background img

The New Stuff

telefon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
telefon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yepyeni, hüzünlü ama bir yandan da mutluluk veren bir hayat hikâyesi daha...

Birkaç gün önce bir haber sitesinde dolaşırken denk geldim bu videoya. İkiz kardeşler, yeni yılda artık kendilerini kapatmaktan vazgeçip, babalarına da açılarak rahatlamayı seçiyorlar. Telefonda babalarına açılma kararı alan ikiz kardeşler bu anı da kamerayla kaydediyorlar ve YouTube kanallarında paylaşıyorlar. Fenomen ve aynı zamanda manken olan ikiz kardeşlerin o anlarını izleyen herkes eminim ki fazlasıyla duygulanacaktır.


Babalarına eşcinsel olduklarını açıklayan ikizler bir zaman sonra videoda da görüldüğü gibi gözyaşlarına hakim olamıyorlar. ''Baba, biz geyiz.'' dediklerinden sonra babalarının vermiş olduğu tepki ise olayı daha fazla duygusal bir boyuta taşıyor.

Ben de tabii ki sizlerle videoyu paylaşacağım fakat söylemek istediğim çok kısa birkaç şey var. Şimdiye kadar çoğu zaman eşcinsellikle ilgili birçok post paylaştım sizlerle. İyi kötü yorumlar oldu her türlü. Anlayış beklediğim için kötü yorumlara da anlayışlı tavırlar sergiledim.

Geçmiş senelere oranla, her yıl belirli bir kitle yavaş yavaş eşcinsellik konusunda bilinçlenmeye başlıyor. Bizler ne kadar ''insanların algıları değişmez'' diyerek bir önyargı taşıyorsak içimizde, aslında tam tersini gözlemek de imkansız değil. En basitinden Onur Haftası Yürüyüşlerinde her sene artan katılım oranı bunu açık bir şekilde göstermekte.

İnsanlara anlatmak istediğimiz tek bir şey var; Eşcinsellik bir hastalık, bir tercih ya da bir sapkınlık değil.

Bizim için bir kişi çok önemli ve lütfen sen de o ''bir'' kişiden biri ol.

Teşekkürler...

''Dad... I'm Gay!''

Yepyeni, hüzünlü ama bir yandan da mutluluk veren bir hayat hikâyesi daha...

Birkaç gün önce bir haber sitesinde dolaşırken denk geldim bu videoya. İkiz kardeşler, yeni yılda artık kendilerini kapatmaktan vazgeçip, babalarına da açılarak rahatlamayı seçiyorlar. Telefonda babalarına açılma kararı alan ikiz kardeşler bu anı da kamerayla kaydediyorlar ve YouTube kanallarında paylaşıyorlar. Fenomen ve aynı zamanda manken olan ikiz kardeşlerin o anlarını izleyen herkes eminim ki fazlasıyla duygulanacaktır.


Babalarına eşcinsel olduklarını açıklayan ikizler bir zaman sonra videoda da görüldüğü gibi gözyaşlarına hakim olamıyorlar. ''Baba, biz geyiz.'' dediklerinden sonra babalarının vermiş olduğu tepki ise olayı daha fazla duygusal bir boyuta taşıyor.

Ben de tabii ki sizlerle videoyu paylaşacağım fakat söylemek istediğim çok kısa birkaç şey var. Şimdiye kadar çoğu zaman eşcinsellikle ilgili birçok post paylaştım sizlerle. İyi kötü yorumlar oldu her türlü. Anlayış beklediğim için kötü yorumlara da anlayışlı tavırlar sergiledim.

Geçmiş senelere oranla, her yıl belirli bir kitle yavaş yavaş eşcinsellik konusunda bilinçlenmeye başlıyor. Bizler ne kadar ''insanların algıları değişmez'' diyerek bir önyargı taşıyorsak içimizde, aslında tam tersini gözlemek de imkansız değil. En basitinden Onur Haftası Yürüyüşlerinde her sene artan katılım oranı bunu açık bir şekilde göstermekte.

İnsanlara anlatmak istediğimiz tek bir şey var; Eşcinsellik bir hastalık, bir tercih ya da bir sapkınlık değil.

Bizim için bir kişi çok önemli ve lütfen sen de o ''bir'' kişiden biri ol.

Teşekkürler...


Eve adım atıp, kapıyı arkamdan kapatıyorum. Işıkları açmadan salona geçip, üstümü başımı çıkarmadan atıyorum kendimi koltuğa. Uzun bir süre karanlık odada, siyahımsı duvarı izliyorum. Sanki ondan bir şeyler söylemesini bekler gibi.

Ceplerimi yokluyorum. Kabanımın sol cebine atıyorum elimi. Buruşmuş bir kağıt parçası geçiyor elime. Açıp bakıyorum... O karanlığa alışmış gözlerim, ufak kağıt parçasındaki numarayı oldukça net seçiyor. Boş veriyorum, geri atıyorum cebime. Sağ cebime atıyorum bu sefer de elimi. Sigara paketim ve çakmağım. Yeni paketin jelatinini açıyorum, buruşturup koltuğa, yanıma koyuyorum. Paketten bir sigara çıkarıp, ıslattığım dudaklarımın arasına koyuyorum. Çakmak üçüncü denememde zifiri karanlık odada alev alıp belirli bir bölgeyi aydınlatıyor. Sigaramı ateşliyorum ve çakmağı, buruşturduğum jelatinin yanına koyuyorum.

Sigaradan ilk nefesi asla içime çekemem. Çok pis hissediyorum dumanı. Sanki sonrası oldukça temiz ve zararsızmış gibi...

Derin bir nefes çekiyorum içime. Dışarıya verdiğim dumanın tavana doğru yükselip dağılışını izliyorum. Ve ardından az önce odaklanmış olduğum duvara dönüp bakmaya, beklemeye devam ediyorum.

Sigaram eriyor...

Elimi sol cebime atıp buruşmuş, yıpranmış kağıdı çıkarıyorum tekrar. Diğer elimde de telefonum. Numarayı çeviriyorum...

Telefon açılıyor, ses yok.

''Hazırım... Seni istiyorum!'' diyorum ve cevap beklemeden kapatıyorum telefonu.

Üzerimi çıkarıyorum. Koltuğun üzerindekileri yere savuruyorum. Sehpanın üzerinde söndürdüğüm sigarayı izleyerek uzanıyorum. İki büklüm oluyorum...

Canım acıyor...

Buruşmuş Kağıt Parçası ve Sigara Dumanı

Eve adım atıp, kapıyı arkamdan kapatıyorum. Işıkları açmadan salona geçip, üstümü başımı çıkarmadan atıyorum kendimi koltuğa. Uzun bir süre karanlık odada, siyahımsı duvarı izliyorum. Sanki ondan bir şeyler söylemesini bekler gibi.

Ceplerimi yokluyorum. Kabanımın sol cebine atıyorum elimi. Buruşmuş bir kağıt parçası geçiyor elime. Açıp bakıyorum... O karanlığa alışmış gözlerim, ufak kağıt parçasındaki numarayı oldukça net seçiyor. Boş veriyorum, geri atıyorum cebime. Sağ cebime atıyorum bu sefer de elimi. Sigara paketim ve çakmağım. Yeni paketin jelatinini açıyorum, buruşturup koltuğa, yanıma koyuyorum. Paketten bir sigara çıkarıp, ıslattığım dudaklarımın arasına koyuyorum. Çakmak üçüncü denememde zifiri karanlık odada alev alıp belirli bir bölgeyi aydınlatıyor. Sigaramı ateşliyorum ve çakmağı, buruşturduğum jelatinin yanına koyuyorum.

Sigaradan ilk nefesi asla içime çekemem. Çok pis hissediyorum dumanı. Sanki sonrası oldukça temiz ve zararsızmış gibi...

Derin bir nefes çekiyorum içime. Dışarıya verdiğim dumanın tavana doğru yükselip dağılışını izliyorum. Ve ardından az önce odaklanmış olduğum duvara dönüp bakmaya, beklemeye devam ediyorum.

Sigaram eriyor...

Elimi sol cebime atıp buruşmuş, yıpranmış kağıdı çıkarıyorum tekrar. Diğer elimde de telefonum. Numarayı çeviriyorum...

Telefon açılıyor, ses yok.

''Hazırım... Seni istiyorum!'' diyorum ve cevap beklemeden kapatıyorum telefonu.

Üzerimi çıkarıyorum. Koltuğun üzerindekileri yere savuruyorum. Sehpanın üzerinde söndürdüğüm sigarayı izleyerek uzanıyorum. İki büklüm oluyorum...

Canım acıyor...







Sadece istedi ve gittim. İlk buluşmamız olacaktı ve fazlasıyla aceleye gelmişti. Normalde böyle değilimdir, bir farklı geldi sadece. Karşısında otururken yüzüne bakamadım. Dergileri falan karıştırdım. Sorular sorduğunda bakıyordum sadece gözlerine, belki en fazla 3 saniye bakabiliyordum. 

Fazla iyi bir gün değildi, sanki bomboş duraklarda yağmurlu bir havada onu bekliyormuş gibi hissediyordum kendimi. Gelmiyordu. 

Akşam olduğunda telefonuma mesaj attı. Konuşmaya başladık öylece. Konuştukça konuşasım, sabaha kadar sadece mesajlaşmak istiyordum sanki. Sorduğu tek bir soruya şimdi 'Anlamadım?' dediğim için pişmanlıktan kahroluyorum. Şimdi karşıma çıksa, 'anladım!' diye defalarca gözlerine bakarak haykırırdım. 

Ertesi günü için de bir plan yaptık. Buluştuğumuzda arkadaşları vardı ve gitmek için bahaneler bulmaya çalışıyordu. Bir arkadaşının yardımıyla uzaklaştık oradan ve yemeğe gittik. Aç değildim ve bunu defalarca söylemiştim. Yemediğim için zorla yediriyordu bana. Beni karşısına alıp ''Gözlerine bakamıyorum, şöyle otur.'' diyordu. Susuyordum ve dediğini yapıyordum. O gözlerimin içine öyle masum ve temiz bakıyordu ki, gülümsüyordum sadece.

O günden sonrasının böyle olacağını bilseydim, o günü asla bitirmek istemezdim. Belki sabahlara kadar yanından gitmez, bütün saatlerimi onunla geçirirdim. Şimdi bir mesajına muhtacım sadece. Gözlerime bakmana muhtacım. Sorduğunda söyleyemedim, olmadı. İnsanın yaşadıkları, içinde öyle bir büyüyor ki, korkuyla... söyleyemiyor hiçbir şey. Özür dilerim, seni seviyorum. 

Özür Dilerim, Seni Seviyorum







Sadece istedi ve gittim. İlk buluşmamız olacaktı ve fazlasıyla aceleye gelmişti. Normalde böyle değilimdir, bir farklı geldi sadece. Karşısında otururken yüzüne bakamadım. Dergileri falan karıştırdım. Sorular sorduğunda bakıyordum sadece gözlerine, belki en fazla 3 saniye bakabiliyordum. 

Fazla iyi bir gün değildi, sanki bomboş duraklarda yağmurlu bir havada onu bekliyormuş gibi hissediyordum kendimi. Gelmiyordu. 

Akşam olduğunda telefonuma mesaj attı. Konuşmaya başladık öylece. Konuştukça konuşasım, sabaha kadar sadece mesajlaşmak istiyordum sanki. Sorduğu tek bir soruya şimdi 'Anlamadım?' dediğim için pişmanlıktan kahroluyorum. Şimdi karşıma çıksa, 'anladım!' diye defalarca gözlerine bakarak haykırırdım. 

Ertesi günü için de bir plan yaptık. Buluştuğumuzda arkadaşları vardı ve gitmek için bahaneler bulmaya çalışıyordu. Bir arkadaşının yardımıyla uzaklaştık oradan ve yemeğe gittik. Aç değildim ve bunu defalarca söylemiştim. Yemediğim için zorla yediriyordu bana. Beni karşısına alıp ''Gözlerine bakamıyorum, şöyle otur.'' diyordu. Susuyordum ve dediğini yapıyordum. O gözlerimin içine öyle masum ve temiz bakıyordu ki, gülümsüyordum sadece.

O günden sonrasının böyle olacağını bilseydim, o günü asla bitirmek istemezdim. Belki sabahlara kadar yanından gitmez, bütün saatlerimi onunla geçirirdim. Şimdi bir mesajına muhtacım sadece. Gözlerime bakmana muhtacım. Sorduğunda söyleyemedim, olmadı. İnsanın yaşadıkları, içinde öyle bir büyüyor ki, korkuyla... söyleyemiyor hiçbir şey. Özür dilerim, seni seviyorum. 


Dünden sonra bu şeyi çok düşündüm. Acaba herkes bir dost edinebilmiş midir? Gerçek bir dost. Onunla anlık eğlenceler yaşamış mıdır? Hiç plansız programsız birden bir arabaya atlayıp eğlenceli bir gezi yaşamış mıdır? Hem de cebinde yeterli bir miktar para olmadan. Hadi gelin bunları size anlatayım. 


Sabah mesajlaşırken ''Acaba bugün ne yapsak?'' diye düşünüyorduk. Kaç günümüz sıkıcı geçiyordu ve bir gün öncesinde de ufak bir tartışma yaşamıştık. Konuşa konuşa ne yapacağımıza karar vermiştik ve ben hazırlanıp Belen'e doğru yol almaya başladım. Yazlıkları oradaydı ve ben de orada biraz vakit geçirme amaçlı, hem de ''gerçek dost'' dediğim dostumu görmek için gitme kararı aldım. Kısa süreli de olsa yolculukları severim. Bir yerden başka bir yere gitmek ve orayı tanımak, etmek. Bunları tek başıma yapmayı sevmem tabii ki de. Kim tek başına zevk alır ki seyahat etmekten? Yanımda ya sevgilim olmalıydı ya da dostum. Ben ise dün dostumu seçtim, ufak bir seyahat için. Sevgilimle kavgalıydım. 

 Tek başıma Belen'e gittim ve bir lokantanın önünde beni bekliyordu. İndim ve 5 adım attıktan sonra neler yapalım diye etrafımıza bakarken birden ''Otostop çekelim mi?'' dedi. ''Saçmalama ne işimiz var şimdi otostopla.'' falan diye karşılık verdim fakat ben daha bunu der demez, adı otostop olmayan bir şey yapıp bir Antakya arabasını durdurdu ve ne olduğunu anlamadan Antakya otobüsüne binip Antakya'ya doğru amaçsızca yol almaya başladık. Bu çılgınlığın etkisiyle bir süre kahkaha atıp durduk arabada. Ardından, daha önce karar verdiğimiz gibi, dostluğumuzu ve yaşadığımız güzel anıları kaydetmek için video çektik. Çok da eğlenceli ve güzel oldu. 

Bir süre sonra yol ücretini bilmediğimizden dolayı önümüzde oturan adama yol ücretini sorduk. Adamın söylediği miktar ile hemen ikimizin ortak parasını hesaplamaya ve gidiş ücretini de katarak bir plan yapmaya başladık. Fakat elimizdeki para orada bir şey yapmak için oldukça yetersizdi ve geri dönüş parası da tam değildi. Biz bunları düşünürken önümüzde oturan adam bize ne kadarımız olduğunu sordu ve ardından yol paramızı kendisinin verebileceğini söyledi. Biz de mecbur olduğumuzdan dolayı adama karşı gelemedik. 

Çok öncelerde konuşurken birbirimize hep ''Biz cebimizde para olmadan bile eğlenmek için bir şeyler buluruz ve o gün mükemmel geçer.'' derdik ve şu an, o kurduğumuz cümleyi yaşıyorduk. Cebimizde yeterli miktarda para olmadan Antakya'ya bir gün geçirmeye gidiyorduk. 

Antakya'ya daha önce bir kaç kez gelmiştim fakat hiç gezmemiştim. Bildiğim belirli yerler vardı. Arabadan inince bir süre aylak aylak dolaştık, gülüştük ve bir kaç video daha çektik. Yoldan insanlarla konuştuk, yemek yiyebileceğim yerleri sorduk. Sora sora Bağdat bulunur derler ve biz de sanırım  Bağdat'ı bulduk. çok güzel döner yapan bir yere geçtik ve nefis bir dönerin ardından karşı sokağa geçip dondurmalarımızı aldık. Oradaki çocukla da biraz muhabbet ettik ve kendimizi sevdirdik. 

Dondurmalarımızı, yan taraftaki bahçe olan yerde oturup yedik. Dondurmalarımız da bitince yavaş yavaş durağa doğru yürümeye başladık. Durağa giderken bir markete geçip su, çikolata ve sakız alıp çıktık. Durağa vardığımızda bir süre bekledik ve araba geldiğinde hemen kendimizi arabaya attık. 

Arabaya oturur oturmaz düşündüğümüz tek şey ''2 dostun yapabileceği mükemmel şeylerden birini daha yaptık ve daha önce de dediğimiz gibi hiç paramız olmadan müthiş şeyler yapabiliriz.'' oldu. Bunu dile getirmesek de düşüncelerimizin aynı olduğundan emindim. 

Dostluğumuzu yaşatmak için geçirdiğimiz bir gün daha olmuştu. İlerde hatırlayıp konuştuğumuzda yüzümü güldürecek bir anı. 


Fotoğraf: Kübra Kardeş, Hasan Okçu

Durağımız Dostluk


Dünden sonra bu şeyi çok düşündüm. Acaba herkes bir dost edinebilmiş midir? Gerçek bir dost. Onunla anlık eğlenceler yaşamış mıdır? Hiç plansız programsız birden bir arabaya atlayıp eğlenceli bir gezi yaşamış mıdır? Hem de cebinde yeterli bir miktar para olmadan. Hadi gelin bunları size anlatayım. 


Sabah mesajlaşırken ''Acaba bugün ne yapsak?'' diye düşünüyorduk. Kaç günümüz sıkıcı geçiyordu ve bir gün öncesinde de ufak bir tartışma yaşamıştık. Konuşa konuşa ne yapacağımıza karar vermiştik ve ben hazırlanıp Belen'e doğru yol almaya başladım. Yazlıkları oradaydı ve ben de orada biraz vakit geçirme amaçlı, hem de ''gerçek dost'' dediğim dostumu görmek için gitme kararı aldım. Kısa süreli de olsa yolculukları severim. Bir yerden başka bir yere gitmek ve orayı tanımak, etmek. Bunları tek başıma yapmayı sevmem tabii ki de. Kim tek başına zevk alır ki seyahat etmekten? Yanımda ya sevgilim olmalıydı ya da dostum. Ben ise dün dostumu seçtim, ufak bir seyahat için. Sevgilimle kavgalıydım. 

 Tek başıma Belen'e gittim ve bir lokantanın önünde beni bekliyordu. İndim ve 5 adım attıktan sonra neler yapalım diye etrafımıza bakarken birden ''Otostop çekelim mi?'' dedi. ''Saçmalama ne işimiz var şimdi otostopla.'' falan diye karşılık verdim fakat ben daha bunu der demez, adı otostop olmayan bir şey yapıp bir Antakya arabasını durdurdu ve ne olduğunu anlamadan Antakya otobüsüne binip Antakya'ya doğru amaçsızca yol almaya başladık. Bu çılgınlığın etkisiyle bir süre kahkaha atıp durduk arabada. Ardından, daha önce karar verdiğimiz gibi, dostluğumuzu ve yaşadığımız güzel anıları kaydetmek için video çektik. Çok da eğlenceli ve güzel oldu. 

Bir süre sonra yol ücretini bilmediğimizden dolayı önümüzde oturan adama yol ücretini sorduk. Adamın söylediği miktar ile hemen ikimizin ortak parasını hesaplamaya ve gidiş ücretini de katarak bir plan yapmaya başladık. Fakat elimizdeki para orada bir şey yapmak için oldukça yetersizdi ve geri dönüş parası da tam değildi. Biz bunları düşünürken önümüzde oturan adam bize ne kadarımız olduğunu sordu ve ardından yol paramızı kendisinin verebileceğini söyledi. Biz de mecbur olduğumuzdan dolayı adama karşı gelemedik. 

Çok öncelerde konuşurken birbirimize hep ''Biz cebimizde para olmadan bile eğlenmek için bir şeyler buluruz ve o gün mükemmel geçer.'' derdik ve şu an, o kurduğumuz cümleyi yaşıyorduk. Cebimizde yeterli miktarda para olmadan Antakya'ya bir gün geçirmeye gidiyorduk. 

Antakya'ya daha önce bir kaç kez gelmiştim fakat hiç gezmemiştim. Bildiğim belirli yerler vardı. Arabadan inince bir süre aylak aylak dolaştık, gülüştük ve bir kaç video daha çektik. Yoldan insanlarla konuştuk, yemek yiyebileceğim yerleri sorduk. Sora sora Bağdat bulunur derler ve biz de sanırım  Bağdat'ı bulduk. çok güzel döner yapan bir yere geçtik ve nefis bir dönerin ardından karşı sokağa geçip dondurmalarımızı aldık. Oradaki çocukla da biraz muhabbet ettik ve kendimizi sevdirdik. 

Dondurmalarımızı, yan taraftaki bahçe olan yerde oturup yedik. Dondurmalarımız da bitince yavaş yavaş durağa doğru yürümeye başladık. Durağa giderken bir markete geçip su, çikolata ve sakız alıp çıktık. Durağa vardığımızda bir süre bekledik ve araba geldiğinde hemen kendimizi arabaya attık. 

Arabaya oturur oturmaz düşündüğümüz tek şey ''2 dostun yapabileceği mükemmel şeylerden birini daha yaptık ve daha önce de dediğimiz gibi hiç paramız olmadan müthiş şeyler yapabiliriz.'' oldu. Bunu dile getirmesek de düşüncelerimizin aynı olduğundan emindim. 

Dostluğumuzu yaşatmak için geçirdiğimiz bir gün daha olmuştu. İlerde hatırlayıp konuştuğumuzda yüzümü güldürecek bir anı. 


Fotoğraf: Kübra Kardeş, Hasan Okçu

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.