background img

The New Stuff

blogum dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
blogum dergisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Merhaba arkadaşlar.

Takip ediyor olanlar bilir, Blogum Dergisi 12. sayısının şerefine biz bloggerlar için çok güzel bir yarışma düzenledi. Yılın Bloglarının seçileceği oylama başladı. Ben de bu oylama süreci içerisinde ''Kültür ve Sanat Kategorisi''nde yarışıyor olacağım.

Sizlerden isteyeceğim şey de -tabii sizler de layık görüyorsanız- oyunuzu bana vermeniz. Yapacağınız tek şey altta verdiğim linke tıklayıp ''hasanokcuu.blogspot.com''u işaretleyerek en altta yer alan ''Vote'' butonuna basmak olacak.

Oy kullanacağınız link: http://blogumdergisi.blogspot.com/p/blogum-dergisi-odulleri-kultur-sanat.html

Oylarınızı bana layık görüyorsanız ne mutlu bana.
Kategorimde benimle birlikte yarışıyor olan blogger arkadaşlarıma da başarılar dilerim.
Oylama 25 Mayıs'a kadar sürecektir.

Sevgiyle kalın.

Oylar Konuşan Kaleme!


Merhaba arkadaşlar.

Takip ediyor olanlar bilir, Blogum Dergisi 12. sayısının şerefine biz bloggerlar için çok güzel bir yarışma düzenledi. Yılın Bloglarının seçileceği oylama başladı. Ben de bu oylama süreci içerisinde ''Kültür ve Sanat Kategorisi''nde yarışıyor olacağım.

Sizlerden isteyeceğim şey de -tabii sizler de layık görüyorsanız- oyunuzu bana vermeniz. Yapacağınız tek şey altta verdiğim linke tıklayıp ''hasanokcuu.blogspot.com''u işaretleyerek en altta yer alan ''Vote'' butonuna basmak olacak.

Oy kullanacağınız link: http://blogumdergisi.blogspot.com/p/blogum-dergisi-odulleri-kultur-sanat.html

Oylarınızı bana layık görüyorsanız ne mutlu bana.
Kategorimde benimle birlikte yarışıyor olan blogger arkadaşlarıma da başarılar dilerim.
Oylama 25 Mayıs'a kadar sürecektir.

Sevgiyle kalın.

Merhaba değerli takipçilerim...

Geçen ay da belirttiğim gibi artık Blogum Dergisi'nde sabit olarak yazarlık yapıyorum. Her ay gönderiyor olduğum yazıları, sizlerle burada, yani blogumda da paylaşıyorum (dergi yayına girdikten sonra tabii ki). Fakat yazıların dergide okunması daha büyük bir keyif, ayrı bir zevk verir insana diye düşündüğümden, haliyle burada da dergiyi sizlere sunuyorum.

En önemlisi de tabii ki bir çok kişinin bu dergi üzerinde emeğinin olmasıdır. Her sayı bir öncekinden daha başarılı daha bir harika oluyor ve olacak diye de düşünüyorum.

Dergi üzerinden yazımı okumak istiyorsanız, 6. sayfaya gelmeniz yeterli olacaktır.
Blogumdan okumak istiyorsanız ise buraya tık tık!

Hepinize teşekkür ederiz...

Blogum Dergisi Mayıs Sayısı

Merhaba değerli takipçilerim...

Geçen ay da belirttiğim gibi artık Blogum Dergisi'nde sabit olarak yazarlık yapıyorum. Her ay gönderiyor olduğum yazıları, sizlerle burada, yani blogumda da paylaşıyorum (dergi yayına girdikten sonra tabii ki). Fakat yazıların dergide okunması daha büyük bir keyif, ayrı bir zevk verir insana diye düşündüğümden, haliyle burada da dergiyi sizlere sunuyorum.

En önemlisi de tabii ki bir çok kişinin bu dergi üzerinde emeğinin olmasıdır. Her sayı bir öncekinden daha başarılı daha bir harika oluyor ve olacak diye de düşünüyorum.

Dergi üzerinden yazımı okumak istiyorsanız, 6. sayfaya gelmeniz yeterli olacaktır.
Blogumdan okumak istiyorsanız ise buraya tık tık!

Hepinize teşekkür ederiz...


Sıkılıyorum salonda oturup,
televizyonda kavga edip, tartışan insanları izlemekten.
Kumandanın kırmızı düğmesine basıyorum
ve o an fark ediyorum
düğmenin ne kadar canlı bir kırmızı olduğunu.
Fark ettiğim bu değildi sadece,
kaderine de üzülüyorum kırmızının.
Yirmiye yakın siyah düğme arasında
tek bir kırmızı
tüm kaderi o belirliyor.

***

Kalktım yerimden yavaşça,
odama doğru yürümeye başladım.
Eğildim,
yerde duran fişi aldım elime ve prize taktım.
Açılmasını bekledim sabırsızca bilgisayarın,
şifreyi girdim ve…
Ve senin görüntün geldi aniden ekrana,
Boş gözlerle bakakaldım,
boş gözlerle bana bakan fotoğrafına.
Ne tatlısın öyle…
Üşüdüğüm için bacaklarımın arasına sıkıştırdığım elimi
çekiyorum.
Birini; ekrana, yüzüne doğru korkakça
bir titremeyle yaklaştırıyorum.
Yüzüne dokunuyorum…
Dudaklarında gezdiriyorum parmaklarımı,
usulca…
Gözlerimi kapatıp
bir öpücük konduruyorum hafiften
dudağına…

***

Gözlerimden yaşlar akmış
hissetmemişim…
Dayanamadım…
Çektim fişi hemen.
Sessizliğin ortasında patlayarak,
büyük bir gürültüyle karardı ekran.
Yatağa bıraktım kendimi,
telefonu aradı yatağın üzerinde
ellerim…
Buldum nihayet,
açtım kilidi.
Aynı fotoğrafını buraya da koymuşum.
Delirdim mi?
Kafayı mı yedim?
Bilmiyorum…
Belki de sadece, masum
saf bir sevgi benimkisi.

***

Pencerenin önüne geliyor,
telefonumu aşağıya fırlatmak için hazırlanıyorum.
Yapabileceğimi mi sandınız?
Yapamadım, hayır.
Yaptığım tek şey,
zifiri karanlık odamda,
yatağıma uzanıp,
ekrana bakarak uykuya dalmak oldu.

Uykuya dalmadan aklımdan geçirdiğim şey ise,
‘’Acaba sen de,
sen de beni böyle seviyor musun?’’ oldu.
Sahi,
sen beni böyle seviyor musun?
Ya da bir başkasını,
benim seni sevdiğim kadar,
seviyor musun?
Sevme…
Kimseyi görme…
Bakma hiçbir göze…
Bakma hiçbir surete…
Beni sev,
benim gözlerimin içerisine hapsol,
benim suretimi ört, kendi suretinle…

(Bu yazım, Blogum Dergisi Mayıs 2013 Sayısı'nda yayınlanmıştır.)

Yalnız Kırmızı


Sıkılıyorum salonda oturup,
televizyonda kavga edip, tartışan insanları izlemekten.
Kumandanın kırmızı düğmesine basıyorum
ve o an fark ediyorum
düğmenin ne kadar canlı bir kırmızı olduğunu.
Fark ettiğim bu değildi sadece,
kaderine de üzülüyorum kırmızının.
Yirmiye yakın siyah düğme arasında
tek bir kırmızı
tüm kaderi o belirliyor.

***

Kalktım yerimden yavaşça,
odama doğru yürümeye başladım.
Eğildim,
yerde duran fişi aldım elime ve prize taktım.
Açılmasını bekledim sabırsızca bilgisayarın,
şifreyi girdim ve…
Ve senin görüntün geldi aniden ekrana,
Boş gözlerle bakakaldım,
boş gözlerle bana bakan fotoğrafına.
Ne tatlısın öyle…
Üşüdüğüm için bacaklarımın arasına sıkıştırdığım elimi
çekiyorum.
Birini; ekrana, yüzüne doğru korkakça
bir titremeyle yaklaştırıyorum.
Yüzüne dokunuyorum…
Dudaklarında gezdiriyorum parmaklarımı,
usulca…
Gözlerimi kapatıp
bir öpücük konduruyorum hafiften
dudağına…

***

Gözlerimden yaşlar akmış
hissetmemişim…
Dayanamadım…
Çektim fişi hemen.
Sessizliğin ortasında patlayarak,
büyük bir gürültüyle karardı ekran.
Yatağa bıraktım kendimi,
telefonu aradı yatağın üzerinde
ellerim…
Buldum nihayet,
açtım kilidi.
Aynı fotoğrafını buraya da koymuşum.
Delirdim mi?
Kafayı mı yedim?
Bilmiyorum…
Belki de sadece, masum
saf bir sevgi benimkisi.

***

Pencerenin önüne geliyor,
telefonumu aşağıya fırlatmak için hazırlanıyorum.
Yapabileceğimi mi sandınız?
Yapamadım, hayır.
Yaptığım tek şey,
zifiri karanlık odamda,
yatağıma uzanıp,
ekrana bakarak uykuya dalmak oldu.

Uykuya dalmadan aklımdan geçirdiğim şey ise,
‘’Acaba sen de,
sen de beni böyle seviyor musun?’’ oldu.
Sahi,
sen beni böyle seviyor musun?
Ya da bir başkasını,
benim seni sevdiğim kadar,
seviyor musun?
Sevme…
Kimseyi görme…
Bakma hiçbir göze…
Bakma hiçbir surete…
Beni sev,
benim gözlerimin içerisine hapsol,
benim suretimi ört, kendi suretinle…

(Bu yazım, Blogum Dergisi Mayıs 2013 Sayısı'nda yayınlanmıştır.)


Merhaba arkadaşlar.

Öncelikle bu sıralar bloglarda çekilişlerin bayağı bir arttığını söylemek istiyorum. Çoğu blog harika çekilişler ve birbirinden güzel hediyelerle bizleri sevindiriyor. Şimdiye kadar ne yazık ki sevinen taraf hiç olamadım ama daha da hırslandım, gördüğüm her çekilişe katılıyorum hemencecik. Fakat şanssız olduğumu her şekilde artık kabul etmeliyim. Bu sebeple ''madem ben sevinemiyorum bari ben sevindireyim'' düşüncesiyle ileri ki günlerde güzel bir çekiliş ile karşınızda olacağımın haberini şimdiden vereyim istedim.

Ondan önce ise Blogum Dergisi'nin düzenlediği çekilişten bahsetmek istiyorum. Harika bir çekiliş ve ben yine umutsuzca katılıyorum. Kitaplar harika! Kazanana bu 5 kitap da yazarından imzalı olarak gönderilecektir.

Bir an önce çekilişe katılmak istiyorsanız buraya tık tık!

Blogum Dergisi'nden Kitap Çekilişi


Merhaba arkadaşlar.

Öncelikle bu sıralar bloglarda çekilişlerin bayağı bir arttığını söylemek istiyorum. Çoğu blog harika çekilişler ve birbirinden güzel hediyelerle bizleri sevindiriyor. Şimdiye kadar ne yazık ki sevinen taraf hiç olamadım ama daha da hırslandım, gördüğüm her çekilişe katılıyorum hemencecik. Fakat şanssız olduğumu her şekilde artık kabul etmeliyim. Bu sebeple ''madem ben sevinemiyorum bari ben sevindireyim'' düşüncesiyle ileri ki günlerde güzel bir çekiliş ile karşınızda olacağımın haberini şimdiden vereyim istedim.

Ondan önce ise Blogum Dergisi'nin düzenlediği çekilişten bahsetmek istiyorum. Harika bir çekiliş ve ben yine umutsuzca katılıyorum. Kitaplar harika! Kazanana bu 5 kitap da yazarından imzalı olarak gönderilecektir.

Bir an önce çekilişe katılmak istiyorsanız buraya tık tık!


Merhaba arkadaşlar,

Blogum Dergisinin Nisan sayısı dün çıktı!

Bu ay itibariyle, derginin sabit yazarları arasında ben de varım. Umarım bu benim için de, dergi için de iyi bir çalışma olur. Şahsen ben, böyle güzel bir derginin yazarlığını yapıyor ve yapacak olmaktan da gayet mutluyum.

Peki Blogum Dergisinin yeni sayısında yayınlanan yazımı merak mı ediyorsunuz? Yazımı okumak için tıkk tıkk! 

Dergiden okumak istiyorsanız aşağıdaki Expand kutucuğuna ''tıkk'' yapmanız yeterli olacaktır. Yazımın sayfası: 38-39


Blogum Dergisi Nisan Sayısı!


Merhaba arkadaşlar,

Blogum Dergisinin Nisan sayısı dün çıktı!

Bu ay itibariyle, derginin sabit yazarları arasında ben de varım. Umarım bu benim için de, dergi için de iyi bir çalışma olur. Şahsen ben, böyle güzel bir derginin yazarlığını yapıyor ve yapacak olmaktan da gayet mutluyum.

Peki Blogum Dergisinin yeni sayısında yayınlanan yazımı merak mı ediyorsunuz? Yazımı okumak için tıkk tıkk! 

Dergiden okumak istiyorsanız aşağıdaki Expand kutucuğuna ''tıkk'' yapmanız yeterli olacaktır. Yazımın sayfası: 38-39





Ne yazık ki birinin sarhoş olması pek hoş bir durum değildir. Sarhoş olan kişi; güler, ağlar, bağırır, çağırır ve yeri geldi mi de kuzu gibi olur. Ne yaptığını bilmez ve ısrarlı bir şekilde de ‘’Ben Sarhoş Diyiliiim!’’ diye carlayıp durur.

İşte ben de –bir kere daha ne yazık ki- sarhoş olduğumda bu saydıklarımın aynısını baştan sona kadar gerçekleştiriyormuşum. (yazım boyunca –miş, -muş eklerini kullanmalıyım çünkü sizlere de bana anlatılanları aktaracağım!) Ve en acısı da yaptıklarımın hiçbirini ertesi günü hatırlamıyorum ve arkadaşlarım bana anlattıklarında da hem içtiğime pişman oluyor hem de en az onlar kadar halime gülüyorum.

Anlatmaya nereden başlayacağımı ise hiç bilememekteyim. O yüzden en son olayı –ve bize göre en komiği olan- anlatacağım.

O gün arkadaşımın doğum günü ve parti bizim evde oluyor. Akşam da değil parti, güpe gündüz güneş taa tepelerde beynimize girerken ki o vakit. Arkadaşlar falan filan hepsi geldi oturmuşuz. Birilerinin elinde votka birilerinin viski, bira derken gözlerim bir an elimin arasındaki bardağa gitti, baktım votka içiyormuşum. Farkında olmadan bir, iki derken zaten ikiden sonrası benim hafızadan siliniyor. Neler yapmışım neler. Yere kapanıp ağlamamı mı söylesem, millete ‘’Benim neden sevgilim yok neden ha neden!?’’ diye carlamalarımı mı söylesem bilemiyorum.

Asıl komedi de benim evden dışarı çıkmamı istememle ve sonrasında çıkmamla başlıyor aslında. Sahile götürmüşler beni, açık ve temiz havayla kendine gelir belki diye. Tabii çabaların nafile olduğunu söylememe gerek yok.

Sahile vardığımızda bunlar çimliğe oturmuşlar ben de ayakta onlara bakıyormuşum. Sonra çantamdan mini radyomu çıkarmışım –hafıza kartı ile çalışıyor- Bütün müzikleri tek tek geçerek ‘’Bu benim şarkım diiyiiil! Hayıııır bu da diyiiiil oof!’’ diye bağırıp durmuşum. O an kendi şarkım diye nitelendirmiş olduğum şarkıya denk gelince de kendimi çimliğe atmışım ve Allaaah! Bağıra bağıra şarkıyı söylüyormuşum gelen geçen de beni izliyormuş. Bunları duyduğumda bir utandım bir kızardım ki sormayın gitsin.

Bir de o günden kalma bir telefon konuşmam var. O konuşmayı da en yakın arkadaşlarımdan biriyle yapıyorum. Ben çarşının ortasında tek başıma kalmışım bir süre sonra bu da tesadüf beni aramış ben de ‘’Ben tek kaldııım!’’ diye ağlamaya başlamışım o da beni eve doğru yönlendirmeye çalışmış ve başarılı da olmuş. Konuşmadaki diyalogları aynen aktarıyorum:

Arkadaşım: Sen şu an tam olarak nerdesin?
Ben: Kaldırımdaaa.
Arkadaşım: Kaldırımda nerde?
Ben: Yoldaaa.
Arkadaşım: Onu anladık da yol nerdeee?
Ben: Ya caddedeyim işte caddedeeee! Allah’ım yaa oof.
Arkadaşım: Sen şimdi oradan dümdüz git, dümdüz.

Arkadaşım bir süre bana dümdüz gitmemi söyleyince de söylediğim şey aynen şu olmuş. (Arkadaşımın adı şimdilik ‘’Gözlüklü’’ olsun.)

Ben: Gözlüklüüüü.
Gözlüklü: Efendim?
Ben: Bu dümdüz yol var ya bu dümdüz yol.
Gözlüklü: Evet var.
Ben: İşte var ya bu dümdüz yol.
Gözlüklü: Eeeeeeeeee!
Ben: Bu dümdüz yol sana girsiiiiin ehehe!

Tabii o sırada arkadaşımın gülmekten yerlere yattığına değinmeme de hiç gerek yoktur. Ayıp lan bana insanda bir utanma olur, her ne kadar sarhoş olsam da.

Ben: Off çok yoruldum ben artık yürümek istemiyorum.
Gözlüklü: Yürü yürü az kaldı zaten dümdüz git işte.
Ben: Emekliyerek yürüyeceğim şimdi yeter artıııık!
Gözlüklü: (O sırada esprisine) Emekle lan emekle.

Ve ben o sırada bildiğiniz emeklemişim bir süre boyunca ve sevgili gözlüklü o sarhoş halimle bunu yapabileceğime nasıl olmuş da ihtimal verememiş anlayamadım.

Gözlüklü: Lan emekleme emekleme kalk! Allah senin cezanı vermesin salak şey. Bir daha sana içki miçki yok.
Ben: Sana yok içki miçki. Seninle mi uğraşıcam ben be yeter artık be of be of be!

Ve o geceden geriye kalan bir mesaj var. O mesaj da benden gözlüklüye gidiyor. Mesaj aynen şu: ‘’Çok açım mutfağa girdim ne yemek var dedim yemek var dedi ne yemek var dedim dolma dedi nerde dedim orda dedi gittim baktım dolmuş mu dolmamış mı? Bu dolmamış dediiiiim ve odama geçtim şimdi odamdayım.’’

Ya hayır hayır bunlar gerçek olamaz! Ben sarhoş diyiliiiim!

Okuduğunuz bu yazım, Blogum Dergisinin nisan ayında yer aldı! Dergiye göz atmak istiyorsanız tıkk tıkk!

Ben Sarhoş Diyiliiim!



Ne yazık ki birinin sarhoş olması pek hoş bir durum değildir. Sarhoş olan kişi; güler, ağlar, bağırır, çağırır ve yeri geldi mi de kuzu gibi olur. Ne yaptığını bilmez ve ısrarlı bir şekilde de ‘’Ben Sarhoş Diyiliiim!’’ diye carlayıp durur.

İşte ben de –bir kere daha ne yazık ki- sarhoş olduğumda bu saydıklarımın aynısını baştan sona kadar gerçekleştiriyormuşum. (yazım boyunca –miş, -muş eklerini kullanmalıyım çünkü sizlere de bana anlatılanları aktaracağım!) Ve en acısı da yaptıklarımın hiçbirini ertesi günü hatırlamıyorum ve arkadaşlarım bana anlattıklarında da hem içtiğime pişman oluyor hem de en az onlar kadar halime gülüyorum.

Anlatmaya nereden başlayacağımı ise hiç bilememekteyim. O yüzden en son olayı –ve bize göre en komiği olan- anlatacağım.

O gün arkadaşımın doğum günü ve parti bizim evde oluyor. Akşam da değil parti, güpe gündüz güneş taa tepelerde beynimize girerken ki o vakit. Arkadaşlar falan filan hepsi geldi oturmuşuz. Birilerinin elinde votka birilerinin viski, bira derken gözlerim bir an elimin arasındaki bardağa gitti, baktım votka içiyormuşum. Farkında olmadan bir, iki derken zaten ikiden sonrası benim hafızadan siliniyor. Neler yapmışım neler. Yere kapanıp ağlamamı mı söylesem, millete ‘’Benim neden sevgilim yok neden ha neden!?’’ diye carlamalarımı mı söylesem bilemiyorum.

Asıl komedi de benim evden dışarı çıkmamı istememle ve sonrasında çıkmamla başlıyor aslında. Sahile götürmüşler beni, açık ve temiz havayla kendine gelir belki diye. Tabii çabaların nafile olduğunu söylememe gerek yok.

Sahile vardığımızda bunlar çimliğe oturmuşlar ben de ayakta onlara bakıyormuşum. Sonra çantamdan mini radyomu çıkarmışım –hafıza kartı ile çalışıyor- Bütün müzikleri tek tek geçerek ‘’Bu benim şarkım diiyiiil! Hayıııır bu da diyiiiil oof!’’ diye bağırıp durmuşum. O an kendi şarkım diye nitelendirmiş olduğum şarkıya denk gelince de kendimi çimliğe atmışım ve Allaaah! Bağıra bağıra şarkıyı söylüyormuşum gelen geçen de beni izliyormuş. Bunları duyduğumda bir utandım bir kızardım ki sormayın gitsin.

Bir de o günden kalma bir telefon konuşmam var. O konuşmayı da en yakın arkadaşlarımdan biriyle yapıyorum. Ben çarşının ortasında tek başıma kalmışım bir süre sonra bu da tesadüf beni aramış ben de ‘’Ben tek kaldııım!’’ diye ağlamaya başlamışım o da beni eve doğru yönlendirmeye çalışmış ve başarılı da olmuş. Konuşmadaki diyalogları aynen aktarıyorum:

Arkadaşım: Sen şu an tam olarak nerdesin?
Ben: Kaldırımdaaa.
Arkadaşım: Kaldırımda nerde?
Ben: Yoldaaa.
Arkadaşım: Onu anladık da yol nerdeee?
Ben: Ya caddedeyim işte caddedeeee! Allah’ım yaa oof.
Arkadaşım: Sen şimdi oradan dümdüz git, dümdüz.

Arkadaşım bir süre bana dümdüz gitmemi söyleyince de söylediğim şey aynen şu olmuş. (Arkadaşımın adı şimdilik ‘’Gözlüklü’’ olsun.)

Ben: Gözlüklüüüü.
Gözlüklü: Efendim?
Ben: Bu dümdüz yol var ya bu dümdüz yol.
Gözlüklü: Evet var.
Ben: İşte var ya bu dümdüz yol.
Gözlüklü: Eeeeeeeeee!
Ben: Bu dümdüz yol sana girsiiiiin ehehe!

Tabii o sırada arkadaşımın gülmekten yerlere yattığına değinmeme de hiç gerek yoktur. Ayıp lan bana insanda bir utanma olur, her ne kadar sarhoş olsam da.

Ben: Off çok yoruldum ben artık yürümek istemiyorum.
Gözlüklü: Yürü yürü az kaldı zaten dümdüz git işte.
Ben: Emekliyerek yürüyeceğim şimdi yeter artıııık!
Gözlüklü: (O sırada esprisine) Emekle lan emekle.

Ve ben o sırada bildiğiniz emeklemişim bir süre boyunca ve sevgili gözlüklü o sarhoş halimle bunu yapabileceğime nasıl olmuş da ihtimal verememiş anlayamadım.

Gözlüklü: Lan emekleme emekleme kalk! Allah senin cezanı vermesin salak şey. Bir daha sana içki miçki yok.
Ben: Sana yok içki miçki. Seninle mi uğraşıcam ben be yeter artık be of be of be!

Ve o geceden geriye kalan bir mesaj var. O mesaj da benden gözlüklüye gidiyor. Mesaj aynen şu: ‘’Çok açım mutfağa girdim ne yemek var dedim yemek var dedi ne yemek var dedim dolma dedi nerde dedim orda dedi gittim baktım dolmuş mu dolmamış mı? Bu dolmamış dediiiiim ve odama geçtim şimdi odamdayım.’’

Ya hayır hayır bunlar gerçek olamaz! Ben sarhoş diyiliiiim!

Okuduğunuz bu yazım, Blogum Dergisinin nisan ayında yer aldı! Dergiye göz atmak istiyorsanız tıkk tıkk!



Gözlerimi aralıyorum acıyla. Bir soğukluk, bir ıslaklık hâkim bedenimde. Hareket edemiyor, öylece duruyordum. Gözlerimi tam olarak açtığımda, bir şeyin üzerine yatırılmış ve bağlanmış olduğumu fark ediyorum. Ne içten bir tepki ne de dışarı çıkardığım bir anlamsızlık öfkesi… Hiçbir şey konuşmuyor, hiçbir tepki vermiyordum.

Başımı doğrultmak istedim. Acı çeke çeke de olsa görebildim her şeyi. İşte o an korku ile kafamı arkaya doğru sertçe bıraktım. Üzerinde çırılçıplak bağlanmış olduğum, ne olduğunu hala anlayamadığım şeye kafamı çarptım, şiddetle. Acıdan gözlerimi bastırdım ve dişlerimi sıktım. Bağıramadım, bağıramazdım.

Henüz odada yalnız olduğumu düşünürken şimdi on, belki de yirmi kişi, ellerinde isimlerini bilmediğim korkunç şeylerle başıma toplanmış ve her an bana bir şeyler yapacaklarmış gibi tetikte bekliyorlardı. Boş gözlerle baktım hepsine, tek tek.

İşte o an… O an, çırılçıplak olan hayallerimle yalnız başıma olduğumu anladım. Düşmanlarım karşımda toplanmış, beni yok etmeye çalışıyorlar. Hayır, direnmem lazım. Ne bana dokunabilecekler, ne de hayallerime. Yalnız da kalsam, karanlıklar içerisinde sessizliğin yüksek sesini işitsem de, aynada kendi yansımam ile konuşsam ve çığlıklar içerisinde bunlara ağlayacağımı bilsem de direnecektim.

Gözlerimi kapadım ve uyanmak istedim. Biliyordum ki bu bir kâbus. Uyanacaktım, her şey sona erecekti. Her zaman ki içerisinde mutluluk olan hayatıma dönecek ve bu kâbusu da hiç görmemiş gibi, aldırış etmeden yaşamaya devam edecektim. Beni hiç terk etmeyen rengârenk kelebeklerime gülümseyecektim. Karanfillerimin kokusunu ciğerlerime doldurup bir ‘Günaydın’ eşliğinde öpecektim hepsini.

Biliyorum ki her şey güzel olacak. Biliyorum ve kendime inanıyorum.

Siz de inanmaktan vazgeçmeyin. Ne olursanız, kim olursanız ve nerede olursanız olun hepiniz çok değerlisiniz. Hepinizin kendince hayalleri var, gerçekleştirmek istediği. Hepsi gerçekleşecek. Umudunuzu yitirmeyin. Fakat önce kendinize inanın, sonra ayna karşına geçip kendinize gülümseyin. ‘’Her şey güzel olacak’’

Bu yazım, Blogum Dergisi'nin Şubat sayısında da yer aldı. Görmek için tık tık

Sessizlikten Kopan Çığlık



Gözlerimi aralıyorum acıyla. Bir soğukluk, bir ıslaklık hâkim bedenimde. Hareket edemiyor, öylece duruyordum. Gözlerimi tam olarak açtığımda, bir şeyin üzerine yatırılmış ve bağlanmış olduğumu fark ediyorum. Ne içten bir tepki ne de dışarı çıkardığım bir anlamsızlık öfkesi… Hiçbir şey konuşmuyor, hiçbir tepki vermiyordum.

Başımı doğrultmak istedim. Acı çeke çeke de olsa görebildim her şeyi. İşte o an korku ile kafamı arkaya doğru sertçe bıraktım. Üzerinde çırılçıplak bağlanmış olduğum, ne olduğunu hala anlayamadığım şeye kafamı çarptım, şiddetle. Acıdan gözlerimi bastırdım ve dişlerimi sıktım. Bağıramadım, bağıramazdım.

Henüz odada yalnız olduğumu düşünürken şimdi on, belki de yirmi kişi, ellerinde isimlerini bilmediğim korkunç şeylerle başıma toplanmış ve her an bana bir şeyler yapacaklarmış gibi tetikte bekliyorlardı. Boş gözlerle baktım hepsine, tek tek.

İşte o an… O an, çırılçıplak olan hayallerimle yalnız başıma olduğumu anladım. Düşmanlarım karşımda toplanmış, beni yok etmeye çalışıyorlar. Hayır, direnmem lazım. Ne bana dokunabilecekler, ne de hayallerime. Yalnız da kalsam, karanlıklar içerisinde sessizliğin yüksek sesini işitsem de, aynada kendi yansımam ile konuşsam ve çığlıklar içerisinde bunlara ağlayacağımı bilsem de direnecektim.

Gözlerimi kapadım ve uyanmak istedim. Biliyordum ki bu bir kâbus. Uyanacaktım, her şey sona erecekti. Her zaman ki içerisinde mutluluk olan hayatıma dönecek ve bu kâbusu da hiç görmemiş gibi, aldırış etmeden yaşamaya devam edecektim. Beni hiç terk etmeyen rengârenk kelebeklerime gülümseyecektim. Karanfillerimin kokusunu ciğerlerime doldurup bir ‘Günaydın’ eşliğinde öpecektim hepsini.

Biliyorum ki her şey güzel olacak. Biliyorum ve kendime inanıyorum.

Siz de inanmaktan vazgeçmeyin. Ne olursanız, kim olursanız ve nerede olursanız olun hepiniz çok değerlisiniz. Hepinizin kendince hayalleri var, gerçekleştirmek istediği. Hepsi gerçekleşecek. Umudunuzu yitirmeyin. Fakat önce kendinize inanın, sonra ayna karşına geçip kendinize gülümseyin. ‘’Her şey güzel olacak’’

Bu yazım, Blogum Dergisi'nin Şubat sayısında da yer aldı. Görmek için tık tık

Blogum Dergisinin Şubat sayısında benim de yazmış olduğum 'Sessizlikten Kopan Çığlık' başlıklı yazımı da okuyabilirsiniz! Tek yapmanız gereken aşağıdaki kutucukta yazan 'Expand' yazısına tıklayarak derginin açılmasını sağlamak. Sayfa 46'da ise benim yazımı görebilirsiniz.

Teşekkürler.



Blogum Dergisi Şubat Sayısı Yayında!

Blogum Dergisinin Şubat sayısında benim de yazmış olduğum 'Sessizlikten Kopan Çığlık' başlıklı yazımı da okuyabilirsiniz! Tek yapmanız gereken aşağıdaki kutucukta yazan 'Expand' yazısına tıklayarak derginin açılmasını sağlamak. Sayfa 46'da ise benim yazımı görebilirsiniz.

Teşekkürler.




Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.