background img

The New Stuff

Antakya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Antakya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bu yarı yıl tatili evde oturmadım sayılır. Cumartesi sabahına kadar halamın yanında Samandağ'daydım. Oradan da sizlere iki adet post atmıştım; Samandağ'dan Selamlar ve Samandağ'dan Kareler olmak üzere. Cumartesi sabah Antakya'ya gittim ve akşama kadar da dolandım durdum. Bundan sonrasını resimlerle birlikte anlatacağım. Bakalım neler yapmışım.


İlk olarak tabii ki de koşarak Antakya'nın enfes dönerinden yemeye gittik. Yaz aylarında da gittiğimizden en güzel nerenin yaptığını da biliyoruz artık. Yerin adı Mudurnu. Hakkını gerçekten veriyorlar, şimdi resme bakınca canım yine istedi valla. 


Yemek yedikten sonra çarşıda dolandık durduk. Çarşıda mağazaların çoğu kaldırımdan bir kat aşağıda, resimde de gördüğünüz gibi. Bu benim çok hoşuma giden bir görüntü nedense. 


Ardından Atatürk Anıtı'nın önünde fotoğraf çekildim gördüğünüz gibi ne de sevimli çıkmışım. Anıtın bulunduğu meydan gerçekten harika. Kalabalık yerleri seviyorum ve oradaki ortam çok hoşuma gitti. Kendimi bir an İstanbul sokaklarından birinde yürüyormuş gibi hissettim doğrusu. 


Bu da Antakya'mızın meşhur nehri, Asi. Bir aralar Kanal D ekranlarında dizisi de vardı, baş roller Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım'a aitti. İzleyenler bilir. 


Asi'den sonra Uzun Çarşı oldu durağımız. Antakya'ya iner inmez ''kapalı çarşı bulalım yeeaa'' diye zırlamıştım ve unutmuşken pat diye çıktı karşımıza. Çok iyi oldu hemen içeriye daldık.


Koştur koştur hemen kitapçılara daldım. 1 saatimizi iki kitapçıda harcadık zaten. Birinde de ucuzluk gibi bir şey vardı kitaplar 3 tl falandı, bunu da değerlendirdik. Gerçek bir yaşam öyküsü olduğundan ilgimi çeken Ölümsüz Aşk adlı kitabı ve Bir Yaz Gülüşü adlı kitabı satın aldık. 


Kitap satın aldığımız dükkan pek bir karışıktı fakat diğeri fotoğrafta da gördüğünüz gibi bence çok hoş. Şu görüntüyü yakalamak için kırk takla attım neredeyse. Etrafımın kitaplarla çevrili olduğu bu yer, cennete düşmüş etkisi yarattı bende. Kendimi huzurlu hissettim yahu.


Bu Cafe'yi de dışarıdan beğendik diye hemen içerisine daldık ama cidden güzel bir yermiş. Cafe'nin içinde aynı zamanda Sanat Merkezi şeyisileri bilmem nesi varmış. Biraz karışık, kapıdan içeri girdiğinizde her şey birbirinin içinden geçiyor. Tiyatro salonu kısmına da 2 Mart'ta Atalay Demirci geliyormuş. Kısmet olursa bende gideceğim bakalım.


Burası Cafe'nin içerisi. Gayet şık bir yer, balkon kısmı daha bir harika. Hemen ona da bakalım.


Şööööyle de bir poz vereyim. Aslında Choco - Coco'mu içmeden önce çekecektim de önüme konulunca dayanamayıp hüplettim hemen, unutmuşum. Bende dedim bari buzlarıyla oynaşırken çekileyim diye. Fena olmamış, iyi iyi. 


Son olarak bu konuya da değinmek istedim. Uzun Çarşı'ya giderken geçiyor olduğumuz bir ara sokağın başında denk geldik bu protestoya. 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda protesto yaptığı için sebepsizce hapse atılan 3 kişinin serbest bırakılması isteniyor. Umarım amaçları gerçekleşir diyorum. 

Beni sabırla okuduğunuz için de çok teşekkür ediyorum. Görüşmek üzere. :)

Cumartesi Antakya'daydım!


Bu yarı yıl tatili evde oturmadım sayılır. Cumartesi sabahına kadar halamın yanında Samandağ'daydım. Oradan da sizlere iki adet post atmıştım; Samandağ'dan Selamlar ve Samandağ'dan Kareler olmak üzere. Cumartesi sabah Antakya'ya gittim ve akşama kadar da dolandım durdum. Bundan sonrasını resimlerle birlikte anlatacağım. Bakalım neler yapmışım.


İlk olarak tabii ki de koşarak Antakya'nın enfes dönerinden yemeye gittik. Yaz aylarında da gittiğimizden en güzel nerenin yaptığını da biliyoruz artık. Yerin adı Mudurnu. Hakkını gerçekten veriyorlar, şimdi resme bakınca canım yine istedi valla. 


Yemek yedikten sonra çarşıda dolandık durduk. Çarşıda mağazaların çoğu kaldırımdan bir kat aşağıda, resimde de gördüğünüz gibi. Bu benim çok hoşuma giden bir görüntü nedense. 


Ardından Atatürk Anıtı'nın önünde fotoğraf çekildim gördüğünüz gibi ne de sevimli çıkmışım. Anıtın bulunduğu meydan gerçekten harika. Kalabalık yerleri seviyorum ve oradaki ortam çok hoşuma gitti. Kendimi bir an İstanbul sokaklarından birinde yürüyormuş gibi hissettim doğrusu. 


Bu da Antakya'mızın meşhur nehri, Asi. Bir aralar Kanal D ekranlarında dizisi de vardı, baş roller Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım'a aitti. İzleyenler bilir. 


Asi'den sonra Uzun Çarşı oldu durağımız. Antakya'ya iner inmez ''kapalı çarşı bulalım yeeaa'' diye zırlamıştım ve unutmuşken pat diye çıktı karşımıza. Çok iyi oldu hemen içeriye daldık.


Koştur koştur hemen kitapçılara daldım. 1 saatimizi iki kitapçıda harcadık zaten. Birinde de ucuzluk gibi bir şey vardı kitaplar 3 tl falandı, bunu da değerlendirdik. Gerçek bir yaşam öyküsü olduğundan ilgimi çeken Ölümsüz Aşk adlı kitabı ve Bir Yaz Gülüşü adlı kitabı satın aldık. 


Kitap satın aldığımız dükkan pek bir karışıktı fakat diğeri fotoğrafta da gördüğünüz gibi bence çok hoş. Şu görüntüyü yakalamak için kırk takla attım neredeyse. Etrafımın kitaplarla çevrili olduğu bu yer, cennete düşmüş etkisi yarattı bende. Kendimi huzurlu hissettim yahu.


Bu Cafe'yi de dışarıdan beğendik diye hemen içerisine daldık ama cidden güzel bir yermiş. Cafe'nin içinde aynı zamanda Sanat Merkezi şeyisileri bilmem nesi varmış. Biraz karışık, kapıdan içeri girdiğinizde her şey birbirinin içinden geçiyor. Tiyatro salonu kısmına da 2 Mart'ta Atalay Demirci geliyormuş. Kısmet olursa bende gideceğim bakalım.


Burası Cafe'nin içerisi. Gayet şık bir yer, balkon kısmı daha bir harika. Hemen ona da bakalım.


Şööööyle de bir poz vereyim. Aslında Choco - Coco'mu içmeden önce çekecektim de önüme konulunca dayanamayıp hüplettim hemen, unutmuşum. Bende dedim bari buzlarıyla oynaşırken çekileyim diye. Fena olmamış, iyi iyi. 


Son olarak bu konuya da değinmek istedim. Uzun Çarşı'ya giderken geçiyor olduğumuz bir ara sokağın başında denk geldik bu protestoya. 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda protesto yaptığı için sebepsizce hapse atılan 3 kişinin serbest bırakılması isteniyor. Umarım amaçları gerçekleşir diyorum. 

Beni sabırla okuduğunuz için de çok teşekkür ediyorum. Görüşmek üzere. :)

Çarşamba günü yazmış olduğum bir post ile sizlere Samandağ'dan Selamlarımı gönderdim. Samandağ'a geldiğimin ertesi günü oluşunun dışında hem havanın soğuk olması hem de benim hastalanmam sebebiyle gezinip hiçbir fotoğrafı sizlerle paylaşamamıştım. Aslında bugün İskenderun'a; evime, yurduma dönecektim fakat bir gün daha kalma kararı aldım. Halamın yanına gelmiş olmama rağmen gerçekten fazla bir ilgi ve özenle karşı karşıyayım. Buradaki insanlar da çok sıcak olduğundan insanın gidesi gelmiyor. Hem doğru dürüst de gezemediğimden kalayım dedim.

Yarın öğlen Antakya'ya gideceğim ve akşama kadar da oraları dolaşacağım. Şimdi sizlerle Samandağ'da çektiğim bir kaç fotoğrafı paylaşacağım. Çektiğim yerler evin çevresi ve bahçesiyle sınırlı ne yazık ki. En kısa sürede gitmeden çarşısından da fotoğraflar çekeceğim. Takipte kalın derim! :)


Bu fotoğrafta gördüğünüz mıncırdağın adı Duman. Halamların köpeği oluyor kendisi. Tatlı da bir şey ama bazen bir korkutuyor yemin ederim var ya abo yani. Dün korkudan arabanın tepesine çıkıyordum o derece. Aman aramızda kalsın şş.


Bunlar tomur tomur güllerimiz efendim. Henüz açmamışlar ne zaman açarlar ne yaparlar hiç de anlamam. Benim ilgi alanıma sadece kıpkırmızı iken onlardan koparıp ardıma bakmadan kaçmak. 


Ve karşınızda maydonozcuklar heyyo.


Bu da bildiğiniz mandalina ağacı işte öylesine süs diye çekildi.


Bu da evin girişi. Gelecekseniz buyurun gelin aşklarım. 
Sevgiler...

Samandağ'dan Kareler

Çarşamba günü yazmış olduğum bir post ile sizlere Samandağ'dan Selamlarımı gönderdim. Samandağ'a geldiğimin ertesi günü oluşunun dışında hem havanın soğuk olması hem de benim hastalanmam sebebiyle gezinip hiçbir fotoğrafı sizlerle paylaşamamıştım. Aslında bugün İskenderun'a; evime, yurduma dönecektim fakat bir gün daha kalma kararı aldım. Halamın yanına gelmiş olmama rağmen gerçekten fazla bir ilgi ve özenle karşı karşıyayım. Buradaki insanlar da çok sıcak olduğundan insanın gidesi gelmiyor. Hem doğru dürüst de gezemediğimden kalayım dedim.

Yarın öğlen Antakya'ya gideceğim ve akşama kadar da oraları dolaşacağım. Şimdi sizlerle Samandağ'da çektiğim bir kaç fotoğrafı paylaşacağım. Çektiğim yerler evin çevresi ve bahçesiyle sınırlı ne yazık ki. En kısa sürede gitmeden çarşısından da fotoğraflar çekeceğim. Takipte kalın derim! :)


Bu fotoğrafta gördüğünüz mıncırdağın adı Duman. Halamların köpeği oluyor kendisi. Tatlı da bir şey ama bazen bir korkutuyor yemin ederim var ya abo yani. Dün korkudan arabanın tepesine çıkıyordum o derece. Aman aramızda kalsın şş.


Bunlar tomur tomur güllerimiz efendim. Henüz açmamışlar ne zaman açarlar ne yaparlar hiç de anlamam. Benim ilgi alanıma sadece kıpkırmızı iken onlardan koparıp ardıma bakmadan kaçmak. 


Ve karşınızda maydonozcuklar heyyo.


Bu da bildiğiniz mandalina ağacı işte öylesine süs diye çekildi.


Bu da evin girişi. Gelecekseniz buyurun gelin aşklarım. 
Sevgiler...

Merhaba aşklarım...

Twitter'dan takipte olanlar bilir, dün saat 16.30 itibariyle Samandağ'a yolculuğum başladı. Antakya'nın bir ilçesi olan Samandağ küçücük pıtıcık bir yer. Aslına bakarsanız böyle ufak ve insanların iç içe olduğu köy tarzı yerleri seviyorum. Odun sobası ile ısınmak ise vazgeçilmezim.

Doğrusunu söylemek gerekirse başlarda hiç gelmek istemedim ama değişiklik kötü olmaz diye düşünüp gelmeye karar verdim. Valla bu değişiklik bir kötü geldi ki hiç sormayın. Şanssız herifim diye boşu boşuna dil dökmüyoruz yani burada. Şu an sizlere evin iç odasında, battaniyeyi teee boğazıma kadar çekmiş bunları yazıyorum. Her yerim kırık içerisinde, sinüzit cabası, hele midemin ne halde olduğunu söylemiyorum bile.

Gezmeye gelip de hasta yatıyorum resmen. Abicim bende de akıl yok valla. Birincisi Allah bana oradan 'gitme olum gitme' diye sinyaller veriyor ben de diyorum 'yeeaa nolcak ki gidicem işte gidicem' falan. Gidecek misin? Al sana sinüzit al sana mide ağrısı al sana battaniye al sana...

Yok yani şu küçücük notebook'ta da yazmak işkence. Bir kelimeyi on saatte yazıyorum ama sizler için değer bebiklerim. Dışarıda bir yağmur bir fırtına var kuzenim, kardeşim ve eniştem çarşıya sanki bana inat olsun diye gittiler. Şuranın bıcır bıcır yerlerini de çekip sizlere gösteremedim ama yarına kadar turp gibi olur daha sonra da resimleri sizlerle paylaşırım.

Bunlar çarşıya gidince ben de pıt pıt pıt geçtim battaniye altında ohh gel keyfim gel yapıyorum. (inanmayın!) O kadar rahatım ki sormayın bir elim yağda bir elim balda oh ohh oradan bir çilek bir kiraz getirin de yiyelim. Hmm bak karpuzun tadı da mis mis! (kış ayında çilek, kiraz ve karpuz!)

Öyle işte canlarım. Siz öyle mıç mıç sevgililerinizle, arkadaşlarınızla o sahil benim bu cafe benim diye gezerken ben de aha da böyle ğğrr diye burnumu silerim. Allah'ım sen beni iyileştir valla bak bir daha gelmicem ya söz veriyorum.

Samandağ'dan Selamlar(!)

Merhaba aşklarım...

Twitter'dan takipte olanlar bilir, dün saat 16.30 itibariyle Samandağ'a yolculuğum başladı. Antakya'nın bir ilçesi olan Samandağ küçücük pıtıcık bir yer. Aslına bakarsanız böyle ufak ve insanların iç içe olduğu köy tarzı yerleri seviyorum. Odun sobası ile ısınmak ise vazgeçilmezim.

Doğrusunu söylemek gerekirse başlarda hiç gelmek istemedim ama değişiklik kötü olmaz diye düşünüp gelmeye karar verdim. Valla bu değişiklik bir kötü geldi ki hiç sormayın. Şanssız herifim diye boşu boşuna dil dökmüyoruz yani burada. Şu an sizlere evin iç odasında, battaniyeyi teee boğazıma kadar çekmiş bunları yazıyorum. Her yerim kırık içerisinde, sinüzit cabası, hele midemin ne halde olduğunu söylemiyorum bile.

Gezmeye gelip de hasta yatıyorum resmen. Abicim bende de akıl yok valla. Birincisi Allah bana oradan 'gitme olum gitme' diye sinyaller veriyor ben de diyorum 'yeeaa nolcak ki gidicem işte gidicem' falan. Gidecek misin? Al sana sinüzit al sana mide ağrısı al sana battaniye al sana...

Yok yani şu küçücük notebook'ta da yazmak işkence. Bir kelimeyi on saatte yazıyorum ama sizler için değer bebiklerim. Dışarıda bir yağmur bir fırtına var kuzenim, kardeşim ve eniştem çarşıya sanki bana inat olsun diye gittiler. Şuranın bıcır bıcır yerlerini de çekip sizlere gösteremedim ama yarına kadar turp gibi olur daha sonra da resimleri sizlerle paylaşırım.

Bunlar çarşıya gidince ben de pıt pıt pıt geçtim battaniye altında ohh gel keyfim gel yapıyorum. (inanmayın!) O kadar rahatım ki sormayın bir elim yağda bir elim balda oh ohh oradan bir çilek bir kiraz getirin de yiyelim. Hmm bak karpuzun tadı da mis mis! (kış ayında çilek, kiraz ve karpuz!)

Öyle işte canlarım. Siz öyle mıç mıç sevgililerinizle, arkadaşlarınızla o sahil benim bu cafe benim diye gezerken ben de aha da böyle ğğrr diye burnumu silerim. Allah'ım sen beni iyileştir valla bak bir daha gelmicem ya söz veriyorum.


Dünden sonra bu şeyi çok düşündüm. Acaba herkes bir dost edinebilmiş midir? Gerçek bir dost. Onunla anlık eğlenceler yaşamış mıdır? Hiç plansız programsız birden bir arabaya atlayıp eğlenceli bir gezi yaşamış mıdır? Hem de cebinde yeterli bir miktar para olmadan. Hadi gelin bunları size anlatayım. 


Sabah mesajlaşırken ''Acaba bugün ne yapsak?'' diye düşünüyorduk. Kaç günümüz sıkıcı geçiyordu ve bir gün öncesinde de ufak bir tartışma yaşamıştık. Konuşa konuşa ne yapacağımıza karar vermiştik ve ben hazırlanıp Belen'e doğru yol almaya başladım. Yazlıkları oradaydı ve ben de orada biraz vakit geçirme amaçlı, hem de ''gerçek dost'' dediğim dostumu görmek için gitme kararı aldım. Kısa süreli de olsa yolculukları severim. Bir yerden başka bir yere gitmek ve orayı tanımak, etmek. Bunları tek başıma yapmayı sevmem tabii ki de. Kim tek başına zevk alır ki seyahat etmekten? Yanımda ya sevgilim olmalıydı ya da dostum. Ben ise dün dostumu seçtim, ufak bir seyahat için. Sevgilimle kavgalıydım. 

 Tek başıma Belen'e gittim ve bir lokantanın önünde beni bekliyordu. İndim ve 5 adım attıktan sonra neler yapalım diye etrafımıza bakarken birden ''Otostop çekelim mi?'' dedi. ''Saçmalama ne işimiz var şimdi otostopla.'' falan diye karşılık verdim fakat ben daha bunu der demez, adı otostop olmayan bir şey yapıp bir Antakya arabasını durdurdu ve ne olduğunu anlamadan Antakya otobüsüne binip Antakya'ya doğru amaçsızca yol almaya başladık. Bu çılgınlığın etkisiyle bir süre kahkaha atıp durduk arabada. Ardından, daha önce karar verdiğimiz gibi, dostluğumuzu ve yaşadığımız güzel anıları kaydetmek için video çektik. Çok da eğlenceli ve güzel oldu. 

Bir süre sonra yol ücretini bilmediğimizden dolayı önümüzde oturan adama yol ücretini sorduk. Adamın söylediği miktar ile hemen ikimizin ortak parasını hesaplamaya ve gidiş ücretini de katarak bir plan yapmaya başladık. Fakat elimizdeki para orada bir şey yapmak için oldukça yetersizdi ve geri dönüş parası da tam değildi. Biz bunları düşünürken önümüzde oturan adam bize ne kadarımız olduğunu sordu ve ardından yol paramızı kendisinin verebileceğini söyledi. Biz de mecbur olduğumuzdan dolayı adama karşı gelemedik. 

Çok öncelerde konuşurken birbirimize hep ''Biz cebimizde para olmadan bile eğlenmek için bir şeyler buluruz ve o gün mükemmel geçer.'' derdik ve şu an, o kurduğumuz cümleyi yaşıyorduk. Cebimizde yeterli miktarda para olmadan Antakya'ya bir gün geçirmeye gidiyorduk. 

Antakya'ya daha önce bir kaç kez gelmiştim fakat hiç gezmemiştim. Bildiğim belirli yerler vardı. Arabadan inince bir süre aylak aylak dolaştık, gülüştük ve bir kaç video daha çektik. Yoldan insanlarla konuştuk, yemek yiyebileceğim yerleri sorduk. Sora sora Bağdat bulunur derler ve biz de sanırım  Bağdat'ı bulduk. çok güzel döner yapan bir yere geçtik ve nefis bir dönerin ardından karşı sokağa geçip dondurmalarımızı aldık. Oradaki çocukla da biraz muhabbet ettik ve kendimizi sevdirdik. 

Dondurmalarımızı, yan taraftaki bahçe olan yerde oturup yedik. Dondurmalarımız da bitince yavaş yavaş durağa doğru yürümeye başladık. Durağa giderken bir markete geçip su, çikolata ve sakız alıp çıktık. Durağa vardığımızda bir süre bekledik ve araba geldiğinde hemen kendimizi arabaya attık. 

Arabaya oturur oturmaz düşündüğümüz tek şey ''2 dostun yapabileceği mükemmel şeylerden birini daha yaptık ve daha önce de dediğimiz gibi hiç paramız olmadan müthiş şeyler yapabiliriz.'' oldu. Bunu dile getirmesek de düşüncelerimizin aynı olduğundan emindim. 

Dostluğumuzu yaşatmak için geçirdiğimiz bir gün daha olmuştu. İlerde hatırlayıp konuştuğumuzda yüzümü güldürecek bir anı. 


Fotoğraf: Kübra Kardeş, Hasan Okçu

Durağımız Dostluk


Dünden sonra bu şeyi çok düşündüm. Acaba herkes bir dost edinebilmiş midir? Gerçek bir dost. Onunla anlık eğlenceler yaşamış mıdır? Hiç plansız programsız birden bir arabaya atlayıp eğlenceli bir gezi yaşamış mıdır? Hem de cebinde yeterli bir miktar para olmadan. Hadi gelin bunları size anlatayım. 


Sabah mesajlaşırken ''Acaba bugün ne yapsak?'' diye düşünüyorduk. Kaç günümüz sıkıcı geçiyordu ve bir gün öncesinde de ufak bir tartışma yaşamıştık. Konuşa konuşa ne yapacağımıza karar vermiştik ve ben hazırlanıp Belen'e doğru yol almaya başladım. Yazlıkları oradaydı ve ben de orada biraz vakit geçirme amaçlı, hem de ''gerçek dost'' dediğim dostumu görmek için gitme kararı aldım. Kısa süreli de olsa yolculukları severim. Bir yerden başka bir yere gitmek ve orayı tanımak, etmek. Bunları tek başıma yapmayı sevmem tabii ki de. Kim tek başına zevk alır ki seyahat etmekten? Yanımda ya sevgilim olmalıydı ya da dostum. Ben ise dün dostumu seçtim, ufak bir seyahat için. Sevgilimle kavgalıydım. 

 Tek başıma Belen'e gittim ve bir lokantanın önünde beni bekliyordu. İndim ve 5 adım attıktan sonra neler yapalım diye etrafımıza bakarken birden ''Otostop çekelim mi?'' dedi. ''Saçmalama ne işimiz var şimdi otostopla.'' falan diye karşılık verdim fakat ben daha bunu der demez, adı otostop olmayan bir şey yapıp bir Antakya arabasını durdurdu ve ne olduğunu anlamadan Antakya otobüsüne binip Antakya'ya doğru amaçsızca yol almaya başladık. Bu çılgınlığın etkisiyle bir süre kahkaha atıp durduk arabada. Ardından, daha önce karar verdiğimiz gibi, dostluğumuzu ve yaşadığımız güzel anıları kaydetmek için video çektik. Çok da eğlenceli ve güzel oldu. 

Bir süre sonra yol ücretini bilmediğimizden dolayı önümüzde oturan adama yol ücretini sorduk. Adamın söylediği miktar ile hemen ikimizin ortak parasını hesaplamaya ve gidiş ücretini de katarak bir plan yapmaya başladık. Fakat elimizdeki para orada bir şey yapmak için oldukça yetersizdi ve geri dönüş parası da tam değildi. Biz bunları düşünürken önümüzde oturan adam bize ne kadarımız olduğunu sordu ve ardından yol paramızı kendisinin verebileceğini söyledi. Biz de mecbur olduğumuzdan dolayı adama karşı gelemedik. 

Çok öncelerde konuşurken birbirimize hep ''Biz cebimizde para olmadan bile eğlenmek için bir şeyler buluruz ve o gün mükemmel geçer.'' derdik ve şu an, o kurduğumuz cümleyi yaşıyorduk. Cebimizde yeterli miktarda para olmadan Antakya'ya bir gün geçirmeye gidiyorduk. 

Antakya'ya daha önce bir kaç kez gelmiştim fakat hiç gezmemiştim. Bildiğim belirli yerler vardı. Arabadan inince bir süre aylak aylak dolaştık, gülüştük ve bir kaç video daha çektik. Yoldan insanlarla konuştuk, yemek yiyebileceğim yerleri sorduk. Sora sora Bağdat bulunur derler ve biz de sanırım  Bağdat'ı bulduk. çok güzel döner yapan bir yere geçtik ve nefis bir dönerin ardından karşı sokağa geçip dondurmalarımızı aldık. Oradaki çocukla da biraz muhabbet ettik ve kendimizi sevdirdik. 

Dondurmalarımızı, yan taraftaki bahçe olan yerde oturup yedik. Dondurmalarımız da bitince yavaş yavaş durağa doğru yürümeye başladık. Durağa giderken bir markete geçip su, çikolata ve sakız alıp çıktık. Durağa vardığımızda bir süre bekledik ve araba geldiğinde hemen kendimizi arabaya attık. 

Arabaya oturur oturmaz düşündüğümüz tek şey ''2 dostun yapabileceği mükemmel şeylerden birini daha yaptık ve daha önce de dediğimiz gibi hiç paramız olmadan müthiş şeyler yapabiliriz.'' oldu. Bunu dile getirmesek de düşüncelerimizin aynı olduğundan emindim. 

Dostluğumuzu yaşatmak için geçirdiğimiz bir gün daha olmuştu. İlerde hatırlayıp konuştuğumuzda yüzümü güldürecek bir anı. 


Fotoğraf: Kübra Kardeş, Hasan Okçu

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.