Sıkılıyorum salonda oturup,
televizyonda kavga edip,
tartışan insanları izlemekten.
Kumandanın kırmızı düğmesine
basıyorum
ve o an fark ediyorum
düğmenin ne kadar canlı bir
kırmızı olduğunu.
Fark ettiğim bu değildi
sadece,
kaderine de üzülüyorum
kırmızının.
Yirmiye yakın siyah düğme
arasında
tek bir kırmızı
tüm kaderi o belirliyor.
***
Kalktım yerimden yavaşça,
odama doğru yürümeye
başladım.
Eğildim,
yerde duran fişi aldım elime
ve prize taktım.
Açılmasını bekledim
sabırsızca bilgisayarın,
şifreyi girdim ve…
Ve senin görüntün geldi
aniden ekrana,
Boş gözlerle bakakaldım,
boş gözlerle bana bakan
fotoğrafına.
Ne tatlısın öyle…
Üşüdüğüm için bacaklarımın
arasına sıkıştırdığım elimi
çekiyorum.
Birini; ekrana, yüzüne doğru
korkakça
bir titremeyle
yaklaştırıyorum.
Yüzüne dokunuyorum…
Dudaklarında gezdiriyorum
parmaklarımı,
usulca…
Gözlerimi kapatıp
bir öpücük konduruyorum
hafiften
dudağına…
***
Gözlerimden yaşlar akmış
hissetmemişim…
Dayanamadım…
Çektim fişi hemen.
Sessizliğin ortasında
patlayarak,
büyük bir gürültüyle karardı
ekran.
Yatağa bıraktım kendimi,
telefonu aradı yatağın
üzerinde
ellerim…
Buldum nihayet,
açtım kilidi.
Aynı fotoğrafını buraya da
koymuşum.
Delirdim mi?
Kafayı mı yedim?
Bilmiyorum…
Belki de sadece, masum
saf bir sevgi benimkisi.
***
Pencerenin önüne geliyor,
telefonumu aşağıya fırlatmak
için hazırlanıyorum.
Yapabileceğimi mi sandınız?
Yapamadım, hayır.
Yaptığım tek şey,
zifiri karanlık odamda,
yatağıma uzanıp,
ekrana bakarak uykuya dalmak
oldu.
Uykuya dalmadan aklımdan
geçirdiğim şey ise,
‘’Acaba sen de,
sen de beni böyle seviyor
musun?’’ oldu.
Sahi,
sen beni böyle seviyor musun?
Ya da bir başkasını,
benim seni sevdiğim kadar,
seviyor musun?
Sevme…
Kimseyi görme…
Bakma hiçbir göze…
Bakma hiçbir surete…
Beni sev,
benim gözlerimin içerisine
hapsol,
benim suretimi ört, kendi
suretinle…
(Bu yazım, Blogum Dergisi Mayıs 2013 Sayısı'nda yayınlanmıştır.)
Yayinlanacak kadar güzel bir yazi
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim :)
Sil