background img

The New Stuff

sessizlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sessizlik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Korkuyorum... 
Neden diye sormayın,
 bilmiyorum..

Zifiri karanlık bir odada, iki nefes var sadece.
Biri alırken diğeri veriyor,
biri verirken diğeri alıyor.
 Pencereden sızan hafif bir ışık var sadece.
O da odanın içinde uçuşan 
tozların gün yüzüne çıkmasına sebep oluyor.

Yanımda bir nefes daha olmasına rağmen
kendimi neden hala yalnız,
yapayalnız hissediyorum?
Elimin üzerinde bir el,
zifiri karanlıkta siyahımsı bir silüet
olmadığı için mi? 
Bilmiyorum...
Bana sormayın.

Gözlerim tamamiyle açık...
Kırpmıyorum.
Saat tam olarak sabahın beşi.
Hava hafiften aydınlanmaya meraklı,
karanlık ise aydınlığa direniyor.
Karanlık da biliyor
sonucun ne olacağını,
fakat yine de pes etmiyor.

Uyumak istiyorum...
Gün doğmadan uyumak istiyorum.
Aydınlıkta uyuyamam
ben.
Gözlerimi,
kapatamam.

Biraz daha diren karanlık...
Pes etme!
Zamanın gelecek
ama biraz daha diren.
Ben
gözlerimi yumayım
ve
huzura ereyim.
Kulaklarımın tamamen duymadığı,
gözlerimin tamamen görmediği 
o anda bırak bu amaçsız oyunu.
Pes et
ve 
geri çekil.
Ya da gel yanıma kıvrıl,
bu yorganı beraber paylaşalım...

Karanlığın Sessiz Mücadelesi


Korkuyorum... 
Neden diye sormayın,
 bilmiyorum..

Zifiri karanlık bir odada, iki nefes var sadece.
Biri alırken diğeri veriyor,
biri verirken diğeri alıyor.
 Pencereden sızan hafif bir ışık var sadece.
O da odanın içinde uçuşan 
tozların gün yüzüne çıkmasına sebep oluyor.

Yanımda bir nefes daha olmasına rağmen
kendimi neden hala yalnız,
yapayalnız hissediyorum?
Elimin üzerinde bir el,
zifiri karanlıkta siyahımsı bir silüet
olmadığı için mi? 
Bilmiyorum...
Bana sormayın.

Gözlerim tamamiyle açık...
Kırpmıyorum.
Saat tam olarak sabahın beşi.
Hava hafiften aydınlanmaya meraklı,
karanlık ise aydınlığa direniyor.
Karanlık da biliyor
sonucun ne olacağını,
fakat yine de pes etmiyor.

Uyumak istiyorum...
Gün doğmadan uyumak istiyorum.
Aydınlıkta uyuyamam
ben.
Gözlerimi,
kapatamam.

Biraz daha diren karanlık...
Pes etme!
Zamanın gelecek
ama biraz daha diren.
Ben
gözlerimi yumayım
ve
huzura ereyim.
Kulaklarımın tamamen duymadığı,
gözlerimin tamamen görmediği 
o anda bırak bu amaçsız oyunu.
Pes et
ve 
geri çekil.
Ya da gel yanıma kıvrıl,
bu yorganı beraber paylaşalım...

Bazı zamanlar, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Oturduğum yerden kalkmaya, yürümeye, konuşmaya ve hatta yemek yemeye bile eriniyorum. Ne zaman düzeleceğim diyorum, kendime. Cevap yok. Ne dudaklarım aralanıyor, ne dilim hareket ediyor, ne de ses tellerim zahmet edip de titreşiyor.

Bazı zamanlar, geçiyorum ekranın karşısına ve rastgele bir fotoğraf açıyorum. İçinde insan olmayan, rastgele bir fotoğraf. Tam ekran yapıyorum ve bir sigara yakıyorum. Çekiyorum deli gibi dumanı ciğerlerime. En fazla ne kadar acı çekebilirim sigara dumanıyla, ne kadar yakabilir boğazımı diye denemeler yapıyorum. Bu sırada dalıp gitmiş oluyorum fotoğrafa. İnceliyorum... İnceliyorum... O kadar çok şey söylüyor ki bana, anlatmam imkansız. Mümkün değil. Parmaklarımın arasındaki sigara ise eridikçe eriyor. Küller düşmek için boynunu büküyor. Bir nefes daha alıyorum ve söndürüyorum sigaramı.

Bazı zamanlar, öyle yalnız kalıyorum ki... Yalnızlığa takıyorum kafayı. Dalga geçiyorum onunla. Dilimi çıkarıyorum. Kahkaha atıyorum. Duruluyorum... Karşısına geçiyorum ve ''Derdin ne senin?'' diyorum. Yüzüme bile bakmıyor; ne bir ses var ne de bir tepki. Kafasını kaldırsa, konuşsa, söylese, susmasa; belki çözülüp bitecek dertler. Kalkıyorum karşısından, yanına geçiyorum. Ben de susuyorum ve onun olmadığı tarafa çeviriyorum kafamı. Bir nokta seçiyorum ve oraya dalıyorum.

Bazı zamanlar öyle bir yazasım geliyor ki... Kalemleri, kağıtları ağlata ağlata. Bir şarkı istiyorum, hiç bitmeyen. Bir başlatayım, ömrümün sonuna kadar çalsın. Ve ben o zaman sürecinden sadece yazayım. Hiç kimse olmasın yanımda. Ne bir el istiyorum ellerimde, omzumda, ne bir ses istiyorum kulağımda... Sadece müziğin o hiç rahatsız etmeyen tınısı, kalemim, kağıtlarım ve ben... Bir yandan kalemim ağlasın, bir yandan ben.

Bazı zamanlar öyle bir sessizlik oluyor ki... Kulaklarımda bangır bangır çınlıyor sesi; sessizliğin sesi...

Bazı Zamanlar...

Bazı zamanlar, hiçbir şey yapasım gelmiyor. Oturduğum yerden kalkmaya, yürümeye, konuşmaya ve hatta yemek yemeye bile eriniyorum. Ne zaman düzeleceğim diyorum, kendime. Cevap yok. Ne dudaklarım aralanıyor, ne dilim hareket ediyor, ne de ses tellerim zahmet edip de titreşiyor.

Bazı zamanlar, geçiyorum ekranın karşısına ve rastgele bir fotoğraf açıyorum. İçinde insan olmayan, rastgele bir fotoğraf. Tam ekran yapıyorum ve bir sigara yakıyorum. Çekiyorum deli gibi dumanı ciğerlerime. En fazla ne kadar acı çekebilirim sigara dumanıyla, ne kadar yakabilir boğazımı diye denemeler yapıyorum. Bu sırada dalıp gitmiş oluyorum fotoğrafa. İnceliyorum... İnceliyorum... O kadar çok şey söylüyor ki bana, anlatmam imkansız. Mümkün değil. Parmaklarımın arasındaki sigara ise eridikçe eriyor. Küller düşmek için boynunu büküyor. Bir nefes daha alıyorum ve söndürüyorum sigaramı.

Bazı zamanlar, öyle yalnız kalıyorum ki... Yalnızlığa takıyorum kafayı. Dalga geçiyorum onunla. Dilimi çıkarıyorum. Kahkaha atıyorum. Duruluyorum... Karşısına geçiyorum ve ''Derdin ne senin?'' diyorum. Yüzüme bile bakmıyor; ne bir ses var ne de bir tepki. Kafasını kaldırsa, konuşsa, söylese, susmasa; belki çözülüp bitecek dertler. Kalkıyorum karşısından, yanına geçiyorum. Ben de susuyorum ve onun olmadığı tarafa çeviriyorum kafamı. Bir nokta seçiyorum ve oraya dalıyorum.

Bazı zamanlar öyle bir yazasım geliyor ki... Kalemleri, kağıtları ağlata ağlata. Bir şarkı istiyorum, hiç bitmeyen. Bir başlatayım, ömrümün sonuna kadar çalsın. Ve ben o zaman sürecinden sadece yazayım. Hiç kimse olmasın yanımda. Ne bir el istiyorum ellerimde, omzumda, ne bir ses istiyorum kulağımda... Sadece müziğin o hiç rahatsız etmeyen tınısı, kalemim, kağıtlarım ve ben... Bir yandan kalemim ağlasın, bir yandan ben.

Bazı zamanlar öyle bir sessizlik oluyor ki... Kulaklarımda bangır bangır çınlıyor sesi; sessizliğin sesi...

Uzun zaman oldu...

Elimde, kaynamış suyun içine bırakmak üzere olduğum bir çay poşeti var. Suyun fokurdayışını duyuyorum. Fakat ne uzanıyorum suyu almak için ne de altını kapatıyorum ocağın.

Bir süre sonra bakmakta olduğum ateşin hızı azalıyor. Yavaşça, yavaşça sönüyor. Etraf hafiften gaz kokuyor. Bu sefer bir hamleyle kapatıyorum ocağın altını ve suyu alıyorum.

Boşaltıyorum bir bardağa ve çay poşetini içine bırakıyorum. Döne döne dibe çöküyor. Kırmızı rengini suya salıyor. Suyun rengi bir süre sonra değişiyor. Pembemsi, kırmızımsı bir renk... Gaz kokusu yok oluyor. Etrafım çilek kokmaya başlıyor. Tatlı, şekerli bir çilek kokusu...

Gözlerimi kapatıyorum, bardağı elime alıyorum ve kokuyu iyice içime çekiyorum.

Uzun zaman oldu...

Elime kalem almayalı uzun zaman oldu. Bir şeyler karalamayalı, içimde biriken gözyaşlarımı kalemimden akıtmayalı çok uzun zaman oldu. Yalnızlığım içimde büyüyor. Fakat gözyaşlarımı hiçbir zaman geçemiyor. Bir zaman geliyor ki, o suda boğulacak gibi oluyor yalnızlığım. Ve öyle de oluyor...

Can çekişiyor... Kurtarmak istiyorum ama kulağıma fısıldıyor bir ses: ''Hayır, bırak!''

Ben de biliyorum; tutsam elinden yalnızlığın, yine acıya boğulacağım. Yine sessizliğe gömüleceğim.

Bırakıyorum, gidiyor... Çığlık atıyor, kurtarmamı istiyor... Bir zaman sonra susuyor...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Ama bütün suç kışta. Çok geç geldi. Özletti kendini. Fakat olsun, şu an yanımızda ya. Sarmış dört bir yanımı, üşütüyor beni. Hoş bir serinlik bu. Özlediğim bir his...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Yatağıma geçiyorum ve bir sigara yakıyorum. Dumanı tavana doğru süzülüyor. Zamanla yok oluyor.

Ve ben, bir kış gününde daha son nefesimi veriyorum...

Uzun Zaman Oldu, Biliyorum...

Uzun zaman oldu...

Elimde, kaynamış suyun içine bırakmak üzere olduğum bir çay poşeti var. Suyun fokurdayışını duyuyorum. Fakat ne uzanıyorum suyu almak için ne de altını kapatıyorum ocağın.

Bir süre sonra bakmakta olduğum ateşin hızı azalıyor. Yavaşça, yavaşça sönüyor. Etraf hafiften gaz kokuyor. Bu sefer bir hamleyle kapatıyorum ocağın altını ve suyu alıyorum.

Boşaltıyorum bir bardağa ve çay poşetini içine bırakıyorum. Döne döne dibe çöküyor. Kırmızı rengini suya salıyor. Suyun rengi bir süre sonra değişiyor. Pembemsi, kırmızımsı bir renk... Gaz kokusu yok oluyor. Etrafım çilek kokmaya başlıyor. Tatlı, şekerli bir çilek kokusu...

Gözlerimi kapatıyorum, bardağı elime alıyorum ve kokuyu iyice içime çekiyorum.

Uzun zaman oldu...

Elime kalem almayalı uzun zaman oldu. Bir şeyler karalamayalı, içimde biriken gözyaşlarımı kalemimden akıtmayalı çok uzun zaman oldu. Yalnızlığım içimde büyüyor. Fakat gözyaşlarımı hiçbir zaman geçemiyor. Bir zaman geliyor ki, o suda boğulacak gibi oluyor yalnızlığım. Ve öyle de oluyor...

Can çekişiyor... Kurtarmak istiyorum ama kulağıma fısıldıyor bir ses: ''Hayır, bırak!''

Ben de biliyorum; tutsam elinden yalnızlığın, yine acıya boğulacağım. Yine sessizliğe gömüleceğim.

Bırakıyorum, gidiyor... Çığlık atıyor, kurtarmamı istiyor... Bir zaman sonra susuyor...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Ama bütün suç kışta. Çok geç geldi. Özletti kendini. Fakat olsun, şu an yanımızda ya. Sarmış dört bir yanımı, üşütüyor beni. Hoş bir serinlik bu. Özlediğim bir his...

Uzun zaman oldu, biliyorum...

Yatağıma geçiyorum ve bir sigara yakıyorum. Dumanı tavana doğru süzülüyor. Zamanla yok oluyor.

Ve ben, bir kış gününde daha son nefesimi veriyorum...

Yalnızlıktan kaçıyorum. Her adımım bir diğerinden daha büyük, daha korkulu, daha titrek. Sert rüzgar, beni durdurmak istercesine yüzüme tokatlar indiriyordu aniden, bir sonraki gittikçe daha da sert! Soluklanacak olsam, zararıma. Yalnızlık bu, sağı solu belli olmuyor. Bir de peşinizden koşturuyorsa, durduğunuzu görür görmez içerisine alır sizi.

Benden başka hiç kimse yok mu bu yolda? Ya ben görmüyordum ya da kaçıyor olduğum bu yolda bile tek başımayım. Kokusu çıkıyor artık yalnızlığın; biraz kan, biraz terk edilmişlik ve biraz da nankörce. Nefes almak istemiyor, bir daha soluklanacağımı bile düşünmüyor hatta aklımdan sadece ''koşmak...koşmak...koşmak...'' diye geçiriyordum.

Sonu var mı bu yolun? Bir çaresi bulunur da silinir mi gözyaşları? Rüzgar diner mi? Beni terk eden gözyaşlarım geriye döner mi? Sessizce, sakince...

Yalnızlığın Terk Edilmiş Kokusu

Yalnızlıktan kaçıyorum. Her adımım bir diğerinden daha büyük, daha korkulu, daha titrek. Sert rüzgar, beni durdurmak istercesine yüzüme tokatlar indiriyordu aniden, bir sonraki gittikçe daha da sert! Soluklanacak olsam, zararıma. Yalnızlık bu, sağı solu belli olmuyor. Bir de peşinizden koşturuyorsa, durduğunuzu görür görmez içerisine alır sizi.

Benden başka hiç kimse yok mu bu yolda? Ya ben görmüyordum ya da kaçıyor olduğum bu yolda bile tek başımayım. Kokusu çıkıyor artık yalnızlığın; biraz kan, biraz terk edilmişlik ve biraz da nankörce. Nefes almak istemiyor, bir daha soluklanacağımı bile düşünmüyor hatta aklımdan sadece ''koşmak...koşmak...koşmak...'' diye geçiriyordum.

Sonu var mı bu yolun? Bir çaresi bulunur da silinir mi gözyaşları? Rüzgar diner mi? Beni terk eden gözyaşlarım geriye döner mi? Sessizce, sakince...

Kulaklarımı kapatmak istiyorum. Sıkıca, olabildiğince bastırıp sesleri duymamak istiyorum! Gözlerimi de sıkıca kapatıyorum. Her zamanki karanlığın, sessizliğin beni içine almasını bekliyorum ve bunu diliyorum.

Olmuyor... beni o çok seven ve bütün ısrarlarıma, çabalarıma rağmen bırakmayan o korkunç karanlık, şimdi beni istemiyor, geri çeviriyordu.

Kimse yalnız olmak istemez. Karanlığa hapsolup, sessizliğe gömülmek istemez. Ama ben bunu tekrar tekrar diliyordum şimdi. Karanlığı, sessizliği ve yalnız olmayı diliyorum.

Biliyorum ki dayanamayacak, gelecek ve kollarına alacak beni, karanlık. Susacaktım ve kollarında nasıl süzüldüğüme odaklanacaktım.

Hadi, seni bekliyorum. Söz veriyorum sen geldiğinde konuşmayı unutacağım.

Sen Geldiğinde Konuşmayı Unutacağım

Kulaklarımı kapatmak istiyorum. Sıkıca, olabildiğince bastırıp sesleri duymamak istiyorum! Gözlerimi de sıkıca kapatıyorum. Her zamanki karanlığın, sessizliğin beni içine almasını bekliyorum ve bunu diliyorum.

Olmuyor... beni o çok seven ve bütün ısrarlarıma, çabalarıma rağmen bırakmayan o korkunç karanlık, şimdi beni istemiyor, geri çeviriyordu.

Kimse yalnız olmak istemez. Karanlığa hapsolup, sessizliğe gömülmek istemez. Ama ben bunu tekrar tekrar diliyordum şimdi. Karanlığı, sessizliği ve yalnız olmayı diliyorum.

Biliyorum ki dayanamayacak, gelecek ve kollarına alacak beni, karanlık. Susacaktım ve kollarında nasıl süzüldüğüme odaklanacaktım.

Hadi, seni bekliyorum. Söz veriyorum sen geldiğinde konuşmayı unutacağım.

Duygularım belirsizleşiyor bu aralar. Neye nasıl tepki vereceğimi şaşırmışçasına yaşamaya başladım. Havalardan mı bilinmez. Bir yandan bu havaların beni aşırı duygusallaştırdığını ve kağıt - kalemin her zaman elimin altında olduğu gerçeğini kafamda evirip çeviriyorum, bir yandan da sebepsizce gülüp duruyorum. Bu da duysallığıma bağlı sinirden doğan bir gülümseme mi hiç bilinmez.

Sonbahar da yavaş yavaş geri çekiliyor ve yerini tamamen kışa devretme düşüncelerinde olsa gerek. Artık her gece mum ışığında, pencerede bulunan yağmur damlalarının birbirlerine çarpa çarpa büyüdüklerini ve sadece kocaman bir damla olarak yok olmalarına tanık olacağız.

Bu havalarda üşüyüp üşümediğime de karar vermekte güçlük çekiyorum. Bir yandan ağlamaktan ısınıyor yüreğim, bir yandan da yalnızlıktan buz tutuyor etrafı. Ama atmaya devam ediyor. Belki yeni başlayacak bir aşkın heyecanı için, belki de yalnız yaşamaya alışacak bir kalp olmak istediği için. Bana ise onun kararlarına saygı duymak düşüyor.

Odanın içerisinde sessizlik hüküm sürüyor. Sadece kalemimin, kağıda sürtünmesiyle çıkan ses yalnızlığımı ve ortamın sessizliğini bozuyor. Bu ses de yok olacak biraz sonra. Ve ben de gözlerimi kapatıp uykuya dalacağım...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Sonbahar Hüznü

Duygularım belirsizleşiyor bu aralar. Neye nasıl tepki vereceğimi şaşırmışçasına yaşamaya başladım. Havalardan mı bilinmez. Bir yandan bu havaların beni aşırı duygusallaştırdığını ve kağıt - kalemin her zaman elimin altında olduğu gerçeğini kafamda evirip çeviriyorum, bir yandan da sebepsizce gülüp duruyorum. Bu da duysallığıma bağlı sinirden doğan bir gülümseme mi hiç bilinmez.

Sonbahar da yavaş yavaş geri çekiliyor ve yerini tamamen kışa devretme düşüncelerinde olsa gerek. Artık her gece mum ışığında, pencerede bulunan yağmur damlalarının birbirlerine çarpa çarpa büyüdüklerini ve sadece kocaman bir damla olarak yok olmalarına tanık olacağız.

Bu havalarda üşüyüp üşümediğime de karar vermekte güçlük çekiyorum. Bir yandan ağlamaktan ısınıyor yüreğim, bir yandan da yalnızlıktan buz tutuyor etrafı. Ama atmaya devam ediyor. Belki yeni başlayacak bir aşkın heyecanı için, belki de yalnız yaşamaya alışacak bir kalp olmak istediği için. Bana ise onun kararlarına saygı duymak düşüyor.

Odanın içerisinde sessizlik hüküm sürüyor. Sadece kalemimin, kağıda sürtünmesiyle çıkan ses yalnızlığımı ve ortamın sessizliğini bozuyor. Bu ses de yok olacak biraz sonra. Ve ben de gözlerimi kapatıp uykuya dalacağım...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Yağmurun sesini dinliyorum. Bir sessizce konuşuyor, kimse duymasın diye; bir de, sanki kalbindeki ateşi dindirmek için benden delicesine yardım istiyormuş gibi büyük bir gürültü eşliğinde yağıyor.

Avucumun içini ısıtan bardağımı yavaş hareketlerle ağzıma götürüyorum. Bir yudum alıyorum ve dilime yoğum bal tadı geliyor. Ona da tam ayarında olan sütün tadı eşlik ediyor. Sadece bu sıcaklık bile insanı mutlu edebiliyor, huzur verebiliyor.

Bardağım boşalana kadar aynı yere gözlerimi kırpmadan odaklanmış, yağmuru dinlediğimi fark ediyorum. O ana kadar hiçbir şey anladığım yoktu, kafam -sanki- ağzına kadar doluydu.

Bardağımı mutfağın tezgahına bırakıp odama doğru yürüdüm. ''Nasıl olsa yarın yıkarım.'' düşüncesi vardı kafamın içinde. Yorganımı açtım ve tenimi soğuk çarşafıma korkar hareketlerle yavaşça değdirdim. Yatağa uzandım ve yorganımı kafama kadar çektim. Çok üşüyordum.

Birden bir ses duydum ve yorganı indirdim kafamdan. Cama vuran yağmurun sesiydi bu, şimdi anlayabiliyordum. ''İyi geceler'' diyordu bana. Evet, iyi geceler. Sana da iyi geceler yağmur. Hadi şimdi sen de uyu. Bu şehir seni de yormuştur.

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Ballı Süt Tadında

Yağmurun sesini dinliyorum. Bir sessizce konuşuyor, kimse duymasın diye; bir de, sanki kalbindeki ateşi dindirmek için benden delicesine yardım istiyormuş gibi büyük bir gürültü eşliğinde yağıyor.

Avucumun içini ısıtan bardağımı yavaş hareketlerle ağzıma götürüyorum. Bir yudum alıyorum ve dilime yoğum bal tadı geliyor. Ona da tam ayarında olan sütün tadı eşlik ediyor. Sadece bu sıcaklık bile insanı mutlu edebiliyor, huzur verebiliyor.

Bardağım boşalana kadar aynı yere gözlerimi kırpmadan odaklanmış, yağmuru dinlediğimi fark ediyorum. O ana kadar hiçbir şey anladığım yoktu, kafam -sanki- ağzına kadar doluydu.

Bardağımı mutfağın tezgahına bırakıp odama doğru yürüdüm. ''Nasıl olsa yarın yıkarım.'' düşüncesi vardı kafamın içinde. Yorganımı açtım ve tenimi soğuk çarşafıma korkar hareketlerle yavaşça değdirdim. Yatağa uzandım ve yorganımı kafama kadar çektim. Çok üşüyordum.

Birden bir ses duydum ve yorganı indirdim kafamdan. Cama vuran yağmurun sesiydi bu, şimdi anlayabiliyordum. ''İyi geceler'' diyordu bana. Evet, iyi geceler. Sana da iyi geceler yağmur. Hadi şimdi sen de uyu. Bu şehir seni de yormuştur.

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Gözümü açar açmaz fırlıyorum yataktan. Sanki bir yere yetişecekmiş edasıyla hızlı hızlı soğuk suyu yüzüme çarpıyorum kendime tam anlamıyla gelene kadar. Alıyorum havluyu elime ve aceleciliğimi bir kenara bırakarak, yavaş yavaş aynada kendime bakarak kuruluyorum yüzümü. Gözlerime bakıyorum. Gözlerim binlerce kez şahit olduğu yalnızlıklara bir kere daha tanık oluyorum sanki. Neyse ki her zaman kendimi yapmaya zorladığım gibi zorlayarak bir sahte gülümseme yapıştırıyorum suratıma. Ancak bu şekilde örtülebiliyor bazı yaşanmışlıklar.

Gökyüzü, aydınlanmaya yaklaşan bir karanlıkta. Balkona çıkıyorum ve bomboş sokaklara bakıyorum. Sanki bir caddenin başlangıcında biri belirecekmiş, bir şeyler olacakmış gibi bir merakla bakınıyorum etrafa. Hava biraz soğuk, üşümeye başlıyorum. Ceketimi atıyorum sırtıma ve kendime çabucak bir kahve hazırlıyorum. 

Uyanalı belki 2 saat olmuştu. Hala pijamalarımın içerisinde oturmuş, düşünüyordum. Ne düşündüğümü bile bilmeden düşünüyordum bir şeyleri. Hala çıkabilmiş değilim bu acayip hal ve tavırlarımın içerisinden. Kaç aydır kendime gelemiyordum. Kaç aydır sadece aynı şarkıları dinleyip defalarca ağlıyordum. 

Tekrar geçiyorum aynanın karşına. Bu sefer daha dikkatli ve daha derin bakıyordum kendime. Kendime kızmaya başladım. İçimde bir nefret uyandı kendime karşı. Ne yapıyordum kendime böyle? '' NE YAPIYORUM!'' diye bağırmak istedim kendime. Bütün odayı birbirine katıp sonra tekrar hıçkırarak ağlama seanslarıma geri dönmek istiyordum. 

Yapmayacaktım ama. Bu sefer sahtelikten tamamen uzakta olan, oldukça içten bir gülümseme yerleştiriyorum suratıma. İçerde en sevdiğim şarkı çalışıyordu. Koşarak gittim radyonun başına ve sonuna kadar açtım sesi. Odama geçtim ve dolabımı sonuna kadar açtım. Hızlıca hazırlandım ve az önce sessiz duran fakat gerçek yüzünü ortaya çıkarmış kalabalık İstanbul sokaklarına attım, kendimi. Yanımdan geçen herkese gülümsedim. En içten gülümsemelerimi dağıttım, yaşlısından gencine. Çünkü artık hiçbiri sen gibi kokmuyor, hiçbiri sana benzemiyor. 

Ve gözlerimi kapatıp, mutluluğumu içimde yaşama istediğiyle yürümeye devam ettim...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Kayıp Mutluluk

Gözümü açar açmaz fırlıyorum yataktan. Sanki bir yere yetişecekmiş edasıyla hızlı hızlı soğuk suyu yüzüme çarpıyorum kendime tam anlamıyla gelene kadar. Alıyorum havluyu elime ve aceleciliğimi bir kenara bırakarak, yavaş yavaş aynada kendime bakarak kuruluyorum yüzümü. Gözlerime bakıyorum. Gözlerim binlerce kez şahit olduğu yalnızlıklara bir kere daha tanık oluyorum sanki. Neyse ki her zaman kendimi yapmaya zorladığım gibi zorlayarak bir sahte gülümseme yapıştırıyorum suratıma. Ancak bu şekilde örtülebiliyor bazı yaşanmışlıklar.

Gökyüzü, aydınlanmaya yaklaşan bir karanlıkta. Balkona çıkıyorum ve bomboş sokaklara bakıyorum. Sanki bir caddenin başlangıcında biri belirecekmiş, bir şeyler olacakmış gibi bir merakla bakınıyorum etrafa. Hava biraz soğuk, üşümeye başlıyorum. Ceketimi atıyorum sırtıma ve kendime çabucak bir kahve hazırlıyorum. 

Uyanalı belki 2 saat olmuştu. Hala pijamalarımın içerisinde oturmuş, düşünüyordum. Ne düşündüğümü bile bilmeden düşünüyordum bir şeyleri. Hala çıkabilmiş değilim bu acayip hal ve tavırlarımın içerisinden. Kaç aydır kendime gelemiyordum. Kaç aydır sadece aynı şarkıları dinleyip defalarca ağlıyordum. 

Tekrar geçiyorum aynanın karşına. Bu sefer daha dikkatli ve daha derin bakıyordum kendime. Kendime kızmaya başladım. İçimde bir nefret uyandı kendime karşı. Ne yapıyordum kendime böyle? '' NE YAPIYORUM!'' diye bağırmak istedim kendime. Bütün odayı birbirine katıp sonra tekrar hıçkırarak ağlama seanslarıma geri dönmek istiyordum. 

Yapmayacaktım ama. Bu sefer sahtelikten tamamen uzakta olan, oldukça içten bir gülümseme yerleştiriyorum suratıma. İçerde en sevdiğim şarkı çalışıyordu. Koşarak gittim radyonun başına ve sonuna kadar açtım sesi. Odama geçtim ve dolabımı sonuna kadar açtım. Hızlıca hazırlandım ve az önce sessiz duran fakat gerçek yüzünü ortaya çıkarmış kalabalık İstanbul sokaklarına attım, kendimi. Yanımdan geçen herkese gülümsedim. En içten gülümsemelerimi dağıttım, yaşlısından gencine. Çünkü artık hiçbiri sen gibi kokmuyor, hiçbiri sana benzemiyor. 

Ve gözlerimi kapatıp, mutluluğumu içimde yaşama istediğiyle yürümeye devam ettim...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''


11 yıldır hem duyamıyorum hem de konuşamıyorum. Son zamanlarda geçirdiğim hastalıkların haddi hesabı yok. Şimdi de ayaklarım sebepsiz yere şişiyorlar. Artık yürüyemiyorum da. Maddi sıkıntımızdan hiç bahsetmiyorum bile. 55 yaşına gelmişim ve 11 sene boyunca hiçbir şey konuşamamak, etrafımda konuşulanları duyamamak ne kadar zor, onu bile anlatamıyorum. Okumam yazmam zaten yok, öyle de anlatamıyorum derdimi. Şimdi bir de yürüyememe çıktı başımıza, tekerlekli sandalyemde bütün gün aynı pozisyonda oturup sadece ne oluyor ne bitiyor anlamaya çalışıyorum.

Bugün evimizin önünde; kızım, kızımın iki tane arkadaşı (bir kız bir erkek) oturuyoruz. 40 yıldır evli olduğum kocamda karşımda oturuyor. Bir şeyler konuşuyorlar hararetli bir şekilde. Kızım biraz sinirli, yüzüme de zar zor bakıyor. Anlamaya çalışıyorum, ağzını okumaya çalışıyorum ama bir yandan sigarasını ağzına götürüyor aralıklı aralıklı, bir de sinirli olduğundan çok hızlı konuşuyor. Yere dikiyorum gözlerimi, izlemeye devam etsem daha çok merak edeceğim konuştuklarını.

Bir süre sonra sarı saçlı, boyu uzun ve gayet güzel orta yaşlı bir bayan geliyor ve kocamın yan sandalyesine oturuyor. Çok güzel bir kadın, ilk defa görüyorum fakat kocamla fazla samimiler. Sanki birbirlerini çok uzun zamandır tanıyor gibiler. Ortamda hala bir gerginlik var. Önce tekrar sakin sakin konuşmaya başlıyorlar, fakat daha sonra kızım kendini kaybediyor. Arada bir ayağa kalkıp kadına doğru şiddetle yaklaşıyor ve el hareketleriyle de sinirli olduğunu fazlasıyla gösteriyor. Bağırıyor da bağırıyor, ben ise öylece izliyorum sadece.

Daha sonra sarışın bayan ayağa kalkıyor, kocam da ardından kalkıyor ve sakince biraz ötemizde bir şeyler konuşuyorlar. Kocam fazlasıyla sinirli, sarışın bayan ise sakinleştirmeye çalışıyor onu. Tekrar oturuyorlar yerlerine, kızım sinirden ardı ardına yakıyor sigaraları. İçme bu kadar diyemiyorum ki. Tekrar başlıyor tartışmalar.

Bir an... Ne? Hayır, anlamadım. Kızım yavaş yavaş konuşuyordu ve ... Hayır hayır hayır! Bu sarışın kadın kocamın sevgilisi miydi! HAYIR! Yanlış anladım.

Burada bir şey söyleyemeden durmak o kadar kötü ki. Kocam ve sevgilisi karşımda duruyorlar ve kızım da bu sebepten bu kadar sinirli olsa gerek. Hayat daha bana nasıl kötülükler yapmayı planlıyor ki! Ben şu an zaten artık yaşasam neye yarar. 11 yıldır konuşamıyorum, duyamıyorum ve son bir kaç ayda da ayağım yerden kesildi diye kocam başka kadınlarla mı...

Keşke yürüyebilsem... Sadece yürüyüp uzaklaşırdım buradan. Konuşamıyorum, bari giderek anlasınlar anladığımı. Gittiğimde anlasınlar her şeyi. Yürüyemiyorum, aynı şekilde kımıldamadan oturmaya devam ediyorum sandalyemde. Gözlerimi kapatıyorum, uyursam unuturum belki olanları. Her taraf daha da sessiz şimdi ve karanlık.

Not: Empati kurarak yazdığım gerçekten yaşanmış bir olaydır. Sarışın bayan, adamın sevgilisidir. Kadının kızı babasının böyle bir ilişki yaşamasını istemiyor ve annesi orada öylece otururken babasının karşısında sevgilisiyle rahat bir şekilde oturmasına daha da tepkili. Baba tüm olaylardan üste çıkmak için kızını eroin kullanmakla suçluyor. Kız ise sarışın bayanın dolandırıcı ve ismi de dahil söylediği her şeyin yalan olduğunu söylüyor, adliyeye gitmek istiyor ve bayan bunu reddediyor.

Daha Sessiz Daha Karanlık


11 yıldır hem duyamıyorum hem de konuşamıyorum. Son zamanlarda geçirdiğim hastalıkların haddi hesabı yok. Şimdi de ayaklarım sebepsiz yere şişiyorlar. Artık yürüyemiyorum da. Maddi sıkıntımızdan hiç bahsetmiyorum bile. 55 yaşına gelmişim ve 11 sene boyunca hiçbir şey konuşamamak, etrafımda konuşulanları duyamamak ne kadar zor, onu bile anlatamıyorum. Okumam yazmam zaten yok, öyle de anlatamıyorum derdimi. Şimdi bir de yürüyememe çıktı başımıza, tekerlekli sandalyemde bütün gün aynı pozisyonda oturup sadece ne oluyor ne bitiyor anlamaya çalışıyorum.

Bugün evimizin önünde; kızım, kızımın iki tane arkadaşı (bir kız bir erkek) oturuyoruz. 40 yıldır evli olduğum kocamda karşımda oturuyor. Bir şeyler konuşuyorlar hararetli bir şekilde. Kızım biraz sinirli, yüzüme de zar zor bakıyor. Anlamaya çalışıyorum, ağzını okumaya çalışıyorum ama bir yandan sigarasını ağzına götürüyor aralıklı aralıklı, bir de sinirli olduğundan çok hızlı konuşuyor. Yere dikiyorum gözlerimi, izlemeye devam etsem daha çok merak edeceğim konuştuklarını.

Bir süre sonra sarı saçlı, boyu uzun ve gayet güzel orta yaşlı bir bayan geliyor ve kocamın yan sandalyesine oturuyor. Çok güzel bir kadın, ilk defa görüyorum fakat kocamla fazla samimiler. Sanki birbirlerini çok uzun zamandır tanıyor gibiler. Ortamda hala bir gerginlik var. Önce tekrar sakin sakin konuşmaya başlıyorlar, fakat daha sonra kızım kendini kaybediyor. Arada bir ayağa kalkıp kadına doğru şiddetle yaklaşıyor ve el hareketleriyle de sinirli olduğunu fazlasıyla gösteriyor. Bağırıyor da bağırıyor, ben ise öylece izliyorum sadece.

Daha sonra sarışın bayan ayağa kalkıyor, kocam da ardından kalkıyor ve sakince biraz ötemizde bir şeyler konuşuyorlar. Kocam fazlasıyla sinirli, sarışın bayan ise sakinleştirmeye çalışıyor onu. Tekrar oturuyorlar yerlerine, kızım sinirden ardı ardına yakıyor sigaraları. İçme bu kadar diyemiyorum ki. Tekrar başlıyor tartışmalar.

Bir an... Ne? Hayır, anlamadım. Kızım yavaş yavaş konuşuyordu ve ... Hayır hayır hayır! Bu sarışın kadın kocamın sevgilisi miydi! HAYIR! Yanlış anladım.

Burada bir şey söyleyemeden durmak o kadar kötü ki. Kocam ve sevgilisi karşımda duruyorlar ve kızım da bu sebepten bu kadar sinirli olsa gerek. Hayat daha bana nasıl kötülükler yapmayı planlıyor ki! Ben şu an zaten artık yaşasam neye yarar. 11 yıldır konuşamıyorum, duyamıyorum ve son bir kaç ayda da ayağım yerden kesildi diye kocam başka kadınlarla mı...

Keşke yürüyebilsem... Sadece yürüyüp uzaklaşırdım buradan. Konuşamıyorum, bari giderek anlasınlar anladığımı. Gittiğimde anlasınlar her şeyi. Yürüyemiyorum, aynı şekilde kımıldamadan oturmaya devam ediyorum sandalyemde. Gözlerimi kapatıyorum, uyursam unuturum belki olanları. Her taraf daha da sessiz şimdi ve karanlık.

Not: Empati kurarak yazdığım gerçekten yaşanmış bir olaydır. Sarışın bayan, adamın sevgilisidir. Kadının kızı babasının böyle bir ilişki yaşamasını istemiyor ve annesi orada öylece otururken babasının karşısında sevgilisiyle rahat bir şekilde oturmasına daha da tepkili. Baba tüm olaylardan üste çıkmak için kızını eroin kullanmakla suçluyor. Kız ise sarışın bayanın dolandırıcı ve ismi de dahil söylediği her şeyin yalan olduğunu söylüyor, adliyeye gitmek istiyor ve bayan bunu reddediyor.

Yavaşça açtım gözlerimi. Karanlığa doğru kıstım önce, zamanla alıştı ama. Kaç gündür uyuyordum acaba, kaç gündür bir şey yiyip içmiyorum ve bir insan yüzü bile görmüyorum.

Bulunduğum odanın geniş olduğu anlaşılıyordu. İçerisi çok karanlıktı. Camlar siyah bantlarla örülüydü. Sadece camda bulunan ufak bir çatlaktan ışık sızıyordu içeriye, bir miktar. Ve duvarın sonsuzluğuna doğru ilerliyordu. Ne ses var ne de görebildiğim herhangi bir şey. Belki camdaki şu ufacık çatlaktan dışarısını görebilirim diye ayağa kalkmaya çalıştım. Bunu yapmaya çalışırken, yere hızlı bir şekilde devrildim. Ellerim ve ayaklarım zincirlenmişti, bunu o anda fark ettim. Bunları neden hissetmemiştim ki?

Hiç direnmeden, şaşkınlık hissine kapılmadan pes etmişlik çöktü üzerime. Çaresizce doğruldum sadece, olduğum yerde. Ağzımı açıp bağırmak, haykırmak istedim. Sesimin nasıl çıkacağından korktum. Kendi sesimi bile unutmuştum. Kendi sesim bile bana çok uzaktaydı şimdi. Vazgeçtim, sustum.

Yiyecek bir şeyler aramaya başladı gözlerim. Sağ tarafımda rengi açık kahverengiye dönmüş su, bir tasın içerisindeydi öylece, hareketsizce. Hemen yanında da üzerine doluşmuş karıncalar. Her yerde var mıydı acaba bunlardan.

...

Böyleydi işte düşündüklerim, hissettiklerim. Yemeğin üzerine dolaşan karıncalar; hayallerimi, isteklerimi yok etmeye çalışanlar. Camdan içeriye sızan ufacık o ışık, ufacık umutlarıma bir işaretti. Bileklerime vurulan zincirler, önümde olduğunu göremediğim ve onlara şiddetle çarptığım halde hissedemediğim engeller. Odanın üzerine sindirdiği sessizlik ve yalnızlık ise... sadece sessizlik ve yalnız işte.

Zincirlenmiş Umutlar

Yavaşça açtım gözlerimi. Karanlığa doğru kıstım önce, zamanla alıştı ama. Kaç gündür uyuyordum acaba, kaç gündür bir şey yiyip içmiyorum ve bir insan yüzü bile görmüyorum.

Bulunduğum odanın geniş olduğu anlaşılıyordu. İçerisi çok karanlıktı. Camlar siyah bantlarla örülüydü. Sadece camda bulunan ufak bir çatlaktan ışık sızıyordu içeriye, bir miktar. Ve duvarın sonsuzluğuna doğru ilerliyordu. Ne ses var ne de görebildiğim herhangi bir şey. Belki camdaki şu ufacık çatlaktan dışarısını görebilirim diye ayağa kalkmaya çalıştım. Bunu yapmaya çalışırken, yere hızlı bir şekilde devrildim. Ellerim ve ayaklarım zincirlenmişti, bunu o anda fark ettim. Bunları neden hissetmemiştim ki?

Hiç direnmeden, şaşkınlık hissine kapılmadan pes etmişlik çöktü üzerime. Çaresizce doğruldum sadece, olduğum yerde. Ağzımı açıp bağırmak, haykırmak istedim. Sesimin nasıl çıkacağından korktum. Kendi sesimi bile unutmuştum. Kendi sesim bile bana çok uzaktaydı şimdi. Vazgeçtim, sustum.

Yiyecek bir şeyler aramaya başladı gözlerim. Sağ tarafımda rengi açık kahverengiye dönmüş su, bir tasın içerisindeydi öylece, hareketsizce. Hemen yanında da üzerine doluşmuş karıncalar. Her yerde var mıydı acaba bunlardan.

...

Böyleydi işte düşündüklerim, hissettiklerim. Yemeğin üzerine dolaşan karıncalar; hayallerimi, isteklerimi yok etmeye çalışanlar. Camdan içeriye sızan ufacık o ışık, ufacık umutlarıma bir işaretti. Bileklerime vurulan zincirler, önümde olduğunu göremediğim ve onlara şiddetle çarptığım halde hissedemediğim engeller. Odanın üzerine sindirdiği sessizlik ve yalnızlık ise... sadece sessizlik ve yalnız işte.


Sessizce ilerliyordum sonu belirsiz ve görünmeyen bir yolda. Etrafta tek bir ev, tek bir ışık bile yoktu. Kendi nefes alış verişlerimi, attığım adımlardan yükselen sesler ve her yükselen sese irkilen ve uyuşan bedenim. Hissediyorum. Hissettiğim tek şey de bu, korku.
Hafifçe esen rüzgarın oynattığı ağaç yapraklarının çıkardığı hışırtıları, peşimden gelen insanlar sanıyorum. Kim getirdi ve koydu beni bu ıssız yere? Yoksa ben mi koydum kendimi bu yalnızlığa, sessizliğe ve çaresizliğe? Yine bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum. Adımlarımı arada bir hızlandırıyorum, bir yaprak hışırtısı ve adımlarım yavaşlıyor…
İlerde bir son varmış gibi, yolun sonunda bir nokta varmış gibi görüyorum ama ilerledikçe, ben bir adım daha attıkça o nokta da bir adım atıyor. Bana doğru gelmiyor, kaçıyor benden. Elbet bir gün bir sona varmayak mıyız zaten? Neden kaçıyor benden bu son? Neden istemiyor beni?
Belki de bu sefer sonu olmayan ve olmayacak bir yolun içerisindeyim. Ne kadar hızlı adım atarsam atayım, yine de sonu gelmeyecek bir yol. Bundan huzursuz veya mutsuz muyum? Hayır değilim. Eminim ki bu yolu tek başıma yürümüyorum, adımlarımı tek başıma atmıyorum. O hışırdayan yapraklar, sertçe esen rüzgarın ıslıkları, benimle beraber gelen ve beni hiç yalnız bırakmayacağına dair söz veren kişidir. Bundan eminim.
Düşüncelerimden olsa gerek, bir an durdum. Arkama döndüm ve bir daha, bir daha. Bir süre kendi etrafımda yavaşça döndükten sonra, bedenimi dikleştirdim ve sonra da başımı. Gülümsedim; hem gözlerimle, hem dudaklarımla hem de kalbimle. Sol tarafıma baktım. Tahmin ettiğim gibi, yanımdaydı. Ellerime doğru indirdim gözlerimi, sıkıca tutmuştu ellerimden, hiç bırakmayacasına. Daha fazla gülümsemeye başladım o an, mutluluktan. Mutluydum, evet.

Sonsuzluğum


Sessizce ilerliyordum sonu belirsiz ve görünmeyen bir yolda. Etrafta tek bir ev, tek bir ışık bile yoktu. Kendi nefes alış verişlerimi, attığım adımlardan yükselen sesler ve her yükselen sese irkilen ve uyuşan bedenim. Hissediyorum. Hissettiğim tek şey de bu, korku.
Hafifçe esen rüzgarın oynattığı ağaç yapraklarının çıkardığı hışırtıları, peşimden gelen insanlar sanıyorum. Kim getirdi ve koydu beni bu ıssız yere? Yoksa ben mi koydum kendimi bu yalnızlığa, sessizliğe ve çaresizliğe? Yine bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum. Adımlarımı arada bir hızlandırıyorum, bir yaprak hışırtısı ve adımlarım yavaşlıyor…
İlerde bir son varmış gibi, yolun sonunda bir nokta varmış gibi görüyorum ama ilerledikçe, ben bir adım daha attıkça o nokta da bir adım atıyor. Bana doğru gelmiyor, kaçıyor benden. Elbet bir gün bir sona varmayak mıyız zaten? Neden kaçıyor benden bu son? Neden istemiyor beni?
Belki de bu sefer sonu olmayan ve olmayacak bir yolun içerisindeyim. Ne kadar hızlı adım atarsam atayım, yine de sonu gelmeyecek bir yol. Bundan huzursuz veya mutsuz muyum? Hayır değilim. Eminim ki bu yolu tek başıma yürümüyorum, adımlarımı tek başıma atmıyorum. O hışırdayan yapraklar, sertçe esen rüzgarın ıslıkları, benimle beraber gelen ve beni hiç yalnız bırakmayacağına dair söz veren kişidir. Bundan eminim.
Düşüncelerimden olsa gerek, bir an durdum. Arkama döndüm ve bir daha, bir daha. Bir süre kendi etrafımda yavaşça döndükten sonra, bedenimi dikleştirdim ve sonra da başımı. Gülümsedim; hem gözlerimle, hem dudaklarımla hem de kalbimle. Sol tarafıma baktım. Tahmin ettiğim gibi, yanımdaydı. Ellerime doğru indirdim gözlerimi, sıkıca tutmuştu ellerimden, hiç bırakmayacasına. Daha fazla gülümsemeye başladım o an, mutluluktan. Mutluydum, evet.


Yalnızlığım yine dans ediyor gözlerimin önünde. Acı çektirmeye çalışıyor bana yine. Çaresiz bırakıyor beni. Kollarının arasına alıp, beni kendisine ait etmeye çalışıyor. Yapabilir miyim? Yalnızlığıma kendimi teslim edip, kendi ellerimle kendimi bir hiç uğruna karanlıklara gömebilir miyim? Bilmiyorum. 
Ah be yalnızlığım. Neden dansını bölüp arada sırada bana bakıyorsun öyle. Masummuş numarası yapma bana, inanmayacağım sana. Gelmeyeceğim yine yanına. Katılmayacağım o çirkin oyununa. Kendimi sana teslim edemem. O kadar güçsüz müyüm? Bu sessizlik, bu etrafın bomboşluk hali ve sadece buzdolabının gıcırdayışı, beni sana teslim edemez. Alıştım ben, yalnız kalmaya, kendi sessizliğimde kaybolmaya. 
Ah be yalnızlığım. Bakma bana öyle, çaresiz kalıyorum. Yapacak bir şey yokmuş, bir çözüm yolu daha yokmuş gibi davranma. Belki birazdan o gelecek ve sen gideceksin. Bekleyeceğim onu ve beni senin bu kötü oyununun içinden, güçlü elleriyle çıkaracak. Şu an sana gelmememin ve senin oyununa katılmamamın tek nedeni; onun yanımda olduğunu hissetmem. O hep yanımda. Belki bu sessizlik de o yüzdendir. Bu yalnızlık o yüzdendir. Etraftaki her şey bizi baş başa bırakmak için kendi kabuklarına çekildi. Bizi rahat bırakmak için, birbirimize teslim olalım diye.
Güle güle yalnızlığım. Yanında sessizliğini de al ve git. 

Ah be Yalnızlığım!


Yalnızlığım yine dans ediyor gözlerimin önünde. Acı çektirmeye çalışıyor bana yine. Çaresiz bırakıyor beni. Kollarının arasına alıp, beni kendisine ait etmeye çalışıyor. Yapabilir miyim? Yalnızlığıma kendimi teslim edip, kendi ellerimle kendimi bir hiç uğruna karanlıklara gömebilir miyim? Bilmiyorum. 
Ah be yalnızlığım. Neden dansını bölüp arada sırada bana bakıyorsun öyle. Masummuş numarası yapma bana, inanmayacağım sana. Gelmeyeceğim yine yanına. Katılmayacağım o çirkin oyununa. Kendimi sana teslim edemem. O kadar güçsüz müyüm? Bu sessizlik, bu etrafın bomboşluk hali ve sadece buzdolabının gıcırdayışı, beni sana teslim edemez. Alıştım ben, yalnız kalmaya, kendi sessizliğimde kaybolmaya. 
Ah be yalnızlığım. Bakma bana öyle, çaresiz kalıyorum. Yapacak bir şey yokmuş, bir çözüm yolu daha yokmuş gibi davranma. Belki birazdan o gelecek ve sen gideceksin. Bekleyeceğim onu ve beni senin bu kötü oyununun içinden, güçlü elleriyle çıkaracak. Şu an sana gelmememin ve senin oyununa katılmamamın tek nedeni; onun yanımda olduğunu hissetmem. O hep yanımda. Belki bu sessizlik de o yüzdendir. Bu yalnızlık o yüzdendir. Etraftaki her şey bizi baş başa bırakmak için kendi kabuklarına çekildi. Bizi rahat bırakmak için, birbirimize teslim olalım diye.
Güle güle yalnızlığım. Yanında sessizliğini de al ve git. 


Sağım boş, solum boş. Yine yalnızım. Hem ruhen, hem bedenen. Eskiden her yatağıma uzandığımda sağ tarafıma baktığım zaman abimi görürdüm. Şimdi ise üzerinde örtüsü hatta çarşafı bile olmayan, kardeşimin ayıcıklarıyla dolu bomboş bir yatak görüyorum. Sol tarafım ise, sağ tarafımın ve ruhumun boşluğundan, doluluğunu yitiriyor. Görünüş olarak hala dolu ama hissettiklerim o kadar boş ki. 
Bence insanların bir şeyi, bin farklı şekilde görmelerinin nedeni, ruhlarına ve hislerine bağlı. Olay gözlerde değil, içimizde başlayıp, içimizde bitiyor. Ben yalnızken tüm insanların yalnız olduğunu düşünemiyorum mesela. Yalnız olmadığımda da düşünmüyorum doğrusu. Koskoca dünyada sadece ben yalnızmışım gibi hissediyorum. Neden bana yalnız olduğumu hissettirecek insanlar var etrafımda anlamıyorum.

Sessiz Bir Yalnızlık

Sağım boş, solum boş. Yine yalnızım. Hem ruhen, hem bedenen. Eskiden her yatağıma uzandığımda sağ tarafıma baktığım zaman abimi görürdüm. Şimdi ise üzerinde örtüsü hatta çarşafı bile olmayan, kardeşimin ayıcıklarıyla dolu bomboş bir yatak görüyorum. Sol tarafım ise, sağ tarafımın ve ruhumun boşluğundan, doluluğunu yitiriyor. Görünüş olarak hala dolu ama hissettiklerim o kadar boş ki. 
Bence insanların bir şeyi, bin farklı şekilde görmelerinin nedeni, ruhlarına ve hislerine bağlı. Olay gözlerde değil, içimizde başlayıp, içimizde bitiyor. Ben yalnızken tüm insanların yalnız olduğunu düşünemiyorum mesela. Yalnız olmadığımda da düşünmüyorum doğrusu. Koskoca dünyada sadece ben yalnızmışım gibi hissediyorum. Neden bana yalnız olduğumu hissettirecek insanlar var etrafımda anlamıyorum.


Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.