlk buluşmamız olacaktı ve fazlasıyla aceleye gelmişti. Normalde böyle değilimdir, bir farklı geldi sadece. Karşısında otururken yüzüne bakamadım. Dergileri falan karıştırdım. Sorular sorduğunda bakıyordum sadece gözlerine, belki en fazla 3 saniye bakabiliyordum. 

Fazla iyi bir gün değildi, sanki bomboş duraklarda yağmurlu bir havada onu bekliyormuş gibi hissediyordum kendimi. Gelmiyordu. 

Akşam olduğunda telefonuma mesaj attı. Konuşmaya başladık öylece. Konuştukça konuşasım, sabaha kadar sadece mesajlaşmak istiyordum sanki. Sorduğu tek bir soruya şimdi 'Anlamadım?' dediğim için pişmanlıktan kahroluyorum. Şimdi karşıma çıksa, 'anladım!' diye defalarca gözlerine bakarak haykırırdım. 

Ertesi günü için de bir plan yaptık. Buluştuğumuzda arkadaşları vardı ve gitmek için bahaneler bulmaya çalışıyordu. Bir arkadaşının yardımıyla uzaklaştık oradan ve yemeğe gittik. Aç değildim ve bunu defalarca söylemiştim. Yemediğim için zorla yediriyordu bana. Beni karşısına alıp ''Gözlerine bakamıyorum, şöyle otur.'' diyordu. Susuyordum ve dediğini yapıyordum. O gözlerimin içine öyle masum ve temiz bakıyordu ki, gülümsüyordum sadece.

O günden sonrasının böyle olacağını bilseydim, o günü asla bitirmek istemezdim. Belki sabahlara kadar yanından gitmez, bütün saatlerimi onunla geçirirdim. Şimdi bir mesajına muhtacım sadece. Gözlerime bakmana muhtacım. Sorduğunda söyleyemedim, olmadı. İnsanın yaşadıkları, içinde öyle bir büyüyor ki, korkuyla... söyleyemiyor hiçbir şey. Özür dilerim, seni seviyorum. 

Özür Dilerim, Seni Seviyorum







Sadece istedi ve gittim. İlk buluşmamız olacaktı ve fazlasıyla aceleye gelmişti. Normalde böyle değilimdir, bir farklı geldi sadece. Karşısında otururken yüzüne bakamadım. Dergileri falan karıştırdım. Sorular sorduğunda bakıyordum sadece gözlerine, belki en fazla 3 saniye bakabiliyordum. 

Fazla iyi bir gün değildi, sanki bomboş duraklarda yağmurlu bir havada onu bekliyormuş gibi hissediyordum kendimi. Gelmiyordu. 

Akşam olduğunda telefonuma mesaj attı. Konuşmaya başladık öylece. Konuştukça konuşasım, sabaha kadar sadece mesajlaşmak istiyordum sanki. Sorduğu tek bir soruya şimdi 'Anlamadım?' dediğim için pişmanlıktan kahroluyorum. Şimdi karşıma çıksa, 'anladım!' diye defalarca gözlerine bakarak haykırırdım. 

Ertesi günü için de bir plan yaptık. Buluştuğumuzda arkadaşları vardı ve gitmek için bahaneler bulmaya çalışıyordu. Bir arkadaşının yardımıyla uzaklaştık oradan ve yemeğe gittik. Aç değildim ve bunu defalarca söylemiştim. Yemediğim için zorla yediriyordu bana. Beni karşısına alıp ''Gözlerine bakamıyorum, şöyle otur.'' diyordu. Susuyordum ve dediğini yapıyordum. O gözlerimin içine öyle masum ve temiz bakıyordu ki, gülümsüyordum sadece.

O günden sonrasının böyle olacağını bilseydim, o günü asla bitirmek istemezdim. Belki sabahlara kadar yanından gitmez, bütün saatlerimi onunla geçirirdim. Şimdi bir mesajına muhtacım sadece. Gözlerime bakmana muhtacım. Sorduğunda söyleyemedim, olmadı. İnsanın yaşadıkları, içinde öyle bir büyüyor ki, korkuyla... söyleyemiyor hiçbir şey. Özür dilerim, seni seviyorum. 

İnsanlar birbirlerini anlamamakta çok ısrarlı. Herkes kendini düşünüyor, sadece 'ben' diye bakıyorlar hayata. Kimsenin hayatına saygı gösterilmiyor, kimsenin hayatı kimsenin umurunda değil.

Bazen, umursanmak istiyor insan, önemsenmek istiyor. Birilerinin sevgisine ihtiyaç duyuyor, avucunu açıyor ve bakıyor. Yok, bir sevgi kırıntısı bile yok. Bir insan nasıl susuzluğa dayanamaz, susuz yaşayamaz; işte sevgisizlik de böyle bir şey. İnsan ihtiyaç duyuyor, dayanamıyor sevgisizliğe, yaşayamıyor.

Kimin olduğunun bir önemi yoktur bazen. İnsan, sevgi ve ilgi gördüğü zaman yaşadığını fark ediyor. Nefes aldığını fark ediyor. Küçük bir çocuk gibi ilgi çekmeye çalışıyor. Bir ihtiyaç sadece, ya ömür boyu sürecek bir ihtiyaç ya da anlık.

Kime güvenebilirsiniz ki, kime inanabilirsiniz? Güvende olduğunu da hissetmek ister insan. Birine inanıp, sığınacak bir liman ister. Gözlerine baktığında; susup, dalacağı ve mutluluğu gözlerinde görebileceği bir insan istiyor yanında. Bir ihtiyaç işte...

Güvenebileceğim bir liman gösterin bana. İçinde; inanabileceğim, düşüncelerimi umursayan, hayatıma saygı duyan, beni seven insanların olduğu ve gözlerine baktığımda nefes aldığımı hissettiren biri. Dediğim gibi bunların hepsi bir ihtiyaç sadece. Dayanamıyorum, yaşayamıyorum.

Küçük Bir Çocuk Gibi

İnsanlar birbirlerini anlamamakta çok ısrarlı. Herkes kendini düşünüyor, sadece 'ben' diye bakıyorlar hayata. Kimsenin hayatına saygı gösterilmiyor, kimsenin hayatı kimsenin umurunda değil.

Bazen, umursanmak istiyor insan, önemsenmek istiyor. Birilerinin sevgisine ihtiyaç duyuyor, avucunu açıyor ve bakıyor. Yok, bir sevgi kırıntısı bile yok. Bir insan nasıl susuzluğa dayanamaz, susuz yaşayamaz; işte sevgisizlik de böyle bir şey. İnsan ihtiyaç duyuyor, dayanamıyor sevgisizliğe, yaşayamıyor.

Kimin olduğunun bir önemi yoktur bazen. İnsan, sevgi ve ilgi gördüğü zaman yaşadığını fark ediyor. Nefes aldığını fark ediyor. Küçük bir çocuk gibi ilgi çekmeye çalışıyor. Bir ihtiyaç sadece, ya ömür boyu sürecek bir ihtiyaç ya da anlık.

Kime güvenebilirsiniz ki, kime inanabilirsiniz? Güvende olduğunu da hissetmek ister insan. Birine inanıp, sığınacak bir liman ister. Gözlerine baktığında; susup, dalacağı ve mutluluğu gözlerinde görebileceği bir insan istiyor yanında. Bir ihtiyaç işte...

Güvenebileceğim bir liman gösterin bana. İçinde; inanabileceğim, düşüncelerimi umursayan, hayatıma saygı duyan, beni seven insanların olduğu ve gözlerine baktığımda nefes aldığımı hissettiren biri. Dediğim gibi bunların hepsi bir ihtiyaç sadece. Dayanamıyorum, yaşayamıyorum.

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.