background img

The New Stuff

eşcinsellik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
eşcinsellik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Merhaba sevgili okurlarım. Bugün sizlere, dün izlemiş olduğum bir aile filminden bahsedeceğim. Bu tür postlarımın başında, her zaman belirtmiş olduğum gibi yine aynı şeyi söyleyeceğim: Lütfen bu postumu özellikle homofobik ve transfobik, eşcinsellere karşı şiddetli bir şekilde ön yargı besleyen bireyler okusun. Önceliği onlara veriyorum, çünkü bilmeleri gereken çok şey var...

Film, LİSTAG Aileleri tarafından çekiliyor. Filmin yönetmenliğini Can CANDAN yapıyor.

Uzun metraj bir belgesel olan Benim Çocuğum filminde, aileler çocuklarının küçüklüğünden itibaren her şeylerini anlatmaya başlıyorlar. İlk eşcinsel olduklarını sezdikleri, anladıkları zamanları, çocuklarının onlara açıldığı zamanları, kendilerinin o süreç içerisinde neler yaşadıkları ve kabullenme süreçleri... Her şeyi anlatıyorlar ve anlamanızı istiyorlar.

Filmde, her zaman, her yerde belirttiğimiz gibi, öncelikle eşcinselliğin kesinlikle bir hastalık olmadığı, transeksüelliğin bir hastalık olmadığı. Zaten filmi izlerseniz, ailelerin anlatımından sonra CETAD Psikiyatrisleri size aklınızda olan tüm soruları baştan sona cevaplıyorlar. Empati yapmanızı istiyorlar ve sordukları tek bir soruyla, cinsel yöneliminize dair o ince çizgiyi kalınlaştırıyorlar.

Bu belgesel ne yazık ki benim şehrimde gösterime girmediği için çok üzülmüştüm. Bütün DVD marketleri dolaştım ve bulamadım. İnternete düşmesini bekliyordum ve bir arkadaşım tarafından hediye olarak aldım en sonunda.

İzlerken yer yer ağladım, yer yer de gülümsetti anne babalar beni. Film bittikten sonra içimden, İstanbul'a gittiğimde yapacağım ilk işin LİSTAG ailelerinin yanlarına gidip hepsinin ellerinden öpmek olacağını geçirdim.

Size şiddetle tavsiye ediyorum. Mutlaka bir yerden temin edin ve bir, bir buçuk saatinizi ayırın ve izleyin. Emin olun çok şey öğreneceksiniz ve tüm ön yargılarınızdan arınacaksınız.

Biliyorsunuz amacımız, ön yargısız ve rengarenk bir dünya oluşturmak.

İyi seyirler...

Benim Çocuğum - Film Yorumu

Merhaba sevgili okurlarım. Bugün sizlere, dün izlemiş olduğum bir aile filminden bahsedeceğim. Bu tür postlarımın başında, her zaman belirtmiş olduğum gibi yine aynı şeyi söyleyeceğim: Lütfen bu postumu özellikle homofobik ve transfobik, eşcinsellere karşı şiddetli bir şekilde ön yargı besleyen bireyler okusun. Önceliği onlara veriyorum, çünkü bilmeleri gereken çok şey var...

Film, LİSTAG Aileleri tarafından çekiliyor. Filmin yönetmenliğini Can CANDAN yapıyor.

Uzun metraj bir belgesel olan Benim Çocuğum filminde, aileler çocuklarının küçüklüğünden itibaren her şeylerini anlatmaya başlıyorlar. İlk eşcinsel olduklarını sezdikleri, anladıkları zamanları, çocuklarının onlara açıldığı zamanları, kendilerinin o süreç içerisinde neler yaşadıkları ve kabullenme süreçleri... Her şeyi anlatıyorlar ve anlamanızı istiyorlar.

Filmde, her zaman, her yerde belirttiğimiz gibi, öncelikle eşcinselliğin kesinlikle bir hastalık olmadığı, transeksüelliğin bir hastalık olmadığı. Zaten filmi izlerseniz, ailelerin anlatımından sonra CETAD Psikiyatrisleri size aklınızda olan tüm soruları baştan sona cevaplıyorlar. Empati yapmanızı istiyorlar ve sordukları tek bir soruyla, cinsel yöneliminize dair o ince çizgiyi kalınlaştırıyorlar.

Bu belgesel ne yazık ki benim şehrimde gösterime girmediği için çok üzülmüştüm. Bütün DVD marketleri dolaştım ve bulamadım. İnternete düşmesini bekliyordum ve bir arkadaşım tarafından hediye olarak aldım en sonunda.

İzlerken yer yer ağladım, yer yer de gülümsetti anne babalar beni. Film bittikten sonra içimden, İstanbul'a gittiğimde yapacağım ilk işin LİSTAG ailelerinin yanlarına gidip hepsinin ellerinden öpmek olacağını geçirdim.

Size şiddetle tavsiye ediyorum. Mutlaka bir yerden temin edin ve bir, bir buçuk saatinizi ayırın ve izleyin. Emin olun çok şey öğreneceksiniz ve tüm ön yargılarınızdan arınacaksınız.

Biliyorsunuz amacımız, ön yargısız ve rengarenk bir dünya oluşturmak.

İyi seyirler...


Dün akşam saatlerinde görenleriniz mutlaka olmuştur ki, ''Memelimestan (Eylül Öztürk), Halil Söyletmez, Anıl İlter ve Aykut Yılmaz''ın bulunduğu bir video Twitter ortamına düştü ve herkes tarafından fena halde tepki aldı. Öncelikle söylemek isterim ki, bu yazımı tamamen o videoda bulunan, ismini bir kere daha zikretmek istemediğim insanları kınama amacıyla yazıyorum. Şu an bu yazımı okuyan birey, eğer homofobik veya transfobik bir bireysen lütfen daha dikkatli oku...

Dün internete sızan videoda yukarıda ismi bulunan zaatlardan birisi, eline bir telefon alıyor ve bir travestiyi arıyor. ''Kaça çalışıyorsun?'' gibi bir soru yöneltiyor ve bunun üzerine ağza alınmayacak laflar, küfürler sarf ediliyor.

Sormak isterim, bu tür trans, travesti veya herhangi bir LGBTİ bireyine bu şekilde yaklaşmaktan ne tür bir zevk alıyorsunuz? Sen ki onu işyerinde çalıştırmayan, sen ki o birey sırf eşcinsel olduğu için iş vermeyen? Peki nasıl olur da o bireyin seks işçiliğini ''mecbur kalarak'' yapıyor olmasını yadırgar ve bunu, sözde ''espri'' malzemesi yapabilirsin? Diyecek laf bulamıyorum.

Özellikle o 4 isimden şiddetli derecede kınadığım isim, kadın olan arkadaşımız. Kendileri LGBTİ Onur Haftası Yürüyüşlerinde boy gösteren bir şahsiyetmiş. Fakat videoda görüyoruz ki kendini yırtarcasına gülüyor. Bir kadın olarak ''*m mı bu 200 lira istiyorsun?'' gibi çirkin bir söze katıla katıla gülmesi de tam bir utanç kaynağı. Sen mi savunuyorsun LGBTİ bireylerini? Sen mi destekliyorsun? Senin gibiler mi? Desteklemeyin, hiç gerek yok.

Bu kişilerin kesinlikle yargılanmasını istiyorum ve şiddetle kınıyorum. Bu bir nefret suçudur, bu bir insan ayrımı, cinsiyet ayrımıdır. Nefret suçlarına, nefret cinayetlerine son diyoruz ve bu 4 bireyi kınamaya davet ediyorum sizleri de. Biliyorum ki o güzel yürekleriniz, bu güzel LGBTİ bireylerini bu yolda sonuna kadar koruyup destekleyecek.

SUSMAYIN, HAYKIRIN! EŞCİNSELLER VARDIR!

(İlgili videoyu izlemek için buraya tıklayınız.)

Bu Bir Nefret Suçudur!

Dün akşam saatlerinde görenleriniz mutlaka olmuştur ki, ''Memelimestan (Eylül Öztürk), Halil Söyletmez, Anıl İlter ve Aykut Yılmaz''ın bulunduğu bir video Twitter ortamına düştü ve herkes tarafından fena halde tepki aldı. Öncelikle söylemek isterim ki, bu yazımı tamamen o videoda bulunan, ismini bir kere daha zikretmek istemediğim insanları kınama amacıyla yazıyorum. Şu an bu yazımı okuyan birey, eğer homofobik veya transfobik bir bireysen lütfen daha dikkatli oku...

Dün internete sızan videoda yukarıda ismi bulunan zaatlardan birisi, eline bir telefon alıyor ve bir travestiyi arıyor. ''Kaça çalışıyorsun?'' gibi bir soru yöneltiyor ve bunun üzerine ağza alınmayacak laflar, küfürler sarf ediliyor.

Sormak isterim, bu tür trans, travesti veya herhangi bir LGBTİ bireyine bu şekilde yaklaşmaktan ne tür bir zevk alıyorsunuz? Sen ki onu işyerinde çalıştırmayan, sen ki o birey sırf eşcinsel olduğu için iş vermeyen? Peki nasıl olur da o bireyin seks işçiliğini ''mecbur kalarak'' yapıyor olmasını yadırgar ve bunu, sözde ''espri'' malzemesi yapabilirsin? Diyecek laf bulamıyorum.

Özellikle o 4 isimden şiddetli derecede kınadığım isim, kadın olan arkadaşımız. Kendileri LGBTİ Onur Haftası Yürüyüşlerinde boy gösteren bir şahsiyetmiş. Fakat videoda görüyoruz ki kendini yırtarcasına gülüyor. Bir kadın olarak ''*m mı bu 200 lira istiyorsun?'' gibi çirkin bir söze katıla katıla gülmesi de tam bir utanç kaynağı. Sen mi savunuyorsun LGBTİ bireylerini? Sen mi destekliyorsun? Senin gibiler mi? Desteklemeyin, hiç gerek yok.

Bu kişilerin kesinlikle yargılanmasını istiyorum ve şiddetle kınıyorum. Bu bir nefret suçudur, bu bir insan ayrımı, cinsiyet ayrımıdır. Nefret suçlarına, nefret cinayetlerine son diyoruz ve bu 4 bireyi kınamaya davet ediyorum sizleri de. Biliyorum ki o güzel yürekleriniz, bu güzel LGBTİ bireylerini bu yolda sonuna kadar koruyup destekleyecek.

SUSMAYIN, HAYKIRIN! EŞCİNSELLER VARDIR!

(İlgili videoyu izlemek için buraya tıklayınız.)


''Yine'' bir arkadaşımdan hediye olarak almış olduğum bir kitap. Daha önce Cem Mumcu'nun herhangi bir kitabını okumamıştım,
bu ilk oldu.

Hayat Kırıklığı adlı bu kitapta Cem Mumcu'nun daha önce yazarlık hayatı boyunca yazmış olduğu gazetelerdeki, dergilerdeki
yazılarının bir derlemesi yapılmış. Yani kitap belli bir konu üzerinde yazılmamış. Daha önce yazılanlar toparlanmış ve kitap haline getirilmiş.

Bu vesileyle Cem Mumcu'nun ne kadar çeşitli ve çok sayıda gazete ve dergilerde çalışmış olduğunu da görüyoruz. Bunun yanı sıra, daha çok
birden fazla yazım diline sahip olduğunu görüyoruz.

Anı, deneme, didaktik metinlerle karşılaşıyoruz. Hepsi de birbirinden başarılı ve güçlü bir kalemin vurguları.

Kitapta üzerinde duracağım tek bir konu var. Onun dışında eleştirilecek hiçbir nokta yok.

Eleştireceğim kısım aslında Cem Mumcu'ya değil, Mazhar Osman'a ait.

Mazhar Osman'ın, 1935 tarihinde ''Akıl Hastalıkları'' adlı kitabından alıntılar var. Bu kitabın alıntı yapılan yerleri cinsellikle ilgili olanlar.
Haliyle Mazhar Osman'ın kitabında eşcinsellerden de bahsedilmiş. O zamanın zihniyeti ile, objektif bir biçimde yaklaştım olaya.
Bu sebeple Mazhar Osman'ın eşcinseller hakkında yazmış olduğu sert sözleri (puştlar, soysuzlar, yalancılar, serseriler, sebatsızlar, korkaklar, hayasızlar vs.)
dikkate almadım. Fakat bir yere kadar. ''Eşcinsellik'' başlığı altında yazdığı bu sözlerden sonra ''Lezbiyenler'' başlığı altında da bir yazı yazmış. (Sanki lezbiyenlik eşcinsellikten çok farklı bir durummuş gibi.)

Bu başlık altında yazdığı yazıda da gariptir ki ''Eşcinseller'' başlığı altında erkek eşcinsellere ettiği hakaretlerden eser yok. Daha çok lezbiyenliğin tanımını yapmış. Gayet normal bir şekilde bunu anlatıp paragraf sonuna da ''Ahlak açısından temiz kalırlar...'' yazmış.
Anlamadığım nokta şu: Eşcinsel erkekler ile eşcinsel kadınlar arasındaki fark nedir? Erkekler soysuz, hayasız ama kadınlar sevici, ahlak açısından temiz mi oluyor?

Ne kadar o zamanın zihniyetine göre oldukça objektif yaklaşsam da yazılanlara, ortadaki çelişki kaçınılmaz derecede ortada.

Cem  Mumcu da bu durumdan hoşnut değil tabii ki. Bunu paylaşmasının sebebi de tam olarak bu. Hatta bir bölümünde de ''Eşcinsellik önceden bir hastalık olarak görülüyordu. Neyse ki artık öyle değil. İyi ki de değil.'' demiş.
Bu yorumuyla da beni kazandı.

Kitabı tavsiye eder, okumanızı da isterim açıkçası. Dediğim gibi Cem Mumcu kalemi güçlü yazarlarımızdan. Okunmaya değer olduğunu düşünüyorum.

Hayat Kırıklığı - Cem Mumcu


''Yine'' bir arkadaşımdan hediye olarak almış olduğum bir kitap. Daha önce Cem Mumcu'nun herhangi bir kitabını okumamıştım,
bu ilk oldu.

Hayat Kırıklığı adlı bu kitapta Cem Mumcu'nun daha önce yazarlık hayatı boyunca yazmış olduğu gazetelerdeki, dergilerdeki
yazılarının bir derlemesi yapılmış. Yani kitap belli bir konu üzerinde yazılmamış. Daha önce yazılanlar toparlanmış ve kitap haline getirilmiş.

Bu vesileyle Cem Mumcu'nun ne kadar çeşitli ve çok sayıda gazete ve dergilerde çalışmış olduğunu da görüyoruz. Bunun yanı sıra, daha çok
birden fazla yazım diline sahip olduğunu görüyoruz.

Anı, deneme, didaktik metinlerle karşılaşıyoruz. Hepsi de birbirinden başarılı ve güçlü bir kalemin vurguları.

Kitapta üzerinde duracağım tek bir konu var. Onun dışında eleştirilecek hiçbir nokta yok.

Eleştireceğim kısım aslında Cem Mumcu'ya değil, Mazhar Osman'a ait.

Mazhar Osman'ın, 1935 tarihinde ''Akıl Hastalıkları'' adlı kitabından alıntılar var. Bu kitabın alıntı yapılan yerleri cinsellikle ilgili olanlar.
Haliyle Mazhar Osman'ın kitabında eşcinsellerden de bahsedilmiş. O zamanın zihniyeti ile, objektif bir biçimde yaklaştım olaya.
Bu sebeple Mazhar Osman'ın eşcinseller hakkında yazmış olduğu sert sözleri (puştlar, soysuzlar, yalancılar, serseriler, sebatsızlar, korkaklar, hayasızlar vs.)
dikkate almadım. Fakat bir yere kadar. ''Eşcinsellik'' başlığı altında yazdığı bu sözlerden sonra ''Lezbiyenler'' başlığı altında da bir yazı yazmış. (Sanki lezbiyenlik eşcinsellikten çok farklı bir durummuş gibi.)

Bu başlık altında yazdığı yazıda da gariptir ki ''Eşcinseller'' başlığı altında erkek eşcinsellere ettiği hakaretlerden eser yok. Daha çok lezbiyenliğin tanımını yapmış. Gayet normal bir şekilde bunu anlatıp paragraf sonuna da ''Ahlak açısından temiz kalırlar...'' yazmış.
Anlamadığım nokta şu: Eşcinsel erkekler ile eşcinsel kadınlar arasındaki fark nedir? Erkekler soysuz, hayasız ama kadınlar sevici, ahlak açısından temiz mi oluyor?

Ne kadar o zamanın zihniyetine göre oldukça objektif yaklaşsam da yazılanlara, ortadaki çelişki kaçınılmaz derecede ortada.

Cem  Mumcu da bu durumdan hoşnut değil tabii ki. Bunu paylaşmasının sebebi de tam olarak bu. Hatta bir bölümünde de ''Eşcinsellik önceden bir hastalık olarak görülüyordu. Neyse ki artık öyle değil. İyi ki de değil.'' demiş.
Bu yorumuyla da beni kazandı.

Kitabı tavsiye eder, okumanızı da isterim açıkçası. Dediğim gibi Cem Mumcu kalemi güçlü yazarlarımızdan. Okunmaya değer olduğunu düşünüyorum.


2006 yılında beyin tümörü yüzünden yaşamanı kaybetmiş olan Duygu Asena'nın 2004 yılında yazdığı son kitabı olan Paramparça'yı internette dolaşırken gördüm. Konusunu falan okuyunca da hemen almak istedim.

Özellikle Ece Vahapoğlu'nun Öteki kitabından sonra bu kitabı okumak, öyle güzel oldu ki, sanki çölde aylardır susuz kalmışım da Duygu Asena gelmiş, buz gibi bir bardak dolusu suyu bana uzatmış gibi oldu.

Konu yine eşcinsellik.

Yazmış olduğu zamana göre oldukça büyük bir cesaretlilik örneği gösteren Duygu Asena, harika bir eser çıkarmış ortaya.

Kitabın tam olarak özetini yazma gereği duymuyorum. Oldukça kısa, 150 sayfadan oluşan bir kitap. Bir gün içerisinde kolaylıkla bitirebileceğiniz türden yani. Bu kadar kısa olmasına rağmen, aslında içinde her şeyi tüm gerçekliğiyle fazlasıyla barındırabilmesi ve bunu anlatmak kolay iş değil.

Eşcinselliği ne bir hastalık ne de bir tercih olarak görmüyor Duygu Asena. Ve o zamanlardan beri bu kitabıyla tüm eşcinsellerin rehberi olmuş.

Ben kitaba bayıldım. Bu kadar güzel bir anlatım, bu kadar güzel bir olay örgüsü, bu kitaba aşık olmama sebep oldu.

Eminim sizler de çok seveceksiniz bu kitabı. Ve eğer ki eşcinselliğe karşı tabularınız, ön yargılarınız varsa, bu kitaptan sonra o duvarlar yıkılacak.

Duygu Asena - Paramparça


2006 yılında beyin tümörü yüzünden yaşamanı kaybetmiş olan Duygu Asena'nın 2004 yılında yazdığı son kitabı olan Paramparça'yı internette dolaşırken gördüm. Konusunu falan okuyunca da hemen almak istedim.

Özellikle Ece Vahapoğlu'nun Öteki kitabından sonra bu kitabı okumak, öyle güzel oldu ki, sanki çölde aylardır susuz kalmışım da Duygu Asena gelmiş, buz gibi bir bardak dolusu suyu bana uzatmış gibi oldu.

Konu yine eşcinsellik.

Yazmış olduğu zamana göre oldukça büyük bir cesaretlilik örneği gösteren Duygu Asena, harika bir eser çıkarmış ortaya.

Kitabın tam olarak özetini yazma gereği duymuyorum. Oldukça kısa, 150 sayfadan oluşan bir kitap. Bir gün içerisinde kolaylıkla bitirebileceğiniz türden yani. Bu kadar kısa olmasına rağmen, aslında içinde her şeyi tüm gerçekliğiyle fazlasıyla barındırabilmesi ve bunu anlatmak kolay iş değil.

Eşcinselliği ne bir hastalık ne de bir tercih olarak görmüyor Duygu Asena. Ve o zamanlardan beri bu kitabıyla tüm eşcinsellerin rehberi olmuş.

Ben kitaba bayıldım. Bu kadar güzel bir anlatım, bu kadar güzel bir olay örgüsü, bu kitaba aşık olmama sebep oldu.

Eminim sizler de çok seveceksiniz bu kitabı. Ve eğer ki eşcinselliğe karşı tabularınız, ön yargılarınız varsa, bu kitaptan sonra o duvarlar yıkılacak.


Doğrusunu söylemek gerekirse Ece Vahaoğlu, sevdiğim bir isim değil. Sevmeme sebebim, kendini Ayşe Arman'a benzetmeye çalıştığını düşünmemden kaynaklanıyor. Bilhassa Ömür Gedik'i de bu sebeple sevmiyorum.

Fakat geziyor olduğum bir kitapçıda, bu kitabı görünce tamamen ilgimi çektiğini fark ettim. Elime alıp incelediğimde, isminden de beklediğim gibi bir konuyu ele aldığını fark ettim. Bu konu üzerinde ne kadar kitap varsa okumak ve yorumlamak istediğimden, hiç düşünmeden aldım ve okudum.

Kitabın arka kapağını okuduğumuzda, tesettürlü bir genç kızın, hemcinsine ilgi duymasından bahsettiğini görüyoruz. Toplumumuzda, ne kadar yok sayılan ve ötekileştirilen bir konu olsa da, eşcinselliğin artık bir hastalık veyahut bir tercih olduğunu düşünmekten vazgeçilmesi gerekiyor. Toplumumuz bu konuda oldukça cahil ve aç.

Kitaba gelecek olursak; ben de eşcinselleri destekleyen ve sonuna kadar da yanlarında olan bir birey olarak bu kitabı okumayı çok istedim. Kitap da beklediğim gibi çıkmadı aslında ve çok beğendiğimi de söyleyemem.

Öncelikle Ece Vahapoğlu'nun yazım dilini oldukça basit buldum. Karakterler arası diyaloglar da çok basit bir şekilde kurulmuş ve bu çoğu zaman da gülünç bir durum ortaya çıkarmış.

Kitabın asıl konusunu eşcinsellik sanıyoruz aldığımızda fakat okurken öyle olmadığını fark ediyoruz. Türbanlı kızımız Kübra'nın hemcinsine ilgi duyduğundan bahsedilmiş sadece 1-2 bölüm var. Bu da kitaptaki bir karakterin markete gidip alışveriş yapması gibi olup biten, kısa bir şekilde ele alınmış.

Kitabın arka kapağındaki açıklama üzerine, kitabın ismine baktığımızda 'Öteki' diye bahsedilen kişinin eşcinsel olduğu bahsediliyor gibi bir düşünce uyanıyor kafanızda. Ne yazık ki öyle değil. Öteki kesime ait olanlar eşcinsel bireyler değil, tesettürlü ve dindar bireyler.

Yani anlaşılacağı üzere, kitap aslında bahsedildiği gibi eşcinselliği ele almamış. Dindar olan ve olmayan iki kesimi ele almış ve bunun üzerine yazılmış bir kitap.

Kitabın açıklamasının bu şekilde olması üzerine kafamdaki düşünce sadece Ece Vahapoğlu'nun bu konu üzerinden dikkat çekmeye ve ön plana çıkmaya çalışması oluyor. Üstelik okuduğunuzda Ece Vahapoğlu'nun da eşcinsellik konusunda oldukça bilgisiz olduğunu göreceksinizdir.

Yorumlarımdan anladığınız gibi, kitabı beğenmediğimi söylemeliyim. Okumayın falan demiyorum ama okuyun gibi bir tavsiyede de bulunmuyorum. Karar size kalmış...

Öteki - Ece Vahapoğlu


Doğrusunu söylemek gerekirse Ece Vahaoğlu, sevdiğim bir isim değil. Sevmeme sebebim, kendini Ayşe Arman'a benzetmeye çalıştığını düşünmemden kaynaklanıyor. Bilhassa Ömür Gedik'i de bu sebeple sevmiyorum.

Fakat geziyor olduğum bir kitapçıda, bu kitabı görünce tamamen ilgimi çektiğini fark ettim. Elime alıp incelediğimde, isminden de beklediğim gibi bir konuyu ele aldığını fark ettim. Bu konu üzerinde ne kadar kitap varsa okumak ve yorumlamak istediğimden, hiç düşünmeden aldım ve okudum.

Kitabın arka kapağını okuduğumuzda, tesettürlü bir genç kızın, hemcinsine ilgi duymasından bahsettiğini görüyoruz. Toplumumuzda, ne kadar yok sayılan ve ötekileştirilen bir konu olsa da, eşcinselliğin artık bir hastalık veyahut bir tercih olduğunu düşünmekten vazgeçilmesi gerekiyor. Toplumumuz bu konuda oldukça cahil ve aç.

Kitaba gelecek olursak; ben de eşcinselleri destekleyen ve sonuna kadar da yanlarında olan bir birey olarak bu kitabı okumayı çok istedim. Kitap da beklediğim gibi çıkmadı aslında ve çok beğendiğimi de söyleyemem.

Öncelikle Ece Vahapoğlu'nun yazım dilini oldukça basit buldum. Karakterler arası diyaloglar da çok basit bir şekilde kurulmuş ve bu çoğu zaman da gülünç bir durum ortaya çıkarmış.

Kitabın asıl konusunu eşcinsellik sanıyoruz aldığımızda fakat okurken öyle olmadığını fark ediyoruz. Türbanlı kızımız Kübra'nın hemcinsine ilgi duyduğundan bahsedilmiş sadece 1-2 bölüm var. Bu da kitaptaki bir karakterin markete gidip alışveriş yapması gibi olup biten, kısa bir şekilde ele alınmış.

Kitabın arka kapağındaki açıklama üzerine, kitabın ismine baktığımızda 'Öteki' diye bahsedilen kişinin eşcinsel olduğu bahsediliyor gibi bir düşünce uyanıyor kafanızda. Ne yazık ki öyle değil. Öteki kesime ait olanlar eşcinsel bireyler değil, tesettürlü ve dindar bireyler.

Yani anlaşılacağı üzere, kitap aslında bahsedildiği gibi eşcinselliği ele almamış. Dindar olan ve olmayan iki kesimi ele almış ve bunun üzerine yazılmış bir kitap.

Kitabın açıklamasının bu şekilde olması üzerine kafamdaki düşünce sadece Ece Vahapoğlu'nun bu konu üzerinden dikkat çekmeye ve ön plana çıkmaya çalışması oluyor. Üstelik okuduğunuzda Ece Vahapoğlu'nun da eşcinsellik konusunda oldukça bilgisiz olduğunu göreceksinizdir.

Yorumlarımdan anladığınız gibi, kitabı beğenmediğimi söylemeliyim. Okumayın falan demiyorum ama okuyun gibi bir tavsiyede de bulunmuyorum. Karar size kalmış...


Yeter artık, vazgeçin! Ötekileştirmekten, yadırgamaktan, yok saymaktan, aşağılamaktan, küçük görmekten ve ezmekten vazgeçin!

***

Eşcinsellik kavramı, çok hassas olduğum bir konudur. İnsanlar yanımda bu konu ile ilgili ''gereksiz ve saçma'' açıklamalarda, yorumlarda bulunduğu zaman kendime hakim olamama gibi bir durumum var. Çünkü insanlarda ''herkesi kendi gibi yapmaya çalışma'' düşüncesi ve baskısı var. Ne iğrenç bir düşüncedir bu böyle. Herkes bir olmaz, olamaz ama birlikte olmaya çalışılır. Düşman olmaktan vazgeçip, kardeş olmaya başlayın artık.

Bu konudaki hassasiyetimden dolayı, elimden gelen her türlü yardımda her zaman bulunacağım ve ülkemizde eşcinsel bireylerin artık yok sayılıp, ötekileştirilmesine dur dememiz gerektiğini düşünmekteyim. İleri ki senelerde inşallah bu konuda daha büyük projelerde yer almayı canı gönülden isterim ve tek başıma bile olsam Türkiye'de bu konuyu insanlara kabullendirmek için her türlü savaşı vereceğim. Çünkü eşcinseller de en az sizin kadar özgür olmayı hak ediyor. En azından bir iş, bir arkadaş, bir ev ve en önemlisi bir dost edinmeyi hak ediyor.

***

Hepimizin bildiği gibi, ülkemizde de birçok eşcinsel birey bulunmakta. Ve ne yazık ki hepsi de yukarıda yazdığım muamelelere maruz kalmaktan kurtulamıyor. Çünkü toplumumuzun zihniyetine göre ''Eşcinsel bir birey, hasta bir bireydir.'', ''Eşcinsel olan herkes ölmelidir, yaşamaya hakları yoktur!'' gibi iğrenç düşüncelerle dolmuştur.

Sen kendini nasıl bir üstünlükte hissediyorsun ki, senin gibi yaratılmış birini yok sayabiliyorsun? Ne hakla ona hasta muamelesi gösterip, yaşam haklarını elinden alıp, bir hiçmiş gibi davranıyorsun.


Arkadaşlar... Ülkemizin artık aşması gereken o kadar çok konu var ki. Bunlardan biri de tabii ki eşcinsel vatandaşlara, güvenli bir yaşam hakkı tanımak. İstedikleri şey sadece ''yaşam özgürlüğü'' başka bir şey değil.

Bu sebeple, her yıl Haziran'ın son haftasında düzenlenen Onur Yürüyüşü dün itibariyle başladı. 30 Haziran'a kadar da Taksim'de devam edecek. Milyonlarca eşcinsel orada haklarını arayacak ve milyonlarca heteroseksüel de destek için yanlarında olacak.

Unutmayın, eşcinselleri savunmak sizi de eşcinsel yapmıyor. En azından bu düşünceyi kafanızdan atın ve insanlara ön yargı ve nefret ile yaklaşmak yerine, bir de onu dinleyin, bir şans verin ve el uzatın.

Eşcinsel okuyucularım...

Her zaman söylediğim gibi, hiçbir zaman yalnız değilsiniz, olmayacaksınız da. Bu dünyayı, Türkiye'yi hep beraber, el ele değiştireceğiz. Biliyorum her yerdeyiz!


Aynı zamanda Onur Haftası için sanatçılar tarafından da bir video çekilmiş. Özellikle Yalan Dünya dizisinin oyuncuları, bu konudaki hassasiyetlerini ve görüşlerini, harika bir dille bizlere aktarmışlar. Hepsinin emeğine, düşüncelerine sağlık. 

21. LGBT Onur Haftası (24-30 Haziran 2013)


Yeter artık, vazgeçin! Ötekileştirmekten, yadırgamaktan, yok saymaktan, aşağılamaktan, küçük görmekten ve ezmekten vazgeçin!

***

Eşcinsellik kavramı, çok hassas olduğum bir konudur. İnsanlar yanımda bu konu ile ilgili ''gereksiz ve saçma'' açıklamalarda, yorumlarda bulunduğu zaman kendime hakim olamama gibi bir durumum var. Çünkü insanlarda ''herkesi kendi gibi yapmaya çalışma'' düşüncesi ve baskısı var. Ne iğrenç bir düşüncedir bu böyle. Herkes bir olmaz, olamaz ama birlikte olmaya çalışılır. Düşman olmaktan vazgeçip, kardeş olmaya başlayın artık.

Bu konudaki hassasiyetimden dolayı, elimden gelen her türlü yardımda her zaman bulunacağım ve ülkemizde eşcinsel bireylerin artık yok sayılıp, ötekileştirilmesine dur dememiz gerektiğini düşünmekteyim. İleri ki senelerde inşallah bu konuda daha büyük projelerde yer almayı canı gönülden isterim ve tek başıma bile olsam Türkiye'de bu konuyu insanlara kabullendirmek için her türlü savaşı vereceğim. Çünkü eşcinseller de en az sizin kadar özgür olmayı hak ediyor. En azından bir iş, bir arkadaş, bir ev ve en önemlisi bir dost edinmeyi hak ediyor.

***

Hepimizin bildiği gibi, ülkemizde de birçok eşcinsel birey bulunmakta. Ve ne yazık ki hepsi de yukarıda yazdığım muamelelere maruz kalmaktan kurtulamıyor. Çünkü toplumumuzun zihniyetine göre ''Eşcinsel bir birey, hasta bir bireydir.'', ''Eşcinsel olan herkes ölmelidir, yaşamaya hakları yoktur!'' gibi iğrenç düşüncelerle dolmuştur.

Sen kendini nasıl bir üstünlükte hissediyorsun ki, senin gibi yaratılmış birini yok sayabiliyorsun? Ne hakla ona hasta muamelesi gösterip, yaşam haklarını elinden alıp, bir hiçmiş gibi davranıyorsun.


Arkadaşlar... Ülkemizin artık aşması gereken o kadar çok konu var ki. Bunlardan biri de tabii ki eşcinsel vatandaşlara, güvenli bir yaşam hakkı tanımak. İstedikleri şey sadece ''yaşam özgürlüğü'' başka bir şey değil.

Bu sebeple, her yıl Haziran'ın son haftasında düzenlenen Onur Yürüyüşü dün itibariyle başladı. 30 Haziran'a kadar da Taksim'de devam edecek. Milyonlarca eşcinsel orada haklarını arayacak ve milyonlarca heteroseksüel de destek için yanlarında olacak.

Unutmayın, eşcinselleri savunmak sizi de eşcinsel yapmıyor. En azından bu düşünceyi kafanızdan atın ve insanlara ön yargı ve nefret ile yaklaşmak yerine, bir de onu dinleyin, bir şans verin ve el uzatın.

Eşcinsel okuyucularım...

Her zaman söylediğim gibi, hiçbir zaman yalnız değilsiniz, olmayacaksınız da. Bu dünyayı, Türkiye'yi hep beraber, el ele değiştireceğiz. Biliyorum her yerdeyiz!


Aynı zamanda Onur Haftası için sanatçılar tarafından da bir video çekilmiş. Özellikle Yalan Dünya dizisinin oyuncuları, bu konudaki hassasiyetlerini ve görüşlerini, harika bir dille bizlere aktarmışlar. Hepsinin emeğine, düşüncelerine sağlık. 


Molped reklamından, Emre Komutanım'daki Foto Fato karakteriyle tanıdığımız Nil Erkoçlar, 3 hafta önce kendini öldürüp, asıl olduğunu düşündüğü, Rüzgar olarak istediği hayatta yeniden doğdu.

26 yaşına kadar yaşadığı sıkıntılardan bunalıp, yaşamak ve olmak istediği gibi yaşamını sürdürmeye karar vermiş ve ameliyatla erkek bedenine kavuşmuş.

Her zaman insanların yaşamlarına saygı gösterilmesini savunan ve böyle de yapan biriyimdir. Hiçbir şekilde, hiç kimse seçtiği yaşamdan dolayı yadırganmamalıdır. Eşcinsellik, bir hastalık veya bir tercih değildir. Bir yaradılıştır. Eşcinsel bir kimse, eşcinsel olarak doğmuştur. Saygı gösterilmelidir, göstermeyenler ise bunu dile getirip aşağılayıcı yorumlar yapmak zorunda değiller.

Nil(Rüzgar) Erkoçlar, Ayşe Arman'la yaptığı röportajda, eşcinsel olmadığını, kadınlardan hoşlanmasının tamamen erkeksel duygularla olduğunu söylemiş. Bu gibi bir cesaretlilik örneğine şahsen bu açıklama pek olmadı. Yine de, ünlü ve tanınmış bir sanatçıya göre kesinlikle çok cesurca bir davranış.

Twitter'dan bu olayla ilgili bir çok tweet okudum. Halkımızın çoğu, ciddi anlamda bir gelişme göstermekte bu konularda. Eskisi gibi yadırganmıyor fakat yadırgayanlarda ciddi anlamda sert ve kırıcı yorumlarda bulunuyor. Bu durumu ''ruh hastası'' diye tanımlayan arkadaşların kesinlikle kendilerinde bir ''ruhsal bozukluk'' olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir insanın hayatında verdiği kararlar, kendisi dışında hiç kimseyi alakadar etmez. Cahilce yaklaşmak, ön yargı ile durmak yerine kesinlikle bu gibi hayatları dinleyip, okuyup anlayışlı olmaya çalışmak da kesinlikle en büyük insanlık örneğidir. Düşüncelerinizi yaşadığınız topluma göre yönlendireceğinize, düşüncelerinizle yaşadığınız toplumu yönlendirin diyorum ben.

Bu durumu geyik malzemesi olarak kullanan insanlar da mevcut etrafımızda ne yazık ki. Umuyorum ki etrafımızdaki herkes bir gün bu konuda bilinçlenir ve yadırgamak yerine anlayış göstermeyi seçer.

Birkaç fotoğraf paylaştıktan sonra ardından, Nil(Rüzgar) Erkoçlar'ın Ayşe Arman'la yapmış olduğu röportajın linkini sizlerle paylaşacağım.




Röportaj ve resimlerin devamı için tık tık! 

Nil Erkoçlar'dan Cesaretlilik Örneği

Molped reklamından, Emre Komutanım'daki Foto Fato karakteriyle tanıdığımız Nil Erkoçlar, 3 hafta önce kendini öldürüp, asıl olduğunu düşündüğü, Rüzgar olarak istediği hayatta yeniden doğdu.

26 yaşına kadar yaşadığı sıkıntılardan bunalıp, yaşamak ve olmak istediği gibi yaşamını sürdürmeye karar vermiş ve ameliyatla erkek bedenine kavuşmuş.

Her zaman insanların yaşamlarına saygı gösterilmesini savunan ve böyle de yapan biriyimdir. Hiçbir şekilde, hiç kimse seçtiği yaşamdan dolayı yadırganmamalıdır. Eşcinsellik, bir hastalık veya bir tercih değildir. Bir yaradılıştır. Eşcinsel bir kimse, eşcinsel olarak doğmuştur. Saygı gösterilmelidir, göstermeyenler ise bunu dile getirip aşağılayıcı yorumlar yapmak zorunda değiller.

Nil(Rüzgar) Erkoçlar, Ayşe Arman'la yaptığı röportajda, eşcinsel olmadığını, kadınlardan hoşlanmasının tamamen erkeksel duygularla olduğunu söylemiş. Bu gibi bir cesaretlilik örneğine şahsen bu açıklama pek olmadı. Yine de, ünlü ve tanınmış bir sanatçıya göre kesinlikle çok cesurca bir davranış.

Twitter'dan bu olayla ilgili bir çok tweet okudum. Halkımızın çoğu, ciddi anlamda bir gelişme göstermekte bu konularda. Eskisi gibi yadırganmıyor fakat yadırgayanlarda ciddi anlamda sert ve kırıcı yorumlarda bulunuyor. Bu durumu ''ruh hastası'' diye tanımlayan arkadaşların kesinlikle kendilerinde bir ''ruhsal bozukluk'' olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir insanın hayatında verdiği kararlar, kendisi dışında hiç kimseyi alakadar etmez. Cahilce yaklaşmak, ön yargı ile durmak yerine kesinlikle bu gibi hayatları dinleyip, okuyup anlayışlı olmaya çalışmak da kesinlikle en büyük insanlık örneğidir. Düşüncelerinizi yaşadığınız topluma göre yönlendireceğinize, düşüncelerinizle yaşadığınız toplumu yönlendirin diyorum ben.

Bu durumu geyik malzemesi olarak kullanan insanlar da mevcut etrafımızda ne yazık ki. Umuyorum ki etrafımızdaki herkes bir gün bu konuda bilinçlenir ve yadırgamak yerine anlayış göstermeyi seçer.

Birkaç fotoğraf paylaştıktan sonra ardından, Nil(Rüzgar) Erkoçlar'ın Ayşe Arman'la yapmış olduğu röportajın linkini sizlerle paylaşacağım.




Röportaj ve resimlerin devamı için tık tık! 

Sevgili kitapsever okurlarım. Bugün de sizlere yeni bitirmiş olduğum 'Eşcinsellik ve Yabancılaşma' adlı kitaptan bahsedip, kısa bir eleştiride bulunacağım. Öncelikle bu çalışmanın taslağı 3 - 6 Şubat 1999 günlü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmış ve bir çok eleştiri almış. Bunun üzerine Doğu Perinçek, bu konu hakkındaki yorumlarını kitap haline getirerek Nisan 2000'de basıma vermiş.

Aslında bu kitap için yapılacak çok fazla eleştiri, yorum var ve toplasanız kitabın sayfa sayısını geçer. Ben sizi sıkmadan kısa kısa şeyler yazacağım. Ne kadar ilginizi çeker bilemem fakat yazdıklarımı sabırla okumanızı diliyorum.

Kitapta, ilk başta eşcinselliğin biyolojik ve genetik olduğu düşünceleri yazılıyor fakat ilerleyen bir kaç cümle sonrasında Yunan, Roma, İran, Emevi, Abbasi ve Osmanlı toplumunun eşcinsel ilişkilere girmesi, biyolojik ve genetik bir nedene bağlı olmadığı söyleniyor. Hatta; Sokrates, Platon, Aristo, Harun Reşit, Mevlana, Fatih Sultan Mehmet ve 4. Murat'ın eşcinselliğinin biyolojik ve genetik olarak görülmemesinin aksine, ilişkilerin yüceltildiği söyleniyor.

O zamanların köleci kültürüne göre; ''Kadınlar evlenmek, genç erkekler ise aşık olmak için.'' düşüncesi kabul ediliyormuş. Kadınlar alt sınıf görüldüğü için hiçbir erkek karşı cinsi ile ilişkiye girmez, hep eşcinsel aşk, cinsel ilişki yaşarmış. Şöyledir ki bir kadın ile evlenileceği zaman ise o kadına erkek kıyafetleri giydirilip, saçları kısacık kesilirmiş ki erkek görüntüsüne sahip olabilsin.

Osmanlı döneminden bahsedelim biraz. Osmanlı da ise 2. Beyazıd, oğullarına cariyelerle birlikte eşit sayıda oğlan gönderiyormuş. Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim yazdıkları şiirlerde genç delikanlılara duydukları aşkı dile getirmişler. Ayrıca Şeyh Galib'in, 3. Selim'e olan yakınlığı da aşk ilişkisi olarak tarihe geçmiş.

Son örnek olarak ise Hz Davut, Tevrat'ta, çok sevdiği Yonatan'ı savaşta kaybedince duygusal ilişkisini şöyle açıklamıştır:

''Sen benim için çok tatlı idin;
Senin sevgin benim için şaşılacak şeydi,
Kadının sevgisinden ziyade idi.''

Bu yazılanlara karşılık söyleyeceğim şeyler tabii ki var ve bu yazıyı yazma amacım da bu zaten. Eski zamanlarda eşcinselliğin bu kadar yaygın ve yüce tutulması sonrasında, şu an eşcinsellik neden iğrenç bir şey ve hastalık olarak görülüyor? Etrafımızda bulunan eşcinseller dışlanıp, mutsuzluğa ve hatta ölüme itiliyor?

Kitapta yazılanların doğruluğundan emin değiliz tabii ki fakat her ne olursa olsun eşcinsellik kesinlikle bir hastalık değildir, bir tercih de değildir. Hiç kimse insanların kendisini itip kakmasını ve dışlanmayı tercih etmez. Bir insan nasılsa öyle doğmuştur. Herkes eşit ve aynıdır. Ben bunu bilir, bunu söyler, bunu savunurum.

Eşcinsel okuyucularım varsa da hepsine sevgiler. Hepiniz çok değerlisiniz...

Doğu Perinçek - Eşcinsellik Ve Yabancılaşma

Sevgili kitapsever okurlarım. Bugün de sizlere yeni bitirmiş olduğum 'Eşcinsellik ve Yabancılaşma' adlı kitaptan bahsedip, kısa bir eleştiride bulunacağım. Öncelikle bu çalışmanın taslağı 3 - 6 Şubat 1999 günlü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanmış ve bir çok eleştiri almış. Bunun üzerine Doğu Perinçek, bu konu hakkındaki yorumlarını kitap haline getirerek Nisan 2000'de basıma vermiş.

Aslında bu kitap için yapılacak çok fazla eleştiri, yorum var ve toplasanız kitabın sayfa sayısını geçer. Ben sizi sıkmadan kısa kısa şeyler yazacağım. Ne kadar ilginizi çeker bilemem fakat yazdıklarımı sabırla okumanızı diliyorum.

Kitapta, ilk başta eşcinselliğin biyolojik ve genetik olduğu düşünceleri yazılıyor fakat ilerleyen bir kaç cümle sonrasında Yunan, Roma, İran, Emevi, Abbasi ve Osmanlı toplumunun eşcinsel ilişkilere girmesi, biyolojik ve genetik bir nedene bağlı olmadığı söyleniyor. Hatta; Sokrates, Platon, Aristo, Harun Reşit, Mevlana, Fatih Sultan Mehmet ve 4. Murat'ın eşcinselliğinin biyolojik ve genetik olarak görülmemesinin aksine, ilişkilerin yüceltildiği söyleniyor.

O zamanların köleci kültürüne göre; ''Kadınlar evlenmek, genç erkekler ise aşık olmak için.'' düşüncesi kabul ediliyormuş. Kadınlar alt sınıf görüldüğü için hiçbir erkek karşı cinsi ile ilişkiye girmez, hep eşcinsel aşk, cinsel ilişki yaşarmış. Şöyledir ki bir kadın ile evlenileceği zaman ise o kadına erkek kıyafetleri giydirilip, saçları kısacık kesilirmiş ki erkek görüntüsüne sahip olabilsin.

Osmanlı döneminden bahsedelim biraz. Osmanlı da ise 2. Beyazıd, oğullarına cariyelerle birlikte eşit sayıda oğlan gönderiyormuş. Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim yazdıkları şiirlerde genç delikanlılara duydukları aşkı dile getirmişler. Ayrıca Şeyh Galib'in, 3. Selim'e olan yakınlığı da aşk ilişkisi olarak tarihe geçmiş.

Son örnek olarak ise Hz Davut, Tevrat'ta, çok sevdiği Yonatan'ı savaşta kaybedince duygusal ilişkisini şöyle açıklamıştır:

''Sen benim için çok tatlı idin;
Senin sevgin benim için şaşılacak şeydi,
Kadının sevgisinden ziyade idi.''

Bu yazılanlara karşılık söyleyeceğim şeyler tabii ki var ve bu yazıyı yazma amacım da bu zaten. Eski zamanlarda eşcinselliğin bu kadar yaygın ve yüce tutulması sonrasında, şu an eşcinsellik neden iğrenç bir şey ve hastalık olarak görülüyor? Etrafımızda bulunan eşcinseller dışlanıp, mutsuzluğa ve hatta ölüme itiliyor?

Kitapta yazılanların doğruluğundan emin değiliz tabii ki fakat her ne olursa olsun eşcinsellik kesinlikle bir hastalık değildir, bir tercih de değildir. Hiç kimse insanların kendisini itip kakmasını ve dışlanmayı tercih etmez. Bir insan nasılsa öyle doğmuştur. Herkes eşit ve aynıdır. Ben bunu bilir, bunu söyler, bunu savunurum.

Eşcinsel okuyucularım varsa da hepsine sevgiler. Hepiniz çok değerlisiniz...


Arka Sokaklar 7 sezondur devam etmekte olan bir polisiye dizisi. Hiçbir bölümünü doğru düzgün izlemedim, izlediğim zamanda hoşuma gitmedi. Sürekli aynı konular, aynı şeyler deyip izlemiyordum.

Geçtiğimiz haftalarda 258. bölümünde değindiği konu ile Arka Sokaklar benim için büyük bir adım attı. Günümüzde, eşcinsellere olan desteğin artmasının yanında namus cinayetleri de aynı şekilde artmaktadır. Arka Sokaklar da bu bölümünde bu konuya değinmiştir.

Eşcinsel olduğu için ailesi tarafından öldürülmek istenen Tufan, İstanbul'da okumaktadır. Cengiz adında bir de erkek arkadaşı vardır. Abisinin ve kendi üzerine olan evlerinde sevgilisi ile yaşamaktadır. Gazetede çıkan bir haber ile şehirlerinden İstanbul'a gelen baba ve abi, Tufan ve Cengiz'in peşine düşerler. Abi, önce Cengiz'i yaralar. Cengiz ve Tufan durumdan şikayetçi değildir. Daha sonra, babasının hastalığının ilerlemekte olduğunu öğrenen Tufan, babasının ameliyatı için gerekli olan 15 bin tl için fuhuşa girer ve bir adamı öldürerek o adamın arabasını satarak 15 bin tl'yi babasına götürür. Babası da parayı kabul etmeyerek silahını belinden çıkarıp Tufan'a doğrultur. Artık pes eden Tufan, babasının önünde diz çökerek ''Beni vur baba ama vurmadan önce bu parayla ameliyat olacağına söz ver, öyle vur.'' sözlerinin ardından babasının açtığı ateş ile ölür. 



Ekip ise bu süreç içerisinde hem Tufan'a hem de Cengiz'e destek olmuştur. Eşcinsellerin de özgürce yaşama haklarının olduğunu ve cinsel tercihleri nedeniyle hiçbir bireyin bu gibi durumlarla karşı karşıya kalmaması gerektiğini, bu olayların üzerine oyuncular kendi replikleriyle savunmuşlardır.

Bu bölüm ile ayrımcılığa değinen ve eşcinsellere destek veren cesur sahneleriyle Arka Sokaklar bence büyük bir adım attı. Umarım bu bölümle de verilmek istenilen mesajı almış olanlar vardır.

Günümüzde eşcinsellere destek amaçlı yapılan filmlerin artışta olduğu da söz konusudur. Fakat hiçbir dizi de bunu görmemekteyiz. Arka Sokaklardan sonra toplumu bilinçlendirme amaçlı bu gibi sahneler umarım karşımıza çıkar.

Tüm eşcinsel okuyucularıma sevgilerimle...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''

Arka Sokaklar'dan Büyük Destek


Arka Sokaklar 7 sezondur devam etmekte olan bir polisiye dizisi. Hiçbir bölümünü doğru düzgün izlemedim, izlediğim zamanda hoşuma gitmedi. Sürekli aynı konular, aynı şeyler deyip izlemiyordum.

Geçtiğimiz haftalarda 258. bölümünde değindiği konu ile Arka Sokaklar benim için büyük bir adım attı. Günümüzde, eşcinsellere olan desteğin artmasının yanında namus cinayetleri de aynı şekilde artmaktadır. Arka Sokaklar da bu bölümünde bu konuya değinmiştir.

Eşcinsel olduğu için ailesi tarafından öldürülmek istenen Tufan, İstanbul'da okumaktadır. Cengiz adında bir de erkek arkadaşı vardır. Abisinin ve kendi üzerine olan evlerinde sevgilisi ile yaşamaktadır. Gazetede çıkan bir haber ile şehirlerinden İstanbul'a gelen baba ve abi, Tufan ve Cengiz'in peşine düşerler. Abi, önce Cengiz'i yaralar. Cengiz ve Tufan durumdan şikayetçi değildir. Daha sonra, babasının hastalığının ilerlemekte olduğunu öğrenen Tufan, babasının ameliyatı için gerekli olan 15 bin tl için fuhuşa girer ve bir adamı öldürerek o adamın arabasını satarak 15 bin tl'yi babasına götürür. Babası da parayı kabul etmeyerek silahını belinden çıkarıp Tufan'a doğrultur. Artık pes eden Tufan, babasının önünde diz çökerek ''Beni vur baba ama vurmadan önce bu parayla ameliyat olacağına söz ver, öyle vur.'' sözlerinin ardından babasının açtığı ateş ile ölür. 



Ekip ise bu süreç içerisinde hem Tufan'a hem de Cengiz'e destek olmuştur. Eşcinsellerin de özgürce yaşama haklarının olduğunu ve cinsel tercihleri nedeniyle hiçbir bireyin bu gibi durumlarla karşı karşıya kalmaması gerektiğini, bu olayların üzerine oyuncular kendi replikleriyle savunmuşlardır.

Bu bölüm ile ayrımcılığa değinen ve eşcinsellere destek veren cesur sahneleriyle Arka Sokaklar bence büyük bir adım attı. Umarım bu bölümle de verilmek istenilen mesajı almış olanlar vardır.

Günümüzde eşcinsellere destek amaçlı yapılan filmlerin artışta olduğu da söz konusudur. Fakat hiçbir dizi de bunu görmemekteyiz. Arka Sokaklardan sonra toplumu bilinçlendirme amaçlı bu gibi sahneler umarım karşımıza çıkar.

Tüm eşcinsel okuyucularıma sevgilerimle...

''Dilerseniz bloguma, sayfanın üst köşesinde bulunan Bumerang Ödülleri Adayı şablonundan oy verebilir ve bana destek olabilirsiniz. Oylarınız tamamen ücretsizdir. Teşekkürler.''


Dualar Bobby İçin, tesadüfen bir sosyal paylaşım sitesinde denk geldiğim bir film oldu. Biraz araştırdıktan sonra izlemenin en doğru seçenek olacağını düşündüm.

Dualar Bobby İçin, gerçek bir yaşam hikayesini anlatıyor. Ocak 2009 yılında ilk gösterime giren bir televizyon filmi. Leroy F. Aarons'un, A Mother's Coming to Terms with the Suicide of Her Gay Son adlı kitabından uyarlanmıştır. 17 yaşındaki genç bir eşcinselin yaşadığı dramı ele alan Dualar Bobby İçin, Seattle Gey ve Lezbiyen Film Festivali'nde İzleyici Gözdesi Ödülü'nü kazandı.

Annesinin ve o cemaatin homofobisi yüzünden intihar eden Bobby, intiharının üzerinden seneler geçmesine rağmen annesi eşcinsellik hakkında araştırmalarını genişletmiş, bu gibi eşcinsel hakları toplantılarına katılmış, derneklerine gitmiştir. Nihayetinde oğlunun ve eşcinselliğin bir hastalık ve bir tercih olmadığını, bir yaradılış, farklı bir varoluş olduğunu kabullenmiştir. Bunu kabul ettiği anda, oğlunun ölümünden kendisini sorumlu tutar.

Filmin her bir sahnesi bir diğer sahnesinden başarılı ve özenerek çekilmiştir. Duygularınıza ve kalbinize hitap eden bu film, eşcinsellik tabularını yıkmak için oldukça başarılı bir film. Eşcinsel konulu önereceğim filmler arasında ilk yere yerleşen bu filmi çok beğeneceksiniz. Özellikle son sahnesi fazlasıyla etkileyici ve ağlamanıza neden olabilecek türden. Umarım izler ve memnun kalırsınız.

Son olarak şunları söylemek isterim; Eşcinsel konulu filmler, günümüzde daha da yaygınlaşmaya başladı. Nedeni ise her toplumun eşcinselliğe karşı tabularının artık yıkılmasının istenmesi ve artık eşcinsellere de hak ve özgürlüklerinin tanınması, onların hiçbirimizden farklı olmadığını göstermek istenmesidir. Çoğu da işe yarıyor ve daha da yarayacaktır diye umuyorum. İyi seyirler.

FRAGMAN: 



Dualar Bobby İçin / Prayers for Bobby


Dualar Bobby İçin, tesadüfen bir sosyal paylaşım sitesinde denk geldiğim bir film oldu. Biraz araştırdıktan sonra izlemenin en doğru seçenek olacağını düşündüm.

Dualar Bobby İçin, gerçek bir yaşam hikayesini anlatıyor. Ocak 2009 yılında ilk gösterime giren bir televizyon filmi. Leroy F. Aarons'un, A Mother's Coming to Terms with the Suicide of Her Gay Son adlı kitabından uyarlanmıştır. 17 yaşındaki genç bir eşcinselin yaşadığı dramı ele alan Dualar Bobby İçin, Seattle Gey ve Lezbiyen Film Festivali'nde İzleyici Gözdesi Ödülü'nü kazandı.

Annesinin ve o cemaatin homofobisi yüzünden intihar eden Bobby, intiharının üzerinden seneler geçmesine rağmen annesi eşcinsellik hakkında araştırmalarını genişletmiş, bu gibi eşcinsel hakları toplantılarına katılmış, derneklerine gitmiştir. Nihayetinde oğlunun ve eşcinselliğin bir hastalık ve bir tercih olmadığını, bir yaradılış, farklı bir varoluş olduğunu kabullenmiştir. Bunu kabul ettiği anda, oğlunun ölümünden kendisini sorumlu tutar.

Filmin her bir sahnesi bir diğer sahnesinden başarılı ve özenerek çekilmiştir. Duygularınıza ve kalbinize hitap eden bu film, eşcinsellik tabularını yıkmak için oldukça başarılı bir film. Eşcinsel konulu önereceğim filmler arasında ilk yere yerleşen bu filmi çok beğeneceksiniz. Özellikle son sahnesi fazlasıyla etkileyici ve ağlamanıza neden olabilecek türden. Umarım izler ve memnun kalırsınız.

Son olarak şunları söylemek isterim; Eşcinsel konulu filmler, günümüzde daha da yaygınlaşmaya başladı. Nedeni ise her toplumun eşcinselliğe karşı tabularının artık yıkılmasının istenmesi ve artık eşcinsellere de hak ve özgürlüklerinin tanınması, onların hiçbirimizden farklı olmadığını göstermek istenmesidir. Çoğu da işe yarıyor ve daha da yarayacaktır diye umuyorum. İyi seyirler.

FRAGMAN: 




Ali ile Ramazan daha önceden görmüş olduğum bir kitap fakat kapağı ilgimi çekmediğinden, arkasını dahi okumamıştım. Aradan bir yıl geçti ve bir arkadaşım bana hediye amaçlı bu kitabı alıyor ve veriyor. Okudum, ağladım ve bitmesini hiç istemedim. Çok nadir olur, bitmesini istemediğim kitaplar. Ali ile Ramazan da o nadir kitaplar arasında en başı aldı.

Perihan Mağden'in yazmış olduğu Ali ile Ramazan'ın ilk baskısı Şubat 2010'da gerçekleşti. Roman; yasak, ötekileştirilmiş, dışlanmış, itilmiş ve toplumda yok sayılmış iki aşığı anlatıyor. Gerçek aşkı, Ali ile Ramazan'ı.

Kitabın içeriğinden fazla bahsetmek istemiyorum, çünkü daha okumayan çok fazla sayıda kişi vardı. Arka kapağını okuyup, iğrenerek fırlatmış binlerce kişi geliyor gözümün önüne. Fakat kesinlikle okunmalı ve okutulması gerekilen bir kitap, Ali ile Ramazan.

Ali ile Ramazan, birbirlerine bağlandılar. Onlar temizdi, onlar aşıktı ama yaşadıkları yer temiz değildi. Yaşamak, aşklarını yaşatmak istediler ama yaşadıkları toplum buna engel oldu. Yaşadıkları hayat, onlara göre değildi. Dayanamadı Ali, Ramazan'ından hiçbir zaman vazgeçmedi, o nereye giderse o da oraya gitti, peşinden gitti...

...

Ön yargılarla yaklaşılsa da herkesin okumasını istediğim ve tavsiye ettiğim bir kitap. Özellikle zaten ön yargıyla yakalaşan insanlara okutulması gerekilen bir kitap olduğunu düşünüyorum. Ali ile Ramazan, mükemmel. Okurken gözyaşlarınızı tutamayacaksınız ve Ali ile Ramazan'la yaşayacaksınız.

Ali ile Ramazan - Perihan Mağden

Ali ile Ramazan daha önceden görmüş olduğum bir kitap fakat kapağı ilgimi çekmediğinden, arkasını dahi okumamıştım. Aradan bir yıl geçti ve bir arkadaşım bana hediye amaçlı bu kitabı alıyor ve veriyor. Okudum, ağladım ve bitmesini hiç istemedim. Çok nadir olur, bitmesini istemediğim kitaplar. Ali ile Ramazan da o nadir kitaplar arasında en başı aldı.

Perihan Mağden'in yazmış olduğu Ali ile Ramazan'ın ilk baskısı Şubat 2010'da gerçekleşti. Roman; yasak, ötekileştirilmiş, dışlanmış, itilmiş ve toplumda yok sayılmış iki aşığı anlatıyor. Gerçek aşkı, Ali ile Ramazan'ı.

Kitabın içeriğinden fazla bahsetmek istemiyorum, çünkü daha okumayan çok fazla sayıda kişi vardı. Arka kapağını okuyup, iğrenerek fırlatmış binlerce kişi geliyor gözümün önüne. Fakat kesinlikle okunmalı ve okutulması gerekilen bir kitap, Ali ile Ramazan.

Ali ile Ramazan, birbirlerine bağlandılar. Onlar temizdi, onlar aşıktı ama yaşadıkları yer temiz değildi. Yaşamak, aşklarını yaşatmak istediler ama yaşadıkları toplum buna engel oldu. Yaşadıkları hayat, onlara göre değildi. Dayanamadı Ali, Ramazan'ından hiçbir zaman vazgeçmedi, o nereye giderse o da oraya gitti, peşinden gitti...

...

Ön yargılarla yaklaşılsa da herkesin okumasını istediğim ve tavsiye ettiğim bir kitap. Özellikle zaten ön yargıyla yakalaşan insanlara okutulması gerekilen bir kitap olduğunu düşünüyorum. Ali ile Ramazan, mükemmel. Okurken gözyaşlarınızı tutamayacaksınız ve Ali ile Ramazan'la yaşayacaksınız.

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.