background img

The New Stuff

Ne Dinliyorum? (2)



















Merhaba,

Her ne olursa olsun beni okumaya ve takip etmeye devam eden, yazdıklarımı her daim okuyan değerli mi değerli takipçilerim.

Bu sıralar yeni takipçiler ile blogum daha da değerli bir kıvama geldi benim için. Beni takip eden sayısı arttıkça, daha güzel şeyler paylaşmayı ve sizlere bunları sunmayı gönülden istiyorum gerçekten.

Öncelerden beri beni takip edenler bilir; sık sık beğendiğim ve sürekli bir şekilde o dönem içerisinde dinlediğim şarkılarımı burada, sizlerle paylaşırım.

Bu yazım da, bu sıralar dinlediğim şarkıları sizlerle paylaşma amaçlı yazılıyor şu an.

Hemen bakalım, neler dinliyormuşum?


Geçtiğimiz Sevgililer Günü'nde, sevgilisine biraz farklı, biraz duygusal bir şeyler sunmak isteyen Demet Evgar'ın seslendirmiş olduğu ''Farketmeden'' isimli şarkı kesinlikle bu sıralar favorim. 

Demet Evgar'ın oyunculuğunu da çok beğeniyorum. Kendisinin şarkıcı veya oyuncu değil de, tam anlamıyla bir sanatçı olduğunu düşünüyorum. Ne ararsanız var ve elini neye atsa başarıyla altından kalkıyor. 


Bundan bir önceki yazımda da Beyonce'un Billboard Ödülleri'nde gerçekleştirdiği performansı ile  Run The World şarkısını paylaşmıştım. Sahne gösterileri kesinlikle başarılı. Sesine söylenebilecek hiçbir şey yok, tek kelimeyle kusursuz. Şarkı da aynı şekilde kusursuz geliyor bana ve severek de dinliyorum bu sıralar. 


Sezen Aksu'nun oğlu olan Mithatcan'ın solisti olduğu Piston adlı grubun albümünü, henüz tazeyken dinleme fırsatım olmuştu. Şarkılar arasından en çok hoşuma giden ''Bu Yüzden'' isimli parça oldu. Şarkının sözleri de Sezen Aksu'ya ait. 


Sevdiğim iki şarkının karışımını gördüğümde bir heyecanla açtım ve dinledim. Ortaya harika bir iş çıkarmış bunu düşünüp, faaliyete geçiren arkadaş. Bize de zevkle dinlemek düşüyor sadece. 

Bir önceki ''Ne Dinliyorum?'' başlıklı postum için tık tık!

Ahududu Tadında Röportaj


Röportaj yapma projem kapsamında, bu sefer sorularımı Ahududusu'na yönelttim.

Kendi bloguna vermiş olduğu isim gibi, Ahududu Tadında bir röportaj gerçekleştirdik. Sorularımı kendisine yöneltmeden önce bana bir tavsiyede bulundu. Sorularımı ona ''sizli'' şeklinde hitap etmem yerine ''senli'' şeklinde yöneltmemi rica etti. O derece samimi olmak isteyen ve de olan bir blogger arkadaşımız. Hadi hep beraber Ahududusu'nu yakından tanıyalım.

1- Merhaba Ahududusu, öncelikle bizlere kendini kısaca tanıtır mısın?

- Taze üniversite mezunu, yeni ağır işsizim.

2- Bloggerlığa tam olarak ne zaman başladın?

- İlk postum 25 Ocak 2011 tarihli şu anda ama bunun daha öncesi de var. Önce bir photo blogum vardı, gerçek ismimle kullandığım. Daha sonra 'AhuDudusu' oldum. :)

3- Blogunu izleyen kişi sayısı oldukça fazla, Twitter hesabından da edinmiş olduğun takipçi sayısı da dikkat çekiyor. Bunu neye borçlusun?

- Twitter'a daha çok önem veriyordum geçen senelerde. Sürekli aktiflik ve eskilerden olmak kazandırdı sanırım takipçiyi. Artık çok fazla umursamıyorum, çok az tweet atıyorum. Blogumda da Twitter'ımın etkisi olabilir. Çünkü blogumu Twitterla besliyorum. Sosyal medya yayılımınızı ne kadar iyi yaparsanız, o kadar okuyucuya ulaşırsınız.

4- Bloguna gelen trafikten, tıklanma oranlarından ve gelen yorumlardan memnun musun?

- Memnunum tabii ki. Okunduğunu bilmek insana keyif veriyor. Ne kadar çok yorum alırsam o kadar mutlu oluyorum. O yüzden okumaya ve yorum yazmaya devam. :)

5- Bloguna yazdığın yazıların konularını neye göre belirliyorsun? Ağırlık verdiğin herhangi bir alan var mı?

- Keşke bir alana yönelebilsem ama ağırlıklı bir konu üzerine yazmıyorum. Kendi yaşadıklarım, izlediğim filmler, dinlediğim müzikler, okuduğum kitaplar, keşfettiklerim vs. tamamen özgür ve hayatımın içinden yazıyorum. Bazen ayrı bir kültür-sanat blogu açmayı düşünüyorum ama onun sorumluluğu gözümü korkutuyor, vazgeçiyorum.

6- Blogunun adı neden ''Ahududu Tadında Cümleler''? Bir anda aklına gelen bir isim mi yoksa düşünülerek seçilmiş, anlamı olan bir isim mi?

- Önce içinde 'kırmızı' geçen bir şeyler düşündüm ama bulamadım. Sonra kırmızı bir meyve olsun o zaman dedim ve çok sevdiğim ahududuyu seçtim. Aslında ''AhuDudusu'' bir kelime oyunu ve söylerken ''333'' etkisi yaratıyor. ''Ahududu Tadında Cümleler'' de anlık olarak seçilmiş bir başlıktı. Hatta pek sevmemiştim, sonra değiştiririm diye düşünmüştüm ama her zaman ki üşengeçliğimle öylece kaldı.

7- Blogunda, bu senenin başında başlamış olduğun bir proje olan, çekilişler düzenliyorsun. Çekilişlerin hakkında bizlere biraz bilgi verebilir misin? (İlki ve şu an sürmekte olan)

Aslında hiç aklımda yoktu çekiliş düzenlemek ve bunu devam ettirmek. İlk çekiliş postunda da yazdığım gibi; çekilişlere hep imrenmişimdir ama çok şanssızımdır böyle konularda. Yaz çocuğu olduğum için pek hediye almışlığım da yoktur. Ben de madem hediye alamıyorum, vereyim dedim. Kendim gibi şanssız hissedenleri bir nebze olsun mutlu edebilmek istedim. İlk çekilişimde kendi kitaplığımdan kitaplar ve küçük birkaç hediye daha verdim. Sonra bir internet sitesiyle sponsorluk için anlaştım ve şimdi Kadınlar Günü için bir makyaj seti hediye ediyorum. Bundan sonra yine bir kitap çekilişim var. Umarım böyle hediyeler vermeye devam ederim.

8- Çekilişlerine yoğun bir ilgi var. Bu durum seni zorluyor mu?

- Aksine bu yoğunluktan çok memnunum. Talihliyi belirleme aşamasında listeyi düzenlerken çok zorlanmıştım ama o da işin cilvesi.

9- Blog yazdığın süre boyunca ''keşke bunu yapmasaydım'' dediğin ya da yazıp da sonradan pişman olup yayından sildiğin yazıların oldu mu?

- İlk yazılarımdan çok silmiştim ama pişman olduğum için değil. Sonradan okuyup sevmediklerimi sildim. Bir de zorla sildirilen bir yazım var. Post, Twitter'dan tanışım evime davet ettiğim birkaç kişinin densizlikleriyle ilgiliydi. Kimseyi ifşa etmemiştim ama sevgilim ''o yazı silinecek!'' dediği için silmiştim. Sonra o şahıs kendine bir blog açtı ve bir güzel isim de vere vere yazdı o olayı, hem de gerçekle pek alakası olmayan bir şekilde. Tabii ki benim hiç umurumda olmadı. Ama keşke o yazıyı silmeseydim, hatta isim vererek yazsaydım diyorum şimdi.

10- Blog dünyasında belirlediğin bir hedef var mı?

-Daha çok yazmak, daha çok yazmak, daha çok yazmak...

11- Aslen yapıyor olduğun bir meslek var mı?

- Kendimi bildim bileli öğrenciydim. Yeni mezun oldum. 10 gün falan oldu. Henüz bir işim yok.

12- Blog yazarlığı yapmanın sence bir sonu olacak mı? Yani bir süre sonra blog yazarlığı yapmaya son verebilir misin?

- Blog yazmaya son vereceğimi hiç sanmıyorum ama benim sağım solum belli olmaz. Bir bakarsın, bir şeye sinirlenir kapatır giderim. Ama emin olduğum bir şey var; kapatırsam dayanamam bir haftada geri dönerim.

13- Blogunu ziyaret etmek, seni takip etmek isteyen ya da etmesi gerekenlere söylemek istediğin şeyler var mı?

-Kendine yakın hisseden takip ediyor zaten. Ne diyeceğimi bilemedim şimdi valla. :)

14- Blogunu sık sık takip edip, yazılarını severek okuduğun bloggerlar var mı? Varsa kimler?

- Bloggerda çok yakın arkadaşlarım var. Blog açıp yazmam için beni gaza getiren arkadaşım Kızılgın'dı mesela. Edebiyat okuyor zaten, bir kitap projesi de var. Cipsyiyemeyenkız'la da her gün konuşurum, her şeyimi bilir. Eski bloggerlardandır, bloggerın da dostun da hasıdır. Ankara şubem olan Melodram var. Yaşadıklarımız ve kişiliklerimiz çok benzer. Onun dışında blogroll'umdeki bloglar en çok okuduklarımdır. İzlemeye aldığım herkesi de ayırmadan takip etmeye çalışıyorum.

15- Son olarak Konuşan Kalem adlı blogum hakkındaki görüşlerini de almak istiyorum. Ben yokmuşum gibi cevaplayınız lütfen. :)

- Benim gibi her telden, bir çok konuyla ilgili yazman hoşuma gidiyor. Keleminin kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Kalemin her daim konuşmaya devam etsin. :)

Güzel yorumun ve sorularıma verdiğin cevapların samimiyetinden dolayı çok teşekkür ederim. Senin gibi başarılı ve sevilen bir bloggerla röportaj yapmak benim için büyük bir zevkti. Umuyorum ki yazmayı bırakmaz, sesini daha  da çok duyurursun. Her şeyin gönlünce olması dileğiyle.

Ahududusu'nu takip etmek isteyenler buradan bloga ulaşabilirler: Ahududu Tadında Cümleler

Ahududu'nun şu an sürmekte olduğu çekilişe katılmak isteyenler de ''buradan'' çekilişin olduğu posta yönlenebilirler.

Nil Erkoçlar'dan Cesaretlilik Örneği

Molped reklamından, Emre Komutanım'daki Foto Fato karakteriyle tanıdığımız Nil Erkoçlar, 3 hafta önce kendini öldürüp, asıl olduğunu düşündüğü, Rüzgar olarak istediği hayatta yeniden doğdu.

26 yaşına kadar yaşadığı sıkıntılardan bunalıp, yaşamak ve olmak istediği gibi yaşamını sürdürmeye karar vermiş ve ameliyatla erkek bedenine kavuşmuş.

Her zaman insanların yaşamlarına saygı gösterilmesini savunan ve böyle de yapan biriyimdir. Hiçbir şekilde, hiç kimse seçtiği yaşamdan dolayı yadırganmamalıdır. Eşcinsellik, bir hastalık veya bir tercih değildir. Bir yaradılıştır. Eşcinsel bir kimse, eşcinsel olarak doğmuştur. Saygı gösterilmelidir, göstermeyenler ise bunu dile getirip aşağılayıcı yorumlar yapmak zorunda değiller.

Nil(Rüzgar) Erkoçlar, Ayşe Arman'la yaptığı röportajda, eşcinsel olmadığını, kadınlardan hoşlanmasının tamamen erkeksel duygularla olduğunu söylemiş. Bu gibi bir cesaretlilik örneğine şahsen bu açıklama pek olmadı. Yine de, ünlü ve tanınmış bir sanatçıya göre kesinlikle çok cesurca bir davranış.

Twitter'dan bu olayla ilgili bir çok tweet okudum. Halkımızın çoğu, ciddi anlamda bir gelişme göstermekte bu konularda. Eskisi gibi yadırganmıyor fakat yadırgayanlarda ciddi anlamda sert ve kırıcı yorumlarda bulunuyor. Bu durumu ''ruh hastası'' diye tanımlayan arkadaşların kesinlikle kendilerinde bir ''ruhsal bozukluk'' olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir insanın hayatında verdiği kararlar, kendisi dışında hiç kimseyi alakadar etmez. Cahilce yaklaşmak, ön yargı ile durmak yerine kesinlikle bu gibi hayatları dinleyip, okuyup anlayışlı olmaya çalışmak da kesinlikle en büyük insanlık örneğidir. Düşüncelerinizi yaşadığınız topluma göre yönlendireceğinize, düşüncelerinizle yaşadığınız toplumu yönlendirin diyorum ben.

Bu durumu geyik malzemesi olarak kullanan insanlar da mevcut etrafımızda ne yazık ki. Umuyorum ki etrafımızdaki herkes bir gün bu konuda bilinçlenir ve yadırgamak yerine anlayış göstermeyi seçer.

Birkaç fotoğraf paylaştıktan sonra ardından, Nil(Rüzgar) Erkoçlar'ın Ayşe Arman'la yapmış olduğu röportajın linkini sizlerle paylaşacağım.




Röportaj ve resimlerin devamı için tık tık! 

Ahmet Altan - Aldatmak

Merhabalar, kitapsever takipçilerim...

Bu hafta bitirmiş olduğum kitap, gördüğünüz gibi Ahmet Altan'dan Aldatmak isimli romanı.

Türk Edebiyatı'ndan şimdiye kadar pek kitap okuduğum söylenemez. Edebiyat düşkünü olmama, zaman zaman edebi yazılar yazıyor olmama rağmen, çoğu kitapta sıkılabiliyorum. Fakat Ahmet Altan'ın bu kitabında, sıkılmak kavramı bayağı bir uzakta kaldı.

Fazla kalın olmamakla beraber, kurulan cümlelerin de akıcılığı, kitabı bir çırpıda okumanızı sağlıyor.

Ahmet Altan'ın, bu kitabında ele aldığı konu; Aydan isimli bir kadının, kocasını, komşusu ile aldatması. Kitabın yazılmış olduğu zaman 2002 ve o zamana göre fazlasıyla cesurca yazılmış bölümlerden oluşan bir roman. Yazar, okuduğunuzu size yaşatmayı fazlasıyla becerebilmiş.

Kitabı harika bir hızla okudum. Çok da beğendim. Tek saçma bulduğum kısım şu oldu: Kadın kocasını aldatıp, bunu ona açıkladıktan sonra, ilişki yaşadığı komşusuyla bir daha görüşmedi. Bu sefer, aldatmaktan hırsızlığa atladı olay. Kadın, son bir kaç bölümde hırsız sıfatına büründürülmüş. Her ne kadar beğenmiş olsam da kitabı, sonunun bu derece saçmalanmasına gerçekten hiç gerek yokmuş. Hayal ettiğim, beklediğim gibi bitseydi keşke kitap.

Bunlara rağmen şiddetle okumanızı tavsiye ettiğim bir roman. Türk Edebiyatı sevenlerin çoğu zaten alıp okumuştur da, benim gibi Türk Edebiyatı'na düşkün olmayan takipçilerimin de kesinlikle alıp okumalarını isterim.

İyi okumalar...

TANITIM BÜLTENİ: 

'Onunla bir kere daha buluşması, yaşadıklarını bir kaçamak olmaktan çıkaracak, kendisini bir labirent gibi içine alıp bu yaşananları bir daha kolay kolay dışına çıkılamayacak bir maceraya dönüştürecekti. Bunu hissediyordu. Kaçacaksa şimdi kaçmalıydı, daha sonra çok geç olacaktı. Böyle olacağını hissettiği, hatta bildiği halde kaçmak istemiyordu. Yaşadıklarının yarattığı heyecan ve zevk kadar, hatta belki de daha çok, bundan sonra neleri nasıl yaşayacağına dair içindeki merak, kaçmasına izin vermiyordu.' 

Bu kitabı okuduktan sonra hayatınıza ve ilişkilerinize bir kez daha bakacak, hepsinin size şimdi çok daha değişik göründüğünü şaşırarak fark edeceksiniz.

Aşkı ve insanı pek az yazar onun gibi anlatabildi...

Emre Aydın & Nilüfer - Son Perde


Nilüfer, rock şarkıcılarla yapmış olduğu düetlerin toplandığı '12 Düet' albümünün büyük ilgi görmesiyle, albümün ikincisini de hazırladı.

12 Düet albümünde; Şebnem Ferah, Yüksek Sadakat, Malt, Teoman, Gece Yolcuları, Ogün Sanlısoy, Badem, Hayko Cepkin, Cingi, Rashit, TNK ve 4x4 gibi isimlerle karşımıza gelmişti. 13 Düet albümünde ise; Gripin, Gece, Emre Aydın, Bulutsuzluk Özlemi, Feridun Düzağaç, Kargo, Mor ve Ötesi, Vega, Model, Manga, Zakkum, Çilekeş ve Pinhani gibi isimlerle bir araya geldi.

Albüm Ocak ayı sonunda yayınlandı.

Bu düetler arasında ilk kliplenen de Emre Aydın'la yapılan düet oldu. Şarkının ismi 'Son Perde' Şarkı bir çok kişi tarafından fazlaca beğenildi ve paylaşıldı. Ben de şarkıyı çok beğendim, her an dinlemekteyim ve sizlere de dinlemenizi öneriyorum.


Düet ile ilgili sosyal paylaşım sitelerinde yapılan yorumların bir kaçına sizlerle beraber şöyle bir bakalım, kim neler demiş?

@izzetcaba: Bu hafta çıkacak Nilüfer albümü muazzam, Emre Aydın ve Vega düetleri ortalığı sarsar!

@iremderici: Acayip yakışmış Emre Aydın'a şarkı. Gerçi adam ne yapsa yakışıyor ama... Kesin dinleyin.

@gulaykara: Şarkı güzel, klip güzel, yorum güzel, düzenleme güzel. Emeğinize sağlık.

@naberbebekk: Emre Aydın'la Nilüfer düet yapmış, çok da güzel olmuş.

@gzdesn: Harika bir yorum, defalarca dinlerim.

İşte o çok beğenilen harika şarkı ve klibi:


Denizleri Kirletin (!)


Merhaba sevgili takipçilerim... Az önce, sosyal paylaşım sitelerini dolaşırken birinde denk gelmiş olduğum video ile acayip derece sinirlerim; bozuldu mu desem, acıdan kıvrım kıvrım kıvrandım mı desem bilemiyorum. Bunların ikisini aynı anda yaşıyor da olabilirim. 

Blog başlığından yanlış anlaşılmasını istemem, tamamen bir ironi söz konusu.

Bildiğimiz gibi ülkemizde de buna dahil olmak üzere, dünyada bilinçsizce davranan insanlar haddinden fazla mevcut. Bu bilinçsiz vatandaşların, bilinçsizce davranmaları sonucu bir çok canlının zarar gördüğü, video ile birlikte gördüğümüz gibi ortada. 

Denizlere atılan, büyüklü küçüklü bir çok madde ''aman ya ne olacak'' diye sallayıp arkamıza bile bakmadan gitmemiz sonucu bir çok ''acı son'' ile noktalanıyor. ''Ne olacak ki'' cümlemizi söylerken bile birçok şey belki de o anda oluveriyor bile. 

Birazdan izleyeceğiniz kısa belgesel sonucunda umarım bu bilinçsiz insanların da gözü açılır da yaptıkları caniliğin farkına varırlar. Rica ediyorum bu videoyu izleyin ve izlettirin. Bunlar sadece bir kaçı, bir çok canlı bu şekilde yok oluyor. Görmezden gelmeyin!


Emir Başar Gülsever / Yetenek Sizsiniz 2. Tur


Bir Pazar sabahından selamlar sevgili okurlarım.

Aslında Yetenek Sizsiniz yarışmasında izlediğim performansları ne kadar beğenirsem beğeneyim blogumda paylaşmayı tercih etmiyorum. Fakat dün izlemiş olduğum, yanda da resmini görmüş olduğunuz pıtırcık Emir Başar Gülsever'in performansı beni gerçekten bitirdi diyebilirim. Onun dışında küçük yarışmacılar içerisinde adaletsizliğin olduğunu düşündüğümden yazıyorum bu postu. Sizlerinde bildiği gibi Emir'den önce bateri çalan Baha, ardından da Emir gibi İngilizce şarkıları söyleyen küçük Yusuf performanslarını sergilemişti. Yarı finale de kaldılar ikisi. Fakat Emir ve ondan önce de katılan küçük bir yarışmacıyı Acun seyirci oylamasına sunmadı. Sunmama nedeni, yaşlarının küçük olması. Bunu ele alarak oylama yaptırmayacaksa, Baha ve Yusuf'ta da oylama yapılmaması gerekirdi, tabii bunun için çok geç.

Emir'e geri dönmek istiyorum. İlk performansında Bruno Mars'ın 'The Lazy Song' parçasının klibinin aynısı yapmıştı ve yaşına kıyasla şarkıyı da çok güzel söylemesi herkesi kendine hayran bıraktırmıştı.

Dünkü performansında yine İngilizce bir parça, ardından Michel Telo'nun 'Ai Se Eu Te Pego' şarkısını dansı ile birlikte yaptı, yetmedi Semazen kostümlerini giyip performansını sergiledi.

Performanslarından çok, konuşmalarıyla damgasını vurdu bence. Normalden çok çok fazla şeker bir çocuk. İzlerken gidip yanağını sıkarak parçalama isteği geldi yemin ederim.

Yazarak daha fazla sıkmak istemiyorum sizleri açıkçası. İlk performansı ve dünkü performansının videolarını koyayım, izlemeyenler veya tekrar izlemek isteyenler için:

Emir Başar Gülsever ilk performansı:


2. Tur Performansı için tık tık 

Çikolata Kaplı Hüzünler - Canan Tan


Çikolata Kaplı Hüzünler de kitaplıktaki okunanlar kitaplar arasına sıkıştırıldı.

Canan Tan'ın en son İz isimli kitabını okumuştum ve yorumumu da burada sizlerle paylaşmıştım. Ardından bu kitabını okudum. Çoğunuz biliyordur, bu kitap 2002 yılına ait bir kitap yani eski diyebiliriz.

Bu kitabı İz'den önce okuyan bir arkadaşım, benim kitabı okurken fark ettiğim detayı görememiş. Bu kitapta İz kitabından bir parça var. Anlamak aslında gerçekten biraz güç gibi duruyor. Çünkü karakterlerin isimleri, karakterlerin yerleşim yerlerinde farklılık var. Onun dışında cümleler tamamiyle aynı. Bu duruma biraz şaşırdım doğrusu.

Yüksek ihtimal ile, o bölümde yazılanlar genişletilip roman haline gelmiş ve 'İz' adını alarak da bizlere sunulmuş. Fakat anlamadığım kısım şu ki, karakterlerin isimleri neden sonradan değişiyor? Karakterlerin yerleri sonradan neden değiştiriliyor? Karakterlerin yerlerinin değişmesinden şöyle bahsedeyim: Verda'nın babasının sonradan evlendiği kadının yerinde, Verda'nın ablası var. Aslında Verda ailenin tek çocuğu. Babası öldükten sonra evine gidip, babasının çalışma odasına girmesindeki diyaloglar aynı, ama babasının yeni eşi değil de Verda'nın ablası var ve Çikolata Kaplı Hüzünler'de karakterin adı Verda değil.

Bu konuda bir sonuca varamadığım gibi kitapta 3 bölüm üst üste 'baba acısını' dile getirmesi ve kitabı da bir baba acısı konulu öyküyle sonlandırıyor. Buradan ben Canan Tan'ın gerçek yaşamında bir baba acısı çektiğini anlıyorum. Bundan kaynaklı olarak bunları yazıyor olabilir ama bir yazarın, özellikle de bu kadar başarılı bir yazarın sürekli bir şekilde kendini bir konu üzerinde tekrar etmesi bence ona bir artı olarak değilde eksi olarak dönüyor.

Genel olarak bakacak olursak kitabı beğendim. Saydığım ve yorumda bulunduğum bölümler dışındaki bölümleri beğendim ve büyük dikkatle okudum.

Tavsiye eder misin peki? sorusunu soracak olursanız, alsanız da olur almasanız da diyebilirim. Ki zaten büyük bir çoğunluğun okuduğunu düşünüyorum.

Sevgiler...

Aşk Her Şeyden Yücedir

Sevginin bence göreceli bir kavramdır. Bana göre sevmek sonu olan bir duygudur, ucu sonu belirsizdir doğrusu. Tek bir açıklıkta sevgi sönüp gidebilir ama aşk öyle değil. Aşıkken insan yaşadığının ucunu sonunu düşünmez. Ne yaparsa yapsın, aşıkken yaptığı en berbat şey bile gözüne tatlı gelir. Çünkü deriz ya, aşkın gözü kör.

Aşk çoğu insanın aklına hep birinci anlamında geliyor nedense. Aşkın milyonlarca tanımı vardır üstelik. Aşk sadece; tutku, büyük bir 'sevgi' ile bağlanmak anlamına gelmez. Aşk sevgiden yücedir, sevgi de hoşlanma duygusundan.

Eğer sevginin değil de kendi tanımladığınız 'aşk' bir gün bitecekse veya biterse, bittiğinde bile içinizde bir yerlerde bir iz mutlaka bırakır.

Sevgililer Gününüz Kutlu Olmasın!


Önden bir karikatür koyayım bari dedim, ben çok güldüm çünkü.

***

Ve beklenen gün geldi ne yazık ki...

Öncelikle şu Sevgililer Günü'nün amacını oldu bitti anlamış değilim doğrusu. Hani şu an sevgilim yok diye söylemiyorum bunu harbiden. Sevgilim olduğu dönemlerde de amacını anlamamış bir şekilde ama hiç de bozuntuya vermeden ''ihihiiii sevgilim bana nii almış öylee yirim seni yirim.'' gibi saçmalıklar yapardım yani yalan yok şimdi.

Her ne kadar saçma gelse de, belli bir amacının olmadığını düşünsem de ben depresyondayken bu gün beni daha da depresyona sokuyor! Sinirden de klavyeye harfleri bastıra bastıra yazdığımı fark ettim, deliriyorum galiba o derece yani!

Lan arkadaşım tamam sevgililer günü anladık da sen salak mısın yani? Sevgilisi olan var olmayan var, depresyonda olan var olmayan var, bunlara rağmen gelmiş sanki bilerek sevgilinle el ele, öpüşe koklaşa önümüzden geçiyorsun diye senin kafanı gözünü şişirip, organları tek tek ağzıyla parçalara ayırıp sağa sola fırlatmak isteyen var, kesinlikle isteyen var. Olmaz yani abicim böyle, lütfen ama, ayıp...

Bence bu sevgililer için özel bir alan yapılmalı. Yani madem kutlamaya bu kadar meraklılar, mıç mıç yapmak için dünden hazırlar, özel bir alan yapın da orada takılsınlar. Özellikle şu Sevgililer Günü'nü icat eden mal adam mı kadın mı her neyse o zaten bence eski sevgilisine inat böyle bir bok çıkardı ortaya sonra da özel bir alan yapmadı, gitti yeni sevgilisiyle, eski sevgilisinin gözünün önünde hop hop bir aşağı bir sağdan bir soldan Allah ne verdiyse götürdüler, adamı kıskançlıktan delirttiler.

Bıraksanız buraya daha neler neler yazacağım ama yazdıkça nabzımın atışlarını daha çok hissediyorum sinirden. Dilediğinizce yorum atabilirsiniz, sövebilirsiniz sevgililere serbest bebiklerim hadi!

Son olarak Sevgililer Gününüz Kutlu Olmasın canlarım kusura bakmayın. Bunca şeyden sonra bir de 'kutlu olsun' dememi beklemeyin. Hadi canım evlerinize, ananız babanız sizi bekliyor, bu kadarmış bitti sevgililer günü hadi dağılın!

Ne Dinliyorum?


Sevgili beybi feyslerim, beni sürekli takip edenler bilir; sizlerle sık sık o sıralar en çok dinlediğim şarkıları farklı başlıklar altında sunuyorum. Yine aynı şekilde yapacağım. Bu sıralar dinlediğim şarkılar tarz açısından değişkenlik gösteriyor aslında. Yine de bakalım neler dinliyorum?


İlk olarak bunu paylaşmak istedim. Bildiğimiz gibi 30 Mayıs'ta Rihanna İstanbul'da konser verecek. Ben de böyle şarkılarına bu aralar feci şekilde takık ve konsere gidemeyeceğim için yakına yakına dinliyorum. Diamonds bu aralar vazgeçilmezlerim arasında. 


2011 Billboard'da sahnelediği gösteri ile beni benden alan Beyonce, bu şarkısıyla da beni çılgına çeviriyor diyebilirim. Bu kadın tek kelime ile HARİKA!


Miley Cyrus'u çok sevdiğimi söyleyemem. Geçenlerde Facebook'ta dolanırken denk geldim bu şarkıya ve hadi bir dinleyeyim dedim acayip hoşuma gitti. Bu şarkıda bu sıralar vazgeçilmezler arasında yer alıyor.


İngilizce şarkıların kapanışını yine beybim Ririşko ile yapmak istedim. Bu şarkıyı aslında Diamonds'dan daha çok seviyorum. Şarkıyı ilk Victoria's Secret defilesinde dinledim ve çok beğendim. Şarkı sonundaki yürüyüşü de bir başka konu tabii. Mankenleri ezdi geçti resmen. 


Ve Türkçe şarkılara bu parça ile geçiş yaptık. Gökhan Türkmen'i hiç sevmem. Adamın tipi çok itici geliyor bana. Bu şarkı çok hoşuma gitti, özellikle Bahadır Tatlıöz'ün sesi ten point. 


Emre Aydın'ın Soğuk Odalar şarkısından sonra tanıdığım Gülden Mutlu'nun Unutamam Dedin isimli şarkısı çok başarılı olmuş. Sesi zaten harika, şarkı da güzel olunca haliyle vazgeçilmezler arasına geçiş yapıyor. 

Kitabımı Nasıl Okuyorum?

Uyuşuk Hayalperest'e gelen bu soru, ondan da bana gelmiş. Kitabı nasıl okursun diye sormuş, ben de cevaplandırayım.

- Kitap okuyacağım zaman öncelikle kendime rahat ve sessiz bir ortam hazırlarım. 
- Çok gürültülü ortamlarda kitap okuyamama gibi bir huyum yoktur ama sessiz olması her zaman tercihimdir.
- Genelde, yatağımda bağdaş kurarak ve sırtımı yastığa yaslayarak okumayı tercih ederim. 
- Kitabı ne çok aşağıda ne çok yukarı da uzanarak okuyamam. Tam göz hizamda olmasına dikkat ederim. 
- Duygusal ve dram dolu bir kitap okuyorsam Can Atilla'nın besteleri gibi (sözü olmayan) müzikleri dinlemeyi severim. 
- Seyahat ederken kitap okumayı çok sevmem. Çünkü; seyahat sırasında müzik dinleyerek pencereden dışarısını izlemek daha bir cazip geliyor.
- Nereye gidersem gideyim o sırada okuyor olduğum kitap mutlaka çantamda, yanımda olur.
- Okuduğum kitapta beğendiğim kısımların altını çizerim. 
- Kitap okurken; kahve, çay gibi sıcak içecekler mutlaka elimin altında olur. Yaz aylarında kahve yerini koruyor fakat çayın yerini diğer soğuk içecekler alıyor. Yani kısacası kitap okurken bir yandan bir şeyler içmeyi seviyorum. 

Aklıma gelenler şimdilik bunlar. Birilerini mimleyip, birilerini mimlememek gibi bir şey yapmayı şu an istemiyorum. Okuyup da blogunda bunu paylaşmak isteyen herkes yapabilir. 

Ölümsüz Aşk - Stefanie Zweig

Geçtiğimiz haftalarda çıkmış olduğum Antakya gezisi sırasında, kapalı çarşıyı gezerken bir kitapçının önünde durdum ve kitapları incelemeye başladım. Gördüğünüz gibi 'Ölümsüz Aşk' kitabını elime aldım ve arka kapağını falan okudum. Özellikle 'gerçek bir yaşam öyküsüdür' cümlesi ile ilgimi çekti ve hemen satın aldım, bir hevesle. Keşke aldığım hevese değseydi...

Kitap sanki biraz şaşırtmalı gibi. 50, 60, 70 derken zorla, canla başla 100'üncü sayfaya kadar okudum. Bu kadar sıkıcı, karmaşık bir anlatıma sahip, kitap adından tamamiyle alakasız bir kitap şimdiye kadar okumadım doğrusu. Hani belki ilerleyen sayfalarda bir yerlerde ölümsüz bir aşk çıkabilir ama dayanamadım gerçekten. Konu ve olay anlatımları çok sıkıcı.

Zaten çok fazla bilinen bir kitap değil sanırsam. Basıldığı zamandan beri 10 tl'ye satılıyormuş, şu an internetteki kitap satış siteleri dahil, sahaflarda falan 3 tl'ye satılıyor. Demek ki hiç ilgi görmemiş. Millet benim gibi ''Ooaaa, gerçek yaşam öyküsüymüş hemencecik almalıyım ihihhe'' diyerek almamış yani. Kendimi de böyle çok yalnız, kandırılmış, duygularıyla oynanmış gibi hissettim.

Neyse beybi feyslerim, sizlere tavsiye bu kitabı asla almayınız, almaya çalışanları uyarınız, kitabı gördüğünüz yerden kaçarak uzaklaşınız. Sevgiler...

Allah'ım Ben Sana Naptım?

Bir Pazar gününden hepinize merhaba aşklarım.

Bu aralar inanılmaz kötüyüm. Aşk hayatım fena şekilde yerle bir olmuş vaziyette. Hayatımda kendimden daha şanssız birisini cidden tanımıyorum ve sanırım öyle biri hala yaratılmadı. 

Aşk acısı çekip, depresyon stayla takıldığım şu dönemlerde kafamı birazcık olsun dağıtmak, bir kaç saatlik kafamı boşaltmak ve en önemlisi de o birkaç saat içerisinde ''O''nu kafamdan çıkarmak için pıt pıt pıt hazırlandım bir güzel. Bizim burada Barlar Sokağı diye bir yer yapıldı, böyle bir ara sokağa bir sürü bar falan açtılar. Çok da şirin bir yer oldu. Neyse...

Ben, babam, halam ve abim yola çıktık. Benim aklımda hala o gerizekalı var tabii. Böyle ölü gibi yürüyorum yolda, koluma halam girmiş tık tık gidiyoruz. Barların olduğu yere geldik ve sokağa giriş yapmak için ilerideki araya doğru yürüdük. Tam köşeyi dönüyordum ki Allah bismillah! 

Ben şu boktan depresyonumdan çıkmak için teee buralara kadar geliyorum. İğne atsan yere düşmez bir kalabalık var ve o kadar insan arasında ben, köşeyi dönerken bildiğin ''O''nunla çarpıştım. Neye uğradığımı şaşırdım ve o da yüzüme bakmadan kaçar gibi uzaklaştı oradan. Ben de böööyle arkasından baktım ve bir kere de arkasını dönüp bana baksın diye, bilmediğim duaları bile içimden ettim ama tabii dönmedi. 

Arkasından bakarken, halam da kolumdan çekiştirdi ''Hadi eve gidiyoruz, hiçbir barda boş yer yokmuş.'' dedi. Allaaah, ben daha da sinirlendim tabii. Depresyondan çıkayım derken başka bir depresyona giriş yaptım. Şu an iki depresyonu bir arada yaşıyorum!

Allah'ım, o kadar insan arasından sen beni niye onunla çarpıştırıyorsun, bu bir. Madem çarpıştırıyorsun şunu bana aşık et yani rica ediyorum, bu iki. Madem aşık etmeyeceksin, üzerine de çarpıştıracaksın bari şu barlardan bir tanesinde boş yer bıraksaydın ne olurdu? Beni niye bu kadar şanssız bir kulun yaptın, ben sana naptım ki yani? 

(ve yazar burada ağlamaya başlar!)

Not: Olay ve şahıslar tamamiyle gerçektir, hiçbir yerden alıntı yapılmamıştır. (Ne yazık ki!)

Ahududu Tadında Cümleler'den İlk Çekiliş


Her zaman demişimdir çok şanssız birisiyimdir diye. Yine aynı şeyle karşınızdayım aşklarım. Ahududu Tadında Cümleler isimli blog ile yeni tanışmış olduğumdan çekiliş yapıldığından da geç haberim oldu. Yine şansımı denemek istedim, zararı yoktur. Sevgililer gününde sonlanacak çekilişe sizler de katılmak ve hediyelerin ne olduğunu görmek için buraya tıklayabilirsiniz. 

Ayrıca blogda çok güzel paylaşımların olduğunu da belirtmek isterim, mutlaka takibe alın. 

Sevgiler...

Shameless Başlamış!


İlk sezonundan beri çok sıkı bir şekilde takip ederim Shameless'i. İzlemeye başladığım ilk yabancı dizi oldu 2 sene önce, o yüzden hep ayrı bir şekilde sevdim bu diziyi.

Her sezonu Ocak ayında yayınlanmaya başlıyor ve 12 bölüm ile sezon finaline giriyor. Böyle harika bir dizi bu kadar kısa bir şekilde sezon finali yapıyor diye ben de başta olmak üzere eminim ki hiçbir Shameless hayranı bu durumdan hoşnut değildir. Tadına doyamıyoruz.

Shameless, gerçekten oyuncuların ve rollerine büründükleri kişilerin sıcaklığını biz izleyicilere çok iyi aktarabiliyor. Diğer dizilerden ne farkı var bilmiyorum ama benim için diğer dizilerden çok farklı bir yerde. Her bölümünü ayrı bir heyecanla izliyorum.

Bu yılın başından beri her gün neredeyse internete bakıyordum Shameless başladı mı, ne zaman başlayacak diye. Artık kafam nasıl dolmuş, nasıl olmuşsa aklımdan tamamen çıkmış. Dün bir arkadaşımın Facebook profilinde dizinin karakterlerinin olduğu fotoğrafı görünce ''Anaaa lan Shameless'i unuttum ben!'' diye bir şok yaşadım. Hemen tık tık tık girdim ve buldum. Zafer artık ellerimin arasındaydı. Bir oh çektim önce. Zaten fazla da bir şey kaçırmamışım, henüz 3 bölümü yayınlanmış. Zaten 12 bölümcük, tadına vara vara izlerim.

Shameless'den ben bu yazıyı yazana kadar bihaber olan herkese tavsiyem bu diziyi kesinlikle izleyin!

İzlemek isteyenler, ben bu adresten izliyorum... tık tık!

Dizi hakkında bilgi:

(Utanmaz adam ve ailesi.

Sahtekarlık onda, alkol onda... Chicago varoşlarının bağrından kopan en çarpık ailenin reisi Frank Gallagher tanıyıp tanıyabileceğiniz en utanmaz adam. BAFTA ödüllü İngiliz dizisinin Amerikan versiyonunda Emmy ödüllü aktör William H. Macy ve Emmy Rossum başrolde. ABD'de yayınlandığı kanalda yedi senenin en yüksek reytingine ulaşan dizi, şimdiden eleştirmenlerin gözdesi. Kaynak: ''e2.tv.tr'')

Ve Geri Kalan Her Şey

Allah Beni Böyle Yaratmış, Küçük Aptalın Büyük Dünyası ve Ve Geri Kalan Her Şey... Yazdığım sıraya göre okuduğum PuCCa Günlük kitaplarının sonuna geldim.

Ve Geri Kalan Her Şey, diğer iki kitap gibi nereye gidersem gideyim çantamın içinde oldu. Kitap okumaya ayırdığım süreçler dışında bile elimde oldu ve boş anımda pat diye açıp okuyordum. Misal verecek olursak; kendime kahve yaparken suyun kaynamasını beklerken açıp okuyordum.

Bu kitapta PuCCa bizlere Ceri ile olan ilişkisini anlatmış çoğunlukta. Diğer bölümler, bir PuCCa klasiği ile geçmişten ve komik anlarından ibaret. Ceri ile olan ilişkileri de PuCCa'nın aşk klasikleri gibi imkansızlıkla başlıyor, başladığı gibi imkansızlıkla giderken kitap mutlu son ile bitiyor çok şükür.

Ve Geri Kalan Her Şey, komik olduğu kadar duygusal da. Ne tuhaftır ki PuCCa sizi kahkahaya boğmayı başarabildiği kadar anında gözlerinizi yaşla doldurabiliyor. Allah Beni Böyle Yaratmış kitabı içinde aynı şeyi söylemiştim.

Kitabın sonu ise çok harika olmuş. Gecenin ikisinde kahkaha attım resmen, kardeşim ve abim uyanıcak diye tırstığımdan da hemen battaniye altına saklandım.

Hala PuCCa'dan habersiz, ya da haberi olup da okumayan herkese tavsiyem, en yakın kitapçıya şimdi koşarak gidip alın. Gerçekten pişman olmayacaksınız.

  • Küçük Aptalın Büyük Dünyası için tık tık
  • Allah Beni Böyle Yaratmış için tık tık

Rüyalarım da Saçmalamaya Başladı Artık!


Çok sık rüya gören ve gördüğüm rüyayı da unutmayan birisiyimdir. Taa küçüklüğümde ben böyle mutfaktan çıkarken, tam ışığı kapatacakken çamaşır odasından fırlayan elinde bıçak olan kel adamı hatırlıyorum hala mesela. Bir de ben yıkandıktan sonra ne alakaysa salona giyinmeye gittiğimde odamda saklanan o siyahlar giyinmiş uzun boylu amcayı da hatırlıyorum. Bak korktum yine gördün mü?

Her neyse işte. Böyle böyle hatırlıyorum falan ama bu rüyalarım son iki gündür acayip bozdu abicim var ya uyandığımda gülmekten kalkıp kahvaltı bile edemiyorum o derece. Ben de yeter artık dedim kimseye de anlatmadım, anlatırsam düzelir diye buraya yazmaya karar verdim. Dün gece rüyamda ne gördüğümle başlayabilirim mesela.

Şimdi bizim çarşıda bir tane simit sarayı var çok da güzel şeyler yapıyorlar abiciklerim. Her neyse bizim bu simit sarayına Taylor Swift geliyormuş. Bak yazarken bile kahkaha atıyorum. Be Taylor, be canım benim İskenderun'a geldiğin yetmiyor bir de simit sarayında konsere mi çıkıyorsun. Bu böyle şarkı söylüyor ben de oradan bağırıyorum ''Açılıııın ben blog yazarıyım fotoğrafını çekmeliyim, yazmalıyım hava atıcam eheheh açılııın!'' diye bağırıyorum. Lan biri de çıkıp demiyor koyarım havana da bloguna da önce ben geldim diye. Sonra bu Taylor beni içeri alıyormuş fotoğraf çekiyorum ben de bir havalar bir havalar sanki günde 80 kere Rihanna'yı çekiyormuşum gibi. Sonra ben bu Taylor'a İskenderun'u gezdiriyorum, İngilizcem de çok olmadığından diyorum ki ''I don't speak English canım yaaa neyse feyste yazışırken tıransleyt kullanırım kıh kıh kıh.'' o da ''ahahah tıransleyt yeeeaahh'' diyor. Allah'ım ne sinir karı ya dayanamayacağım en iyisi uyanayım ben dedim ve uyandım. Kalbim dayanmayacaktı çakacaktım iki tane! Tamam sakinim.

Bugün de çok trajikomik bir rüya gördüm. Tabii bana göre trajikomik. Ben böyle salonda oturuyorum yine tv falan izliyorum her şey çok güzel oh beybi derken kafamı bir çeviriyorum, ana! O ne lan öyle Ipad var koltukta. Biri bırakmış üzerine de ''doğum günün kutlu olsun canım bu doğum günü hediyen'' yazıyor. Aha dedim valla benim. Lan diyorum hangi mal bana Casper Ipad alır doğum günümde falan. Sonra böyle alıyorum sanki o Ipadle dünyayı yönetebilecekmişim gibi seviniyorum zıp zıp zıplıyorum yerimde.

Uyandığımda tabii ki çok sinirlendim, gittim hemen anneme babama ''doğum günümde bana Ipad almadınız rüyamda mı alıyorsunuz o notu kim koydu oraya kim yazdı canım yazmış bir de ya utanmadan!'' diye carladım carladım geçtim yatağıma. Bakın arkadaşlarım, canlarım. Doğum günümde değil de rüyamda bana Ipad alan kimse çıksın benim ben aldım desin valla kızmayacağım rüyamda aldı diye. Seveceğim sadece böyle, bağrıma basacağım. Hadi bekliyorum, öpüldünüz.

Mim Var Dediler Geldik!

Dün öğlen saatlerinde evde bir sıkıl bir sıkıl, sıkılmaktan sıkıldım valla. Dedim bir blogger kardeşlerimin, canlarımın, ciğerlerimin bloglarına bir göz atayım. Bir çok yeni blogla da karşılaştım ve beğendiklerimi takibe almayı ihmal etmedim. Blogları lay lay lay diye dolaşırken hepsinde ortak bir şey olduğunu fark ettim ona mim deniliyormuş. Şimdi mim'in ne olduğunu bilmediğimden ''hehe höhö cahile bak yuua'' diye kıkırdayanlar vardır gibime geliyor. La olum söyledin de bilmedik sanki tipe bak ya. Bilmemek ayıp değil bir kere öğrenmemek ayıp derler. Ben de görünce öğrenme işine koyuldum zaten çabucak.

Uyuşuk Hayalperest'imizin blogunda da bunu gördüğümden koştur koştur ona sordum sağ olsun o da bana anlattı. Benim mimdeki soruları al cevapla, bir dahakine de aklımdasın dedi ben de teşekkürlerimi şey ettim. Bu arada Uyuşuk Hayalperest'le bu hafta sonu bir röportaj da gerçekleştirmiştik. Okumayanlar varsa buradan okuyabilirler.

Yine konudan saptım ve fazla konuştum(yazdım). Daha fazla sapmadan hemen soruları cevaplayayım.

1- Kitaplara eş değerde sevdiğin bir şey var mıdır? Varsa nedir?

Aslında yok. Kitap okurken kendimi huzurda ve güvende hissediyorum açıkçası. Başka da kendimi huzurda ve güvende hissettiğim bir şey yok fakat blogger arkadaşlarımın yazdıklarını okumaktan da çok büyük bir keyif alıyorum.

2- Takma adın var mı? Varsa o adı neye göre seçtin ya da sana nasıl hitap edilmeye başlandı? Yani hikayesi nedir?

Bir takma adım yok fakat bana daha çok 'küçük yazar' diye hitap ediliyor. İnternetten tanımış olduğum Nezih diye bir abim var, bunu okuyorsa sevgilerimi, saygılarımı iletiyorum. Ondan sonra annem gördü, babam duydu derken tüm aile küçük yazar demeye başladı. 15 yaşından beri blog yazarlığı yaptığımdan hep küçük yazar olarak kaldım öyle. Şu an 17 yaşındayım yani aslında hala küçüğüm.

3- Kitap okurken aynı anda şarkı dinleyenlerden misin? Belirli kitaplarla özdeşleştirdiğin şarkılar var mı? Varsa bunlar nelerdir?

Evet aslında, kitap okurken şarkı dinleyebiliyorum fakat Can Atilla tarzı olan şarkılar olursa. İçerisinde söz olan müzikleri dinlerken okuyamam, odaklanamam yani.

4- Seri kitapları mı daha çok seversin yoksa tek kitapta her şeyin olup bitmesinden hoşlananlardan mısındır?

Seri kitapları çok sevmiyorum çünkü bir şeyden hemen sıkılan birisiyimdir. Tek kitaplar her zaman tercihimdir fakat bu konuda sadece Gece Evi Serisi'nden sıkılmadım ve hala da okumaya devam ediyorum seriyi.

5- Hayatta en çok gerçek olmasını / senin olmasını istediğin şey nedir?

Gerçek olmasını istediğim şey, ilerde çok başarılı bir yazar olduğum hayallerim. Benim olmasını istediğim şey ise; bir erkek olarak alışverişe fazlasıyla düşkün olduğumdan gördüğüm bir ayakkabı, kazak vs. anında benim olsun isterim yoksa onu içime dert ederim. Böyle de bir huyum var.

6- E-book mu yoksa eski usul, ellerinde hissedebileceğin kitapları mı okumayı tercih edersin?

Eski usul ne demektir ki yahu. Tabii ki ellerimde hissetmek isterim. O kitabın kokusunu, sayfaları çevirdiğimdeki heyecanını alamadıktan sonra ne anlamı kalır ki?

7- En sevdiğin şarkıcı / grup ve onun / onların en sevdiğin şarkısı nedir?

Aslında hoşuma giden şarkıyı dinlerim kafası var bende. Rap ve arabeskle alakalı olan şeyler dışında. Çok çok fanı olduğum bir şarkıcı yok ama Lady Gaga ve Rihanna'yı hiçbir şeye değişmem.

8- Kendin hiç ayraç yaptın mı? Yaptıysan eğer kendi yaptıklarını mı yoksa kitapların orjinal ayraçlarını mı tercih edersin?

Kendim ayraç hiç yapmadım, haliyle kitapların orjinal ayraçlarını tercih ediyorum.

9- En sevdiğin, bir anlamda hayatını etkileyen ünlü bir alıntı / alıntılar var mıdır?

''Mükemmellik sıkıcıdır, hataların olmalı.'' Lady Gaga.

''Kelimelerin gücünü anlamadan, insanların gücünü anlayamazsın.'' Konfüçyüs.

10- En sevdiğin mevsim hangisidir?

Yaz geldi mi kışın, kış geldi mi yazın gelmesini isteyenlerdenim. O yüzden bahar ayları en iyisi bana göre.

11- Dürüstçe cevap vereceğini varsayarak soruyorum. Elinde bir şeyleri değiştirecek güçte tek kullanımlık bir güç olduğunu düşünelim. Bu kadar büyük bir şans avuçlarındayken bencillik edip kendi isteklerin doğrultusunda mı kullanırdın yoksa geniş düşünüp herkesin yararına olan bir değişiklik yapmak için mi kullanırdın? Ve bu değişiklik (bencillik edip de yaptığın ya da herkesin yararına olan) ne olurdu?

Daha soruyu buraya yazarken, hiç okumamama rağmen anladım ve kafamın içerisinde cevaplandırdım. Kesinlikle benim de dahil herkesin yararına olacak şeyi, tam olarak özgürlüğün olmasını seçerdim. Ciddi anlamda bir özgürlük ama, insanların her anlamda ön yargılarını, tabularını yıkacak tarzda. Herkesin dilediği gibi, mutlu olduğu özgür bir dünya yapardım.

Yapayalnız Yaşıyorum Aşkımı... Nerdesin?


Tarifi yok duygularımın, hissettiklerimin. Ne desem yalan ne söylesem kandırmaca. Kendi içimde yok oluyorum. Savaş veriyorum duygularımla. Ben ölmedikçe o da ölmeyecek.

Aşk kavramı ne kadar da uzakta şimdi. Kaybetti beni diye düşünmeye başlamıştım, yanılmışım. Kim kimi kaybetti acaba. Hali hazırda bekliyormuş yamacımda. O anı bekliyormuş, ucunda kalp olan okunu bana saplamak için.

Sudan çıkmış balık gibi çırpınıveriyorum. Kendime gelmek istiyorum ama olmuyor. Ben artık benliğimden uzak bir yerlerde yapayalnız bir aşk yaşıyorum.

Her cümlemin sonuna, noktamdan önceme konu oluyorsun. Her şeyi sana bağlıyor, senle başlıyor, senle bitiriyorum. Bunu fark etmemiştim daha evvel. Belki de fark etmemek için ayrı bir savaş vermiştim. Sen hala sen; ben ise hala benim. Neden ortak bir noktaya adım atamadık, atamıyoruz ki?

Neden bu kadar uzaksın bana? Yanımda, en yakınımda olmana rağmen. Neden ulaşılmazsın ki bu kadar? Yoksa bunların hiçbiri yok da, ben kendi karamsarlığımla mı boğuşuyorum?

Ahh... Bunu daha önce kimselere söylemedim, söyleyemedim! Beni sev... En masum, en temiz kalbinle sev beni. Ben seni öyle seviyorum...

Sessizlikten Kopan Çığlık



Gözlerimi aralıyorum acıyla. Bir soğukluk, bir ıslaklık hâkim bedenimde. Hareket edemiyor, öylece duruyordum. Gözlerimi tam olarak açtığımda, bir şeyin üzerine yatırılmış ve bağlanmış olduğumu fark ediyorum. Ne içten bir tepki ne de dışarı çıkardığım bir anlamsızlık öfkesi… Hiçbir şey konuşmuyor, hiçbir tepki vermiyordum.

Başımı doğrultmak istedim. Acı çeke çeke de olsa görebildim her şeyi. İşte o an korku ile kafamı arkaya doğru sertçe bıraktım. Üzerinde çırılçıplak bağlanmış olduğum, ne olduğunu hala anlayamadığım şeye kafamı çarptım, şiddetle. Acıdan gözlerimi bastırdım ve dişlerimi sıktım. Bağıramadım, bağıramazdım.

Henüz odada yalnız olduğumu düşünürken şimdi on, belki de yirmi kişi, ellerinde isimlerini bilmediğim korkunç şeylerle başıma toplanmış ve her an bana bir şeyler yapacaklarmış gibi tetikte bekliyorlardı. Boş gözlerle baktım hepsine, tek tek.

İşte o an… O an, çırılçıplak olan hayallerimle yalnız başıma olduğumu anladım. Düşmanlarım karşımda toplanmış, beni yok etmeye çalışıyorlar. Hayır, direnmem lazım. Ne bana dokunabilecekler, ne de hayallerime. Yalnız da kalsam, karanlıklar içerisinde sessizliğin yüksek sesini işitsem de, aynada kendi yansımam ile konuşsam ve çığlıklar içerisinde bunlara ağlayacağımı bilsem de direnecektim.

Gözlerimi kapadım ve uyanmak istedim. Biliyordum ki bu bir kâbus. Uyanacaktım, her şey sona erecekti. Her zaman ki içerisinde mutluluk olan hayatıma dönecek ve bu kâbusu da hiç görmemiş gibi, aldırış etmeden yaşamaya devam edecektim. Beni hiç terk etmeyen rengârenk kelebeklerime gülümseyecektim. Karanfillerimin kokusunu ciğerlerime doldurup bir ‘Günaydın’ eşliğinde öpecektim hepsini.

Biliyorum ki her şey güzel olacak. Biliyorum ve kendime inanıyorum.

Siz de inanmaktan vazgeçmeyin. Ne olursanız, kim olursanız ve nerede olursanız olun hepiniz çok değerlisiniz. Hepinizin kendince hayalleri var, gerçekleştirmek istediği. Hepsi gerçekleşecek. Umudunuzu yitirmeyin. Fakat önce kendinize inanın, sonra ayna karşına geçip kendinize gülümseyin. ‘’Her şey güzel olacak’’

Bu yazım, Blogum Dergisi'nin Şubat sayısında da yer aldı. Görmek için tık tık

Uyuşuk'dan Hayaller (Röportaj)



Sevgili takipçilerim... Bildiğiniz gibi geçen hafta bir moda bloggerı olan Ali Rıza Tunçer ile çok hoş bir röportaj yapıp sizlerle paylaşmıştım. Ardından tercih ettiğim isim Uyuşuk Hayalperest oldu. Kendisi çok sıcak kanlı, aynı zamanda harika bir blog yazarı. Bakalım Uyuşuk Hayalperest, Konuşan Kalem'e neler demiş?

Konuşan Kalem: Kendinizden kısaca bahseder misiniz?

- En zor soru da en başta sorulmaz ki ama. Kendimi anlatmayı zor bulurum. Ve kendimi başkalarından dinlemeyi severim. Çünkü başkalarında bıraktığım etkiyi fazlasıyla merak eden bir kişiyim. Meraklı dediysem, benimki kendimce merak, yoksa meraklı bir insan değilimdir. Konuşmaktan ziyade yazmayı seven biriyim. Bu sebeple beni normalde görseniz ya da patronuma sorsanız, iki lafı zor eden biri olarak tanımlar kesin. Nasıl? Kendimi kısadan bile uzun anlattım bence.

K.K.: Asıl mesleğiniz nedir?

- Diplomamda ''muhasebe elemanı'' yazıyor, ben onun yalancısıyım ve kendim için mesleğim muhasebe diyorum. Ama hiç yapmadım desem yeridir. Bir tecrübedir tutturmuşlar. Bir dayımız da yok, kaldık böyle çömez.

K.K.: Ne kadar süredir blog yazarlığı yapıyorsunuz?

- Ben blog yazmaya 2011/Mayıs ayında başladım. Az kalmış, iki yıllık olacağım.

K.K.: Bu süre içerisinde bir sıkıntı yaşadınız mı?

- Yazmak konusu hariç, sıkıntım olmadı şükür. Kimseye karışmam ben, fazla yakınlaşmayı da istemiyorum açıkçası kimseyle.

K.K.: Blogunuzda ne gibi konuları ele alıyorsunuz?

- Blogum, günlüğüm diyebilirim. İçimden geçenlerin hepsi. Bir televizyon dizisi, programı ya da bir film için yazıyorum. Yaşadığım kendimce tuhaf olayları paylaşıyorum. Bazen içimden geçen duygularımı yazıyorum. Yani dediğim gibi, içimden geçenleri yazıyorum ben.

K.K.: Oldukça fazla takipçi sayınızla da dikkat çekiyorsunuz. Bunu neye borçlusunuz?

- Fazla mı? Bu şaşırtmalı bir soru mu ne? (gülüyor) Şaka bir yana her gün artan bir sayım var, evet. Neyimi beğeniyorlar da geliyorlar bilmiyorum. Arttıkça ben geriliyorum bazı bazı. Diyorum ki, bak saçmalama artık sorumluluk bu!

K.K.: Peki neden 'Uyuşuk Hayalperest'?

- Çünkü ben tam olarak öyleyim de ondan. Uyuşuk ve bir o kadar hayalperest bir insanım. Bloguma her yazdığım yazı binlerce hayal barındırır içinde. Şimdi bile hayaller alemindeyim diyebilirim. Ama uyuşuğum işte. İçimden gelirse yaparım bir şeyi, yoksa yapmam.

K.K.: Uyuşuk Hayalperest dışında yazarlık yaptığınız bir blog var mı?

- Yazarlık demeyelim de konuk olarak Cenkblog adlı bir blogdaş ve arkadaşta yazmışlığım var. Bunu da blogumu inceleyenler bilir zaten. Başka da bir yerde yazmıyorum. Korsanlarım varsa itibar etmeyin olur mu? (gülerek)

K.K.: Ben de sizin takipçiniz olarak yazdıklarınızı gerçek anlamda beğeniyorum. Peki bu yazdıklarınızı neye göre belirliyorsunuz?

- Ruh halime göre. O gün izlediğim bir şeye göre ya da okuduğum bir yazı yahut habere göre.

K.K.: Yazdığınız yazılarda Uyuşuk Hayalperest'in yaşanmışlıklarını görebilir miyiz?

- Tabii ki de. Yazdıklarımın hepsinde ben varım. Benim duygularım var, hissettiklerim var. Bu da onları yaşanmış yapar.

K.K.: Blogunuza yeterli önemi verdiğinizi ve yeterli derecede zaman ayırdığınızı düşünüyor musunuz?

- Açıkçası çalışmasaydım evdeki pc ile bu kadar ilgilenemezdim blogumla. Sağ olsun pek bir yavaştır, ihtiyarladı gayrı artık. Yoksa abartarak diyebilirim ki 7/24 blog aleminde olabilirdim.

K.K.: Sizi takip etmesi gereken okuyucularımıza neler söylemek istersin?

-İçinizden gelirse takip edin derim, ne diyeyim başka. Ve yorumlarını eksik etmesinler. Blog aleminde bulunan çoğunluğa göre yorumlar, blogun can damarıdır can! Bu kadar söylüyorum.

K.K.: Eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Öncelikle aklınıza gelip benimle röportaj yaptığınız için çok ama çok teşekkür ederim. Varlığımın hissedilmesi beni çok mesut eder. Her insan kadar belki de biraz fazla, ben de severim ilgiyi. Dikkat çekmeyi. Bu kocaman blog aleminde bunu başarmışsam ne mutlu bana. Uzunca bir süre, bu alemde olmak dileğimle. Sevgiler ve saygılar...



Uyuşuk Hayalperest'in yazdıklarını okumak ve onu takip etmek isterseniz: http://ayisigininhayaldunyasi.blogspot.com/

Ben de Uyuşuk Hayalperest'e benimle röportaj yapmayı kabul ettiği için ve sorularımın hepsini ayrı bir sıcaklık ile cevapladığından teşekkürlerimi sunuyorum.

Ölüm Çizgisi


İçimde ölen umutların haykırışlarını duymamak elde değil. Bir insan nasıl olur da sonunu bildiği halde geri adım atmaz, atamaz?

Bir çizgi var şu an önümde. Belki umudumun belki de ölümümün çizgisi. İstemeyerek çıktığım bu yolda her köşe başında bir surat var. Hepsi de aynı. Onun suratı... İçimdeki umudun, sevincin çığlığını çok net duyabiliyorum. Kendimden geçiyorum adeta. Gerçek dünyadan soyutlanıyorum, başka bir boyuttayım. Daha önce hissedilmeyenler de eşlik ediyor.

Gözlerine kilitleniyor gözlerim. Hayal dünyamın kapıları ardına kadar açık şimdi. Her şey saniyeler içerisinde kurgulanıyor. Tüm gelecek, tüm güzel şeyler, tüm mutluluklar. Bunların arasında saklanan, gizlenen bir şey daha var: umut. Daha en başından belli etmiş oysaki kendini, gizlenerek. Daha o günden beri ''ben gidiyorum'' demiş. Ah aptal kafam, anlayamadım işte.

Bir armağan istedim senden sadece, ufacık. Bir bakış, bir gülümseme, bir öpücük belki de. Görünen ve bilinen sonum böyle bitsin bari. Ölüm çizgim böyle sonlansın.

Cumartesi Antakya'daydım!


Bu yarı yıl tatili evde oturmadım sayılır. Cumartesi sabahına kadar halamın yanında Samandağ'daydım. Oradan da sizlere iki adet post atmıştım; Samandağ'dan Selamlar ve Samandağ'dan Kareler olmak üzere. Cumartesi sabah Antakya'ya gittim ve akşama kadar da dolandım durdum. Bundan sonrasını resimlerle birlikte anlatacağım. Bakalım neler yapmışım.


İlk olarak tabii ki de koşarak Antakya'nın enfes dönerinden yemeye gittik. Yaz aylarında da gittiğimizden en güzel nerenin yaptığını da biliyoruz artık. Yerin adı Mudurnu. Hakkını gerçekten veriyorlar, şimdi resme bakınca canım yine istedi valla. 


Yemek yedikten sonra çarşıda dolandık durduk. Çarşıda mağazaların çoğu kaldırımdan bir kat aşağıda, resimde de gördüğünüz gibi. Bu benim çok hoşuma giden bir görüntü nedense. 


Ardından Atatürk Anıtı'nın önünde fotoğraf çekildim gördüğünüz gibi ne de sevimli çıkmışım. Anıtın bulunduğu meydan gerçekten harika. Kalabalık yerleri seviyorum ve oradaki ortam çok hoşuma gitti. Kendimi bir an İstanbul sokaklarından birinde yürüyormuş gibi hissettim doğrusu. 


Bu da Antakya'mızın meşhur nehri, Asi. Bir aralar Kanal D ekranlarında dizisi de vardı, baş roller Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım'a aitti. İzleyenler bilir. 


Asi'den sonra Uzun Çarşı oldu durağımız. Antakya'ya iner inmez ''kapalı çarşı bulalım yeeaa'' diye zırlamıştım ve unutmuşken pat diye çıktı karşımıza. Çok iyi oldu hemen içeriye daldık.


Koştur koştur hemen kitapçılara daldım. 1 saatimizi iki kitapçıda harcadık zaten. Birinde de ucuzluk gibi bir şey vardı kitaplar 3 tl falandı, bunu da değerlendirdik. Gerçek bir yaşam öyküsü olduğundan ilgimi çeken Ölümsüz Aşk adlı kitabı ve Bir Yaz Gülüşü adlı kitabı satın aldık. 


Kitap satın aldığımız dükkan pek bir karışıktı fakat diğeri fotoğrafta da gördüğünüz gibi bence çok hoş. Şu görüntüyü yakalamak için kırk takla attım neredeyse. Etrafımın kitaplarla çevrili olduğu bu yer, cennete düşmüş etkisi yarattı bende. Kendimi huzurlu hissettim yahu.


Bu Cafe'yi de dışarıdan beğendik diye hemen içerisine daldık ama cidden güzel bir yermiş. Cafe'nin içinde aynı zamanda Sanat Merkezi şeyisileri bilmem nesi varmış. Biraz karışık, kapıdan içeri girdiğinizde her şey birbirinin içinden geçiyor. Tiyatro salonu kısmına da 2 Mart'ta Atalay Demirci geliyormuş. Kısmet olursa bende gideceğim bakalım.


Burası Cafe'nin içerisi. Gayet şık bir yer, balkon kısmı daha bir harika. Hemen ona da bakalım.


Şööööyle de bir poz vereyim. Aslında Choco - Coco'mu içmeden önce çekecektim de önüme konulunca dayanamayıp hüplettim hemen, unutmuşum. Bende dedim bari buzlarıyla oynaşırken çekileyim diye. Fena olmamış, iyi iyi. 


Son olarak bu konuya da değinmek istedim. Uzun Çarşı'ya giderken geçiyor olduğumuz bir ara sokağın başında denk geldik bu protestoya. 1 Mayıs İşçi Bayramı'nda protesto yaptığı için sebepsizce hapse atılan 3 kişinin serbest bırakılması isteniyor. Umarım amaçları gerçekleşir diyorum. 

Beni sabırla okuduğunuz için de çok teşekkür ediyorum. Görüşmek üzere. :)

Blogum Dergisi Şubat Sayısı Yayında!

Blogum Dergisinin Şubat sayısında benim de yazmış olduğum 'Sessizlikten Kopan Çığlık' başlıklı yazımı da okuyabilirsiniz! Tek yapmanız gereken aşağıdaki kutucukta yazan 'Expand' yazısına tıklayarak derginin açılmasını sağlamak. Sayfa 46'da ise benim yazımı görebilirsiniz.

Teşekkürler.




Samandağ'dan Kareler

Çarşamba günü yazmış olduğum bir post ile sizlere Samandağ'dan Selamlarımı gönderdim. Samandağ'a geldiğimin ertesi günü oluşunun dışında hem havanın soğuk olması hem de benim hastalanmam sebebiyle gezinip hiçbir fotoğrafı sizlerle paylaşamamıştım. Aslında bugün İskenderun'a; evime, yurduma dönecektim fakat bir gün daha kalma kararı aldım. Halamın yanına gelmiş olmama rağmen gerçekten fazla bir ilgi ve özenle karşı karşıyayım. Buradaki insanlar da çok sıcak olduğundan insanın gidesi gelmiyor. Hem doğru dürüst de gezemediğimden kalayım dedim.

Yarın öğlen Antakya'ya gideceğim ve akşama kadar da oraları dolaşacağım. Şimdi sizlerle Samandağ'da çektiğim bir kaç fotoğrafı paylaşacağım. Çektiğim yerler evin çevresi ve bahçesiyle sınırlı ne yazık ki. En kısa sürede gitmeden çarşısından da fotoğraflar çekeceğim. Takipte kalın derim! :)


Bu fotoğrafta gördüğünüz mıncırdağın adı Duman. Halamların köpeği oluyor kendisi. Tatlı da bir şey ama bazen bir korkutuyor yemin ederim var ya abo yani. Dün korkudan arabanın tepesine çıkıyordum o derece. Aman aramızda kalsın şş.


Bunlar tomur tomur güllerimiz efendim. Henüz açmamışlar ne zaman açarlar ne yaparlar hiç de anlamam. Benim ilgi alanıma sadece kıpkırmızı iken onlardan koparıp ardıma bakmadan kaçmak. 


Ve karşınızda maydonozcuklar heyyo.


Bu da bildiğiniz mandalina ağacı işte öylesine süs diye çekildi.


Bu da evin girişi. Gelecekseniz buyurun gelin aşklarım. 
Sevgiler...

Fotoğrafım
Edirne, Ayşekadın, Türkiye
19 Ocak 1996, İskenderun doğumlu. Trakya Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü mezunu. 13 yaşından beri blogger. 2012 Hürriyet Bumerang Ödülleri'nde En Uyumlu site üçüncülüğüne hak kazandı. İlk kitabı İkinci Kadının Hikâyesi ise Temmuz 2016 yılında basıldı. Tüm kitabevleri ve online kitapçılarda satışta.