Yavaşça açtım gözlerimi. Karanlığa doğru kıstım önce, zamanla alıştı ama. Kaç gündür uyuyordum acaba, kaç gündür bir şey yiyip içmiyorum ve bir insan yüzü bile görmüyorum.
Bulunduğum odanın geniş olduğu anlaşılıyordu. İçerisi çok karanlıktı. Camlar siyah bantlarla örülüydü. Sadece camda bulunan ufak bir çatlaktan ışık sızıyordu içeriye, bir miktar. Ve duvarın sonsuzluğuna doğru ilerliyordu. Ne ses var ne de görebildiğim herhangi bir şey. Belki camdaki şu ufacık çatlaktan dışarısını görebilirim diye ayağa kalkmaya çalıştım. Bunu yapmaya çalışırken, yere hızlı bir şekilde devrildim. Ellerim ve ayaklarım zincirlenmişti, bunu o anda fark ettim. Bunları neden hissetmemiştim ki?
Hiç direnmeden, şaşkınlık hissine kapılmadan pes etmişlik çöktü üzerime. Çaresizce doğruldum sadece, olduğum yerde. Ağzımı açıp bağırmak, haykırmak istedim. Sesimin nasıl çıkacağından korktum. Kendi sesimi bile unutmuştum. Kendi sesim bile bana çok uzaktaydı şimdi. Vazgeçtim, sustum.
Yiyecek bir şeyler aramaya başladı gözlerim. Sağ tarafımda rengi açık kahverengiye dönmüş su, bir tasın içerisindeydi öylece, hareketsizce. Hemen yanında da üzerine doluşmuş karıncalar. Her yerde var mıydı acaba bunlardan.
...
Böyleydi işte düşündüklerim, hissettiklerim. Yemeğin üzerine dolaşan karıncalar; hayallerimi, isteklerimi yok etmeye çalışanlar. Camdan içeriye sızan ufacık o ışık, ufacık umutlarıma bir işaretti. Bileklerime vurulan zincirler, önümde olduğunu göremediğim ve onlara şiddetle çarptığım halde hissedemediğim engeller. Odanın üzerine sindirdiği sessizlik ve yalnızlık ise... sadece sessizlik ve yalnız işte.
0 yorum:
Yorum Gönder