background img

The New Stuff

Sırça Köşk - Sabahattin Ali

Kürk Mantolu Madonna ile başlayan Sabahattin Ali yolculuğum hemen arkasından Kuyucaklı Yusuf ile devam etmişti. Her iki kitap da benim için ayrı yerlere sahip oldu. Her iki kitabı da tadına vara vara okudum ve kitaplığıma yerleştirdim.

Havaalanında kitapçıda öyle böyle gezinirken denk geldim Sırça Köşk'e de. Hazır öyle kafamda belli bir kitap da yokken alıverdim. Henüz okuyup bitirdim ve bu kitabı da sizlerle paylaşmak istedim.

Az önce de dediğim gibi Sabahattin Ali'nin Madonna'sı ve Kuyucaklı Yusuf'u benim için çok başka. Sırça Köşk ne yazık ki onların yanında yer alamadı benim için. Öyküler nedense bir türlü beni içine almadı, bir türlü adapte olamadım ve beni etkileyen hiçbir yanı olmadı. Olabildiğince düz bir okuma süreci geçirdim. İncecik bir kitap olmasından dolayı da çabucak bitti zaten.

Böylelikle Sabahattin Ali'nin öykücü kişiliğinden çok romancı kişiliği beni etkiliyormuş onu anladım. Bir sonraki okuyacağım kitabı da İçimizdeki Şeytan olacak. Toplamda zaten 3 adet romanı var. Üçlüyü tamamlayıp Sabahattin Ali'yle olan yolculuğumu tamamlamak istiyorum.

Önerme kısmına gelecek olursak tabii ki ''Önermiyorum!'' diyemem. Sonuç olarak ne olursa olsun Sabahattin Ali çok büyük bir üstat ve benim onu eleştirme veyahut kitaplarını önermeme gibi bir durumum söz konusu olamaz. Tabii ki bu da ''Her ne kadar kötü olursa olsun her kitabı okuyun!'' felsefemden kaynaklanıyor bir nevi. Bu sebeple alın okuyun diyeyim ve iş benden çıksın.

Keyifli okumalar!

''Dad... I'm Gay!''

Yepyeni, hüzünlü ama bir yandan da mutluluk veren bir hayat hikâyesi daha...

Birkaç gün önce bir haber sitesinde dolaşırken denk geldim bu videoya. İkiz kardeşler, yeni yılda artık kendilerini kapatmaktan vazgeçip, babalarına da açılarak rahatlamayı seçiyorlar. Telefonda babalarına açılma kararı alan ikiz kardeşler bu anı da kamerayla kaydediyorlar ve YouTube kanallarında paylaşıyorlar. Fenomen ve aynı zamanda manken olan ikiz kardeşlerin o anlarını izleyen herkes eminim ki fazlasıyla duygulanacaktır.


Babalarına eşcinsel olduklarını açıklayan ikizler bir zaman sonra videoda da görüldüğü gibi gözyaşlarına hakim olamıyorlar. ''Baba, biz geyiz.'' dediklerinden sonra babalarının vermiş olduğu tepki ise olayı daha fazla duygusal bir boyuta taşıyor.

Ben de tabii ki sizlerle videoyu paylaşacağım fakat söylemek istediğim çok kısa birkaç şey var. Şimdiye kadar çoğu zaman eşcinsellikle ilgili birçok post paylaştım sizlerle. İyi kötü yorumlar oldu her türlü. Anlayış beklediğim için kötü yorumlara da anlayışlı tavırlar sergiledim.

Geçmiş senelere oranla, her yıl belirli bir kitle yavaş yavaş eşcinsellik konusunda bilinçlenmeye başlıyor. Bizler ne kadar ''insanların algıları değişmez'' diyerek bir önyargı taşıyorsak içimizde, aslında tam tersini gözlemek de imkansız değil. En basitinden Onur Haftası Yürüyüşlerinde her sene artan katılım oranı bunu açık bir şekilde göstermekte.

İnsanlara anlatmak istediğimiz tek bir şey var; Eşcinsellik bir hastalık, bir tercih ya da bir sapkınlık değil.

Bizim için bir kişi çok önemli ve lütfen sen de o ''bir'' kişiden biri ol.

Teşekkürler...


#Mod: Lana Del Rey

Başlığımızdan da anlaşılacağı üzere son zamanlarda modum iyice düşük. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Ayağa kalkmaya bile eriniyor haldeyim. Yatağın içinde sigara içiyorum, ağlak ağlak şarkılar dinleyerek modumu düşürdükçe düşürüyorum. Neyse ki şiddetli bir depresyon yaşamıyorum yoksa daha fena davranışlar sergileyebilirdim. Şu an bunları can sıkıntısı ve üşengeçlik modu altında yapıyorum bi nevi.

Ne yapsam ne etsem diye düşünüyordum ki içimden sizlerle bu dönemim içerisinde dinliyor olduğum playlistimi paylaşmak geldi. Yine başlıktan anlaşılacağı üzere ağırlıklı olarak Lana Del Rey kafası yaşıyorum. Aslında bu gruba Jehan Barbur da giriyor fakat iki gün önce ona ait farklı bir post paylaşmış olduğum için tekrar aynı şarkıları ekleyerek gereksiz yere sizi sıkmak istemedim. Yazının sonunda Jehan Barbur'a ait olan postumun linkini sizlerle paylaşacağım.*

Evet gelelim Lana Del Rey'in beni sürüklediği modlara. İlk olarak, dinlemeye başladığımda tekrar tekrar başa sardığım Summer Wine şarkısını sizlerle paylaşmak istiyorum. 


Tabii ki hemen arkasından West Coast geliyor. West Coastsuz depresyona depresyon demem ben.


Sonrasında yeni keşfetmiş olduğum Shades Of Cool şarkısı var. 


Ve son olarak Once Upon A Dream. 



#YeniKeşif - Jehan Barbur


İskenderunlu, Hristiyan Arap asıllı Jehan Barbur yeni keşfettiğim şarkıcılardan birisi. Yeni keşfetmiş olmaktan aslında biraz utanç duyuyorum. Çünkü hem hemşehrim hem de bir zaman sonra öğrendim ki babalarımız çok yakın arkadaş!

Jehan Barbur, babasının onayını alamadığı için konservatuvar yerine Bilkent Üniversitesi'nde Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünü burslu olarak bitiriyor. Üniversite yıllarında tiyatro ve müzikle uğraşıyor, amatör olarak.


Okul hayatı sonrasında İstanbul'da yaşamaya başlayan Jehan Barbur, canlı müzik yapılan mekanlarda takılmaya başlamış ve yavaş yavaş çevre edinmesi sonrasında kendisi de bir gruba dahil olup sahne almaya başlamış. Daha sonraları kendisine ait bir hayran kitlesi oluşmaya başlamış ve bir arkadaşı sayesinde Bülent Ortaçgil ile tanışmış.

Jehan Barbur'un şu an 4 adet albümü bulunmakta. İlk albümü Uyan, 2009 yılında çıktı. Hayat adlı ikinci albümü 2010'da, Sarı 2012, Sizler Hiç Yokken ise 2014 yılında çıktı.


Jehan Barbur'un sakin ve dinlendirici sesi beni benden alıyor. Gerçekten dinlemeye başladığım zaman bütün bir günüm sadece Jehan ile geçiyor. Türk pop, caz alanında kesinlikle en iyilerden biri. En sevdiğim şarkılarını da sizlerle paylaşmak isterim.

GİDERSEN


KENDİNE ZAMAN VER


ÖYLESİNE 


AŞK HİÇ BİTER Mİ?


Sia - Elastic Heart


Avustralyalı şarkıcı Sia'nın yeni klibi için, daha önceki Chandlier klibinde inanılmaz performansıyla göz kamaştıran Maddie Ziegler ve oyuncu Shia LaBeouf kamera karşısına geçti. Fakat klipte sergilenen performans büyük bir tartışmaya sebep olmuş sosyal medya aleminde.

Ben Maddie'yi izlerken, 12 yaşında olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum. Vücut dilini çok iyi kullanan muhteşem bir dansçı. Henüz bu yaşta bu denli başarılı olması ve olağanüstü performanslarıyla göz doldurması, ileride daha da başarılı olacağını temin ediyor.


Sosyal medya üzerinde çıkan tartışma ise klip üzerine olmuş. Klip için, bir baba kızın ilişkisini anlatıyor diyen de var, ''pedofili'' suçlamalarında bulunanlar da var. Ben klibi izlediğimde oldukça başarılı iki kişinin dans eşliğinde inanılmaz bir oyunculuk sergilediğini görüyorum. Tabii ki klibin de insanların bakış açısına göre değiştiğini düşünüyorum. Fakat şarkı da, izlediğim performans da beni kazandı. Dediğim gibi özellikle Maddie'nin performansı beni benden alıyor. Son zamanlarda da takip ediyor olduğum tek dansçı diyebilirim.


Sosyal medyada gündeme gelen tartışmaya Sia da Twitter hesabından bir açıklamada bulundu: "Tüm diyebileceğim; Maddie ve Shia birbiriyle savaşan iki Sia benliğini canlandıran birer oyuncu. 'Elastic Heart'ı izlerken, farklı şeyler hissedenlerden özür dilerim. Amacım duygusal bir içerik sunmaktı, insanları üzmek değil.” 

Dediğim gibi ben klibi de şarkıyı da çok beğendim. Bakalım sizlerin düşünceleri neler olacak.

Finaller ve Sonrası

Yoğun, yorucu ve uykusuz geçen bir final haftasının hemen ardından tabii ki delicesine özlediğim ailemin yanına gelmek üzere hazırlık yaptım.

Karmakarışık, belirsiz bir sınav haftası geçirdim. Sonuçlarım fena sayılmaz, muhtemelen bütünleme sınavlarına da kalmayacağım fakat beklediğim gibi de sonuçlar almıyorum maalesef. İlk dönem bu tarz bir şey yaşayacağımın ve beklediğim gibi olmayacağını bir şekilde biliyordum zaten. Bildiğiniz üzere ek tercihlerle yerleşmiş olmam da benim için büyük bir dezavantaj bu konuda. Fakat ikinci yarı ile birlikte artık her şeyin rayına oturacağını düşünüyorum.

Edirne'ye alışmam çok zor olmadı. Zaten İstanbul sonrasında en çok istediğim yer Edirne'ydi. Güzel insanlar tanıdım. Yeni yerler ve yeni insanlar ruhuma çok iyi geldi. Zaten ben bu sene şunu anladım, şu an hayatımda olan yeni insanlarla hayatımın bir noktasında eminim ki, kaçınılmaz olarak tanışacaktım zaten. Çok ilginç tesadüfler ve hayatlarımızın çakıştığı yerler olmuş henüz tanışmadığımız zamanlarda. O yüzden o birkaç kişiyi geç bulduğumu düşünerek kaybetmemeye çalışıyorum ve eminim ki onlar da bana aynı düşünce ile yaklaşıyorlar. Buna inanıyorum.

Dediğim gibi, sınavlar sonrasında aileme bir sürpriz yaparak İskenderun'a geldim. Umuyorum ki bütünleme sınavlarına kalmayıp 3 haftamı burada geçireceğim. Eğer kalırsam da ne yazık ki 10 gün sonra okul hayatına pıt pıt pıt geri dönüş yapacağım. 

2 gündür İskenderun'dayım, 2 gündür de evimden dışarı çıkmadım. Biraz dinlenmek ve evimin kokusunu solumak istiyordum çünkü. Yarından sonra (aynı zamanda yarın doğum günüm) zaten açılacağım dışarıya ve tabii ki neler yapıp ettiğimi sizlerle de paylaşacağım. 

Benim sömestr tatilim şu an bu şekilde ilerliyor. Sizlere de iyi tatiller diliyorum. Dolu dolu günler yaşayın!

Mutlu Pazarlar!

Buruşmuş Kağıt Parçası ve Sigara Dumanı

Eve adım atıp, kapıyı arkamdan kapatıyorum. Işıkları açmadan salona geçip, üstümü başımı çıkarmadan atıyorum kendimi koltuğa. Uzun bir süre karanlık odada, siyahımsı duvarı izliyorum. Sanki ondan bir şeyler söylemesini bekler gibi.

Ceplerimi yokluyorum. Kabanımın sol cebine atıyorum elimi. Buruşmuş bir kağıt parçası geçiyor elime. Açıp bakıyorum... O karanlığa alışmış gözlerim, ufak kağıt parçasındaki numarayı oldukça net seçiyor. Boş veriyorum, geri atıyorum cebime. Sağ cebime atıyorum bu sefer de elimi. Sigara paketim ve çakmağım. Yeni paketin jelatinini açıyorum, buruşturup koltuğa, yanıma koyuyorum. Paketten bir sigara çıkarıp, ıslattığım dudaklarımın arasına koyuyorum. Çakmak üçüncü denememde zifiri karanlık odada alev alıp belirli bir bölgeyi aydınlatıyor. Sigaramı ateşliyorum ve çakmağı, buruşturduğum jelatinin yanına koyuyorum.

Sigaradan ilk nefesi asla içime çekemem. Çok pis hissediyorum dumanı. Sanki sonrası oldukça temiz ve zararsızmış gibi...

Derin bir nefes çekiyorum içime. Dışarıya verdiğim dumanın tavana doğru yükselip dağılışını izliyorum. Ve ardından az önce odaklanmış olduğum duvara dönüp bakmaya, beklemeye devam ediyorum.

Sigaram eriyor...

Elimi sol cebime atıp buruşmuş, yıpranmış kağıdı çıkarıyorum tekrar. Diğer elimde de telefonum. Numarayı çeviriyorum...

Telefon açılıyor, ses yok.

''Hazırım... Seni istiyorum!'' diyorum ve cevap beklemeden kapatıyorum telefonu.

Üzerimi çıkarıyorum. Koltuğun üzerindekileri yere savuruyorum. Sehpanın üzerinde söndürdüğüm sigarayı izleyerek uzanıyorum. İki büklüm oluyorum...

Canım acıyor...

Totem ve Tabu - Sigmund Freud

Yeni bir kitap yorumu postuyla herkese merhaba!

Bugün sizlere okuyup bitirmiş olduğum Sigmund Freud'un Totem ve Tabu adlı kitabını yorumlayacağım. 

Öncelikle belirtmek isterim ki, edebiyata olduğu kadar psikolojiye de meraklı bir insanımdır. Düşünmeyi, sorgulamayı, insanları analiz etmeyi seviyorum. Şimdiye kadar ilginçtir ki Freud'un kendi kitaplarını bulamıyordum hiçbir kitapevinde. Sürekli başka yazarların yorumlaması altında bulunan kitaplar vardı. Bunun gibi psikoloji üzerine yazan birçok bilim adamı, filozof, psikiyatristin kitabına da sahip olamadım. 

Yapıyor olduğum bir yolculukta, mola verdiğimiz bir yerde tesadüfen buldum bu kitabı. Görür görmez aldım zaten. 

Kitaba gelecek olursak...

Kitap toplamda 4 bölümden oluşuyor. İlk bölüm haricinde diğer başlıklar kendi içlerinde de başlıklar halinde ayrılmış bir şekilde anlatılıyor. İlk bölüm ensest ilişki üzerine kuramlar ve savunulan görüşlerle birlikte varılan sonuçları ele alıyor. Kitaba karşı olan merakım da aslında bir nevi Freud'un ensest ilişki üzerine kurmuş olduğu düşüncelerinden kaynaklanıyordu. 

Bu bölümde ensest ilişkiyi Freud birden fazla, farklı farklı yollarla anlatmış. Bunu verdiği örneklerle desteklemiş. Zaten kitabın geneli kuramlar üzerine yaşanmış olan, eski topluluklarda, kabilelerde, oymaklarda yaşanılanlar üzerine örnekler ile dolu. 

Kitabın ikinci bölümü Tabular üzerine. Tabu'yu üç farklı başlık altında inceliyor burada da; Düşmanlara Karşı, Hükümdar Tabusu ve Ölüler Tabusu şeklinde. Bunlar arasında en ilgimi çeken ve yaşanmışlıkları beni şaşırtan bölüm Ölüler Tabusu oldu.

Üçüncü bölüm Animizm, Sihir ve Düşüncelerin Salt Erki başlığına sahip. Aynı şekilde tabularla, totemlerle karşılaştırılarak, bağdaştırılarak animizm ve sihir anlatılıyor.

Son bölüm ise Totemizmin Çocukluktaki Yinelemeleri adlı başlık, altında 3 alt başlık olarak bulunuyor. Bunlar; Nominalist Görüşler, Sosyolojik Görüşler ve Psikolojik Görüşler. Bu anlatımlar içerisinde de, kuramlar ve aynı şekilde yaşanmışlık örnekleriyle en çok beni saran kısım Psikolojik Görüşler oldu. 

Aynı zamanda kitapta dikkat ettiğim bir diğer şey ise, Freud çoğunluk olarak kendi görüşlerini dile getirmemiş. Frazer ve Wundt adında iki düşünürün kendi yazmış oldukları kitaplarında bu konu hakkındaki (yazılan her bölümde işlenen konu üzerine) yazmış oldukları kendi fikirleri, gözlemleri ve sonuçları üzerine Freud, uzunca bir şekilde kendi dilinde de yorumlayarak o görüşe katıldığını belirtmiş çoğu kez. Bu rahatsızlık verici bir durum değil bir bakıma. Kitap sürekli örneklerle ve alıntılarla ilerlediği için sıkılmadan, sürekli bir şekilde beyni çalıştırarak, okurken aynı zamanda derin bir düşünmeye ittiği için seri bir okuma gerçekleşiyor.

Özellikle psikolojiye meraklı herkesin bu kitabı okumasını özellikle öneririm. Freud gibi bir düşünüre dair okuduğunuz her şey size bir artı katacaktır. Diğer kitaplarını temin edip okumayı çok istiyorum ben de. Umarım kolayca elde edebilirim. 

Keyifli okumalar!

Yabancı Bardak

Yabancı bir ev, yabancı dört duvar, yabancı kekremsi bir koku ve içinde kahve bulunan yabancı bir bardak... her yudumumda bulunduğum yere daha da yabancılaştıran. Farid Farjad biraz ötemde, elektronik bir cihazın içinde ölesiye ağlatıyor kemanı... beni... seni... onu...

Gel diyor içimdeki insan. Gel ve gir artık şu kapıdan. Dilediğin gibi konuş, istemiyorsan da iki kelamını esirgeme benden. O dudaklarının aralanışını ve bana gönderdiğin harfleri biriktirip kendime yeni bir dünya inşa etme istiyorum. Belki ellerimi tutacağın ve hiç bırakmamayı düşlediğimiz bir dünya...

Kahve azalıyor yavaş yavaş.
Bunlar, şarkının son tınıları.
Bu akan, gözyaşlarımın belki son damlaları.

Bir kahve daha?

Kelebek ve Dalgıç - Jean-Dominique Bauby

Kelebek ve Dalgıç, eskiden müthiş bir hayatı olan, Elle Dergisinin editörü Jean-Do'nun hayatını anlatıyor. Fakat bu kitap, hayatını yazmış olan diğer yazarların kitaplarından çok daha farklı.

Jean-Do, bir gün aniden beyin kanaması geçirir ve o günden sonra eski hayatı noktalanmış olur. Jean-Do'nun sol gözü dışında bütün bedeni felçli kalıyor. Hareket ettirebildiği tek organı göz kapakları. Önce ''evet-hayır'' sorularıyla başlayan bu iletişim, sonrasında göz kırpma hareketleriyle kitap yazmaya kadar ilerliyor.

Kitabı okumayan ve bilmeyen arkadaşlarım şimdi ''Nasıl olabiliyor?'' diye hayret ediyorlardı. Gayet doğal, hemen açıklıyorum: Fransız alfabesi içerisinde en çok kullanılan harfler sırasıyla düzenleniyor. Bu harfler sırasıyla yazıldıktan sonra Jean-Do'ya yavaş bir şekilde söyleniyor. Eğer Jean-Do'nun söylemek istediği kelime söylenen harfle başlıyorsa gözünü kırpıyor ve bu işlem sürekli tekrar ediyor. Harflerden kelimelere, kelimelerden ise cümlelere geçiliyor. 

Ben de kitap yazan biri olarak, iki elimi de kullanarak yazmanın bile ne kadar güç ve zor olduğunu biliyorum. Bir de Jean-Do'nun gerçekleştirmiş olduğu bu inanılmaz mucize gerçekten akıl almaz derecede. 

Kitap, tamamen Jean-Do'nun kendisinden çıkma. Kesinlikle kurgu falan değil. Jean-Do, felçli kalmadan önceki hayatından anılarını, o anki felçli haliyle bağdaştırarak bizlere sunmuş.

Jean-Do 1997 yılında, kitabı yayınlandıktan tam 10 gün sonra hayata gözlerini yummuştur.

Ayrıca belirtmek isterim ki, kitabın 2007 yılında çekilmiş bir filmi de var. Kitabı okuduktan sonra izlemenizi tavsiye ederim. Film sayesinde böylesi bir durumun ne kadar acı ve gerçekten bir mucize, olağanüstü bir başarı olduğunu daha iyi anlayacaksınız. 

Never say never!

Ateşböceğinin Şarkısı - Kristin Hannah

Ateşböceği Yolu... Kristin Hannah'ın okuduğum ilk romanıydı. Beni şaşırtan tesadüfleriyle, birçok kısmında içinde beni barındıran kitap... Muhteşem bir dostluğu anlatan Ateşböceği Yolu, iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla sayfaları çevirttirmişti bana. Sonunda her ne kadar beni ağlatsa da yüzümde tatlı bir tebessüm vardı.

Ardından Hannah'ın tüm kitaplarını aldım, okudum. Okudukça Hannah'a aşık oldum. Okudukça idolüm oldu ve benim için hâlâ zirvede olan bir yazardır.

Bunların arkasından Ateşböceğinin Şarkısı çıktı. Ateşböceği Yolu'nun devamı. Katy ile Tully'nin geri kalan hikâyesi...

Kitabın ilk başları beni deli gibi ağlattı. Belki bu denli duygusal değildir yazılanlar, kitabın ve yazarın benim hayatımdaki yerinin apayrı olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Fakat her halükârda Hannah'ın muhteşem anlatımıyla ve oldukça başarılı kalemiyle karşı karşıya kalıyoruz.

Ateşböceği Yolu adlı romanı okuyan herkesin kesinlikle devamı olan bu kitabı da okumalarını tavsiye ediyorum. Eğer okumayanlarınız varsa öncelikli olarak Ateşböceği Yolu'nu okuyun, hemen arkasına Ateşböceğinin Şarkısı'nı ekleyin. Eminim ki bu kitaba bayılacaksınız.

Keyifli okumalar!

Merry Christmas!

Upuzun bir aradan sonra herkese merhaba arkadaşlar. Hepinizin yeni yılını kutluyorum!

Biliyorsunuz ki uzun zamandır buralarda yokum. Bu yüzden eski formumu yakalamak ve artık bütün günümü hem bloguma hem de yazıyor olduğum yeni kitabıma vermek istediğim için bekledim sabırsızlıkla yeni yılı. Bu yıl beni fazlasıyla yordu. Sınavlar, tercihler, ikinci(ek) tercihler, yerleştirmeler, kayıtlar... derken hiçbir şekilde adam akıllı bloga vakit ayıramadım. Bunu zaten az önce belirtmiş olduğum süreçlerde de attığım postlarda belirtmiştim.

Şu an Edirne'deyim, Halkla İlişkiler ve Tanıtım okuyorum. Okula ve şehre alışma sürecimi de bu üç aylık süreç içerisinde gerçekleştirmiş bulunduğum için artık bloguma ve kitabıma gönül rahatlığıyla ve dinlenmiş bir kafayla vakit ayırabilirim.

Yeni yılda, geçtiğimiz senelerdeki gibi edebiyat ağırlıklı deneme, mensur şiirlerimi sizlerle paylaşacağım. Aynı zamanda okuduğum kitapları sizlerle paylaşıp kendi yorumlarımı belirteceğim. Bu sene ile birlikte blogumda sizlerle ek olarak paylaşacağım şeyler ise; gezip gördüğüm yerler, yaşadığım şehirde beni takip ediyor, okuyor olan takipçilerime de gidip gördüğüm yerleri, mekanları tanıtmak olacak. Bu tabii ki dışarıdan gelecek olan insanlar için de güzel bir rehber olmuş olacak.

Blog dışında şu an yazıyor olduğum, birkaç aydır vakit ayıramadığım ikinci kitabıma da oldukça fazla zaman ayırıp nihayetinde tamamlamak. İlk kitabım ise şu an yayınevinin ikinci incelemesinde ve umuyorum ki en kısa zamanda basılıp, sizlerle olacak.

Güzel günler yaşayalım, güzel bir yıl olsun hepimiz için.

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.